4 Şubat 2014 Salı

ATATÜRK’ÜN MANEVİYAT ANLAYIŞI

ATATÜRK’ÜN MANEVİYAT ANLAYIŞI

Atatürk’ün Balıkesir’deki Hutbesi
Çok iyi bilindiği gibi Atatürk’ün hareket noktası, millet için  olan dini “milletten ayrı bir müessese haline getiren düşünceye karşıdır; menfaatçilere, yobazlara, medeniyete çelme takmaya yeltenen kara kuvvete karşıdır. Her vesile düştükçe dokunduğumuz gibi Atatürk inkılâplarının önem bakımından en başta geleni lâikliktir.
Gazi, bir yurt gezisinde Balıkesir’e uğradığı vakit 7/2/1923 tarihinde Paşa Camiinde hutbe okumuştu. Ata’nın İslâm dini hakkındaki görüşlerini açıklayan ve bu dinin nakli değil aklî olduğunu belirten bu hitabesini sadeleştirerek sunuyoruz.
“Ey millet Allah birdir, şanı büyüktür. Allahın selâmeti, âtıfeti ve hayrı üzerinize olsun. Peygamberimiz Efendimiz Hazretleri, Cenabı Hak tarafından insanlara dini hakikatleri tebliğe memur ve resul olmuştur. Koyduğu esas kanunlar cümlemizce malûmdur ki Kur’anı azimüşşandaki husustur. İnsanlara feyz ruhu vermiş olan dinimiz, son dindir, ekmel dindir. Çünkü dinimiz akla, mantığa, hakikate tamamen uyuyor. Eğer akla, mantığa, hakikate uymamış olsaydı bununla diğer ilâhi ve tabiî kanunlar arasında aykırılıklar olması gerekirdi. Çünkü bütün kevni kanunları yapan Cenabı Haktır.
Arkadaşlar! Cenabı Peygamber mesaisinde iki dâra, yani iki haneye malik bulunuyordu. Biri kendi hanesi, diğeri Allah’ın evi idi. Millet işlerini Allah’ın evinde yapardı.
Efendiler, camiler, birbirimizin yüzüne bakmaksızın yatıp kalkmak için yapılmamıştır. Camiler, ibadet ve itaatle beraber din ve dünya için neler yapılmak gerektiğini düşünmek, yani meşveret için yapılmıştır. Millet işlerinde her ferdin zihni başlı başına faaliyette bulunmak elzemdir.
İşte biz de burada din ve dünya için, istikbal ve istiklâlimiz için, bilhassa hâkimiyetimiz için neler düşündüğümüzü meydana koyalım. Ben yalnız kendi düşüncemi söylemek istemiyorum. Milli emelleri, milli iradeyi yalnız bir şahsın düşünmesinden değil, bütün millet fertlerinin arzularının, emellerinin meyvasından ibarettir. Binaenaleyh benden ne öğrenmek, ne sormak istiyorsanız serbestçe sormanızı rica ederim.
ATATÜRK’ÜN DİNİ SORULARA CEVABI
Atatürk bundan sonra halkın suallerine cevap vereceğini söyleyerek minberden inmiştir. Gaziye halk tarafından yirmi ayrı sual sorulmuştur. Bunların hepsini tespit eden Atatürk hutbeler hakkındaki soruyu şöyle cevaplandırmıştır:
“Hutbeler hakkında sorulan sualden anlıyorum ki bugünkü hutbelerin tarzı, milletimizin fikrî hisleri,  dili ve medeni ihtiyaçlarıyla uygun görülmemektedir. Efendiler! Hutbe demek halka hitap etmek, yani söz söylemek demektir. Hutbenin mânası budur. Hutbe denildiği zaman bundan birtakım mânalar ve mefhumlar çıkarılmamalıdır. Hutbeyi irat eden hatiptir. Yani söz söyleyen demektir. Biliyoruz ki Hazreti Peygamber zaman-ı saadetlerinde hutbeyi kendisi irat ederlerdi.
Gerek Peygamber Efendimiz, gerek Hulafeyi Raşidinin hutbelerini okuyacak olursanız görürsünüz ki gerek Peygamberin, gerek Hulefayi Raşidinin söylediği şeyler o günün meseleleridir, o günün askeri idari, mali, siyasi ve sosyal konularıdır.
İslam Ümmeti çoğalıp İslâm memleketleri genişlemeye başlayınca Cenabı Peygamberin ve Hulefuayi Raşidinin hutbeyi her yerde bizzat kendilerinin konuşmalarına imkân kalmadığından halka söylemek istedikleri şeyleri bildirmeye birtakım kişileri memur etmişlerdir. Bunlar her halde ileri gelenlerin en büyüğü idi.
Onlar camii şerifte ve meydanlarda ortaya çıkar, halkı aydınlatmak ve doğru yolu göstermek için ne söylemek gerekiyorsa söylerlerdi. Bu tarzın devam edebilmesi için  bir şart lâzımdı. O da milletin reisi olan zatın halkı doğruyu söylemesi, halkı dinlemesi ve halkı aldatmaması. Halkı, genel durumdan haberdar etmek son derece önemliydi. Çünkü her şey açık söylendiği zaman halkın dimağı faaliyet halinde bulunacak, işi şeyleri yapacak ve milletin zararına olan şeyleri reddederek şunun veya bunun arkasından gitmeyecektir.
Ancak, millete ait işleri milletten gizli tuttular. Hutbelerin halkın anlayamayacağı  bir dilde olması ve onların da bugünkü uygulama ve ihtiyaçlarımıza temas etmemesi, halife ve padişah  namını taşıyan müstebitlerin arkasından köle gibi gitmeye mecbur etmek içindi.
Hutbeden maksat halkın aydınlatılması ve doğru yolun gösterilmesidir, başka şey değildir. Yüz, iki yüz, hatta bin sene evvelki hutbeleri okumak, insanları cehl ve fazlet içinde  bırakmak demektir. Hutbeyi okuyanın her halde halkın kullandığı dili kullanması lâzımdır.
Geçen sene T.B.M.M. de irat ettiğim bir nutukta demiştim ki “minberler halkın dimağları, vicdanları için bir feyz menbaı, bir nur menbaı olmuştur.” Böyle olabilmesi için minberlerde aksedecek sözlerin bilinmesi ve anlaşılması, fenni ve ilmi hakikatlere uygun olması lâzımdır. Hatiplerin siyasi, sosyal ve medeni gidişi her gün takip etmeleri zaruridir. Bunlar bilinmediği takdirde halka yanlış bilgiler verilmiş olur. Binaenaleyh hutbeler tamamen Türkçe ve zamanın gerçeklerine uygun olmalıdır. Ve olacaktır.”

*** (Kaynak:Atatürk ve Din: Derleyen Sadi Borak.3.Baskı)

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder