31 Mart 2014 Pazartesi

ADALET TEYZE; Bugünlerde de adalet ağlıyor...‏

SELÇUK MARUFLU, 19. DÖNEM
İSTANBUL MİLLETVEKİLİ
Bugünlerde de adalet ağlıyor...‏
Selcuk Maruflu (smaruflu@gmail.com)
TEKRAR OKUMAYA DEĞER BİR HİKAYE
ADALET TEYZE...!
Yaşlı kadının yatağından kalktı.
Sabah ezanının insan ruhuna huzur veren sesi oda içinde yankılanıyordu.
88 yaşından beklenmeyecek bir çeviklikle pencereye doğru yöneldi. Pencereyi açması ile birlikte odaya ezan sesi ile birlikte baharın güzel kokusu ve kuş cıvıltıları doluştu.
Penceresinden gözüken Kurtuluş Parkına bakarak yaşlı ciğerlerine sabahın ılık esintisi ile doldurdu. Abdestini aldı, sabah namazını kıldı. Mutfağa yöneldi. Çayla birlikte bir iki lokma bir şeyler atıştırdı.
Oturma odasına yöneldi. Eski bir fiskos masasının yanındaki koltuğuna ilişti.
Masanın üstü çerçeveler ile doluydu. Bir tanesine uzandı, camının üzerinde titreyen parmaklarını dolaştırdı.
Çerçevenin içindeki fotoğrafta İstiklal madalyalı kara yağız bir adamla, makyajsız olmasına rağmen güzelliği göz alan bir kadın birbirlerine bakarak gülümsüyorlardı.
Yaşlı kadın ‘Günaydın Anne, Günaydın Baba’ dedi. Usulca yerine koyduğu çerçeveye bir bakış daha attıktan sonra başka bir çerçeveyi eline aldı.
Bu siyah beyaz fotoğrafta da subay üniformalı bir adamla bir gelin yan yana duruyorlardı. Yaşlı kadın çerçeveyi titreyen dudaklarla öptü. ‘Günaydın Kocacığım’ dedi. Kadın bu çerçeveyi de bıraktıktan sonra üçüncü ve son çerçeveye uzandı.
Artık gözlerinden yaş damlıyordu. Fotoğraftaki biri erkek diğeri kız çocuklara bakıp ‘Günaydın Evlatlarım’ dedi.
Tüm çerçevelere kısaca göz atıp ‘Sizleri, hepinizi çok özledim’ dedi.
Gözlerinde biriken yaşları sildi. Artık ağlamak için bile yaşlı hissediyordu kendini. Ağır ağır doğrulduğu koltuğundan eski telefonuna doğru yöneldi. Ağır ağır numaraları çevirdi. Karşısına çıkan adama ‘Bir taksi istiyorum’ dedi ve adresi verdi.
Kapısını kilitleyip, apartman merdivenlerine yöneldi. Yıllarca çekmediği zorluk kalmamıştı ama şimdi bu merdivenler hayatının en büyük engeli olmuştu. Ağır ve dikkatli bir biçimde iniyordu.
Sabırsızlanan taksi şoförünün çaldığı korna sokağı inletiyordu. ‘Patlama be adam’ dedi. Nihayet taksiye binebildi.
Teyze hoş geldin’ dedi 25-30 yaşlarındaki şoför. ‘Nereye gidiyoruz?’
Kadın kısa bir sessizliğin sonunda ‘Tüm bir gün beni taşırmısın?’ diye sordu.
‘Sana 500 lira veririm.’
Adam küçümser bir gülümseme ile, ‘Mal sahibi benden her gün 500 lira istiyor teyze’ dedi.
Kadın gülümsedi;
‘O zaman sana 650 lira vereceğim ne dersin?’
‘Kurtarmaz ama senin güzel hatırını kırmayayım. İlk önce nereye gideceğiz?’
‘Anıtkabir’e’
‘Anıtkabir’e mi?
‘Evet’
‘Tamam teyzeciğim’
‘Yaş kaç teyzeciğim?’
‘Seksen sekiz’
‘Maşallah Allah uzun ömür versin teyzeciğim’
‘Allah sağlıklı mutlu ömür versin oğlum’
‘Haklısın teyzecim’
Taksi Anıtkabir’in kapısına gelmişti. Şoför ‘Teyzeciğim geldik’ dedi. Dalgın görünen kadın ‘Evladım burada yardımına ihtiyacım var’ dedi. ‘Benimle gel’ Adam şaşırmıştı. ‘Tabii teyze’ dedi. Kuşkulu gözlerle ‘Bizi buraya alırlar mı?’ diye sordu.
O ana kadar dalgın ve yorgun görünen kadın, bir anda irkildi. Gözlerinden ateş fışkırarak ‘Ne demek almamak? Sen daha önce hiç gelmedin mi buraya?’ dedi ‘Hayır’
‘Kaç yıldır Ankara’da yaşıyorsun?’
‘Ben Ankaralıyım teyze. Doğma büyüme’
‘Ee o zaman’
‘Ne bileyim bir kez okulla gelmiştik bayramda. Bayram olmayınca burası kapalı sanıyordum ben’
Kadın sinirli bir şekilde kafa salladı.
Şoför utanmıştı. Mozoleye çıkan mermer merdivenlere kadar konuşmadılar. Merdivenlere geldiklerinde Şoför kuşkulu bir şekilde
‘Nasıl çıkacaksın Teyze?’ diye sordu.
‘Her ay nasıl çıkıyorsam öyle’
‘Her ay geliyormusun?’
‘Evet’
Uzun bir uğraşla merdivenleri çıktılar. Mozoleye doğru ağır ağır ilerlediler. İçerisi çok serindi. Şoför büyük bir azimle yürümeye çalışan kadının koluna girmişti. Kadının nefes alışları sıklaşmıştı. Nihayet mozolenin önüne geldiler. Kadın şoförün kolundan ani bir hareketle kurtuldu. Çantasını açtı. Tek bir karanfil çıkardı. Mozoleye doğru ilerledi. Çiçeği mozoleye koydu. Şoför şaşkınlıkla olayı seyrederken kadının ağzından şu sözlerin döküldüğünü fark etti.
‘Hayatım boyunca sana verdiğim sözü tutmak için çalıştım’. Ağır ağır geriye çekilen kadın ellerini açıp Fatiha okumaya başladı. Şoför kısa bir şaşkınlığın ardından ona katıldı. Kadın bir anlık suskunluktan sonra, ‘Hadi gidelim’ dedi.
Geldiklerinden çok daha ağır bir şekilde arabaya döndüler. Şoför kadının durumundan endişelenmeye başlamıştı.
‘Yoruldun mu Teyze’ dedi.
Kadın sustu.
Bir süre suskunluktan sonra ‘Evet hem de çok yoruldum’ diye cevapladı. Nereye gidiyoruz?’
‘Bankaya’!
Şoför arabasındaki kadının herhangi biri olmadığını anlamıştı. Bu yaşlı kadının Atatürk’e verdiği söz ne olabilirdi? En sonunda dayanamadı.
‘Teyzeciğim bir şey sorabilirmiyim?’
‘Sor bakalım evladım’
‘Anıtkabir’de Atatürk’e bir söz verdiğinizi söylemiştiniz. O söz nedir?’
‘Uzun hikaye evladım’
‘Olsun be teyze anlat ne olur’
‘Ben lisedeyken bizim okulumuza gelmişti Atatürk. Beni de ona çiçek vermek için seçmişlerdi. Çiçeği verdiğimde bana ismimi sordu. Bende ‘Adalet’ dedim. Bunun üzerine ‘Ne güzel ismin varmış’ dedi. ‘Okulu bitirince ne olacaksın’ dedi bana. Hemşire dedim. Oda ‘Güzel meslek ama bence sen Hakim ol ismine çok yakışır’ dedi. Ben kadından hakim olmaz ki dedim. Kaşlarını çattı, ‘Sen istedikten sonra olur. Senden söz istiyorum hakim olacaksın’ dedi ..’
‘Sen ne dedin peki?’
‘Mustafa Kemal emretmiş ne denir? Söz verdim.’
‘Peki olabildin mi Adalet Teyze?’
‘Evet ben Cumhuriyetin ilk kadın hakimlerindenim.’
‘Vay be. Sende ne hikaye varmış Adalet Teyze’
‘Herkesin bir hikayesi vardır evladım. Herkesin hikayesi de kendine göre değerlidir. Eğer insanların hikayelerini bilip anlayabilirsen insanlara daha anlayışlı davranabilirsin’ ‘Haklısın Adalet Teyze. Bu banka mı gelmek istediğin’?
‘Evet’!
‘Yardım edeyim mi? Bende geleyim mi?’
‘Hayır. Sen burada bekle lütfen.Bu arada adın neydi evladım?’
‘Osman teyzeciğim’
‘Tamam Osman. Beni 45 dakika kadar sonra buradan al olur mu?’
‘Tamam teyzeciğim’!
Adalet hanım bankadan içeri girdi. Osman öğlen saatinin geldiğini fark edip yemeğe gitti. Yemek boyunca Adalet hanımı düşündü.
‘Kim bilir neler yaşamış, neler görmüştür’ diye düşündü. Tam vaktinde bankanın önündeydi. Adalet hanım 15 dakikalık gecikme ile geldi.
‘Hoş geldin Hakim Teyze’
‘Çok uzun zamandır bana Hakim denmemişti.’
‘Hoşuna gitmediyse söylemeyeyim?’
‘Yok aksine hoşuma gitti. Sağol’
‘Nereye gidiyoruz?’
‘Seyranbağlarına’
‘Tabii’
‘Hakim Teyze çok yer gezmişsindir sen’
‘Tüm Anadolu’yu karış karış gezdik rahmetli kocamla’
‘Ne iş yapardı amca?’
‘Subaydı.’
‘Ne zaman vefat etti?’
‘1952′de’
‘Çok olmuş.Gençmiş’
‘Kore savaşında şehit oldu.’
‘Allah rahmet eylesin Hakim teyze’
‘ Sağol’
‘Seyranbağları’na geldik nereye gideceğiz?’
‘Sağa sap. İkinci binanın önünde dur.’
‘Tamam.Buyur Hakim Teyze.Geleyim mi ben’ ‘Yok bekle burada’
Osman beklemeye başladı. Bir ara merak etti. Binanın uzaktan görünen levhasına baktı. ‘Seyranbağları Kız Yetiştirme Yurdu’ yazısını okudu. Anlam veremedi. ‘Bu kadın burada ne yapar ki?’ diye düşündü.
Yarım saat sonra Adalet hanım göründü. Yanında orta yaşlı kibar bir hanım vardı. Adalet hanımı arabaya ağır ağır bindirdi. Kadın ‘Adalet Hanım size ne kadar teşekkür etsek azdır. Her zaman yanımızdasınız. Kızlarda sizi çok seviyor. Ne olur arayı çok uzatmayın. Yine gelin’ dedi.
Adalet hanım, buğulu gözlerle ‘İnşallah. Kızlara selamımı söyleyin. Bende onları çok seviyorum. Onlara iyi bakın’ dedi.
Araba hareket etti.
‘Nereye Hakim Teyze?’
‘Hemen iki sokak öteye’
Osman iki sokak ötede bu sefer başka bir binanın önüne park etti.
Bu binada da ‘Ankara Seyranbağları Huzurevi’ yazıyordu.
‘Bekle beni’
‘Tabii Hakim Teyze’
Yine 1 saate yakın bir bekleyişin sonunda bu sefer etrafında bir çok yaşlı kadın ve adamla çıkageldi Adalet Hanım. Sarılıp
öpüştükten sonra oradan ayrıldılar. Osman dikiz aynasından Adalet Hanım’ın gözlerinden akan yaşları fark etti.
‘İyi misin Hakim Teyze’
‘İyiyim Osman. Eski dostları görünce insan bir hoş oluyor’
‘Nereye gidiyoruz?’
‘Cebeci Asri Mezarlığına’
‘Tamam’
‘Teyze nerelisin sen?’
‘Aydın Sökeliyim. Babam orada pamuk ekerdi. Annem ev hanımıydı. Sonra Kurtuluş Savaşı oldu. Babam savaşa gitti. Söke işgal oldu. Biz dağlara kaçtık annemle. Saklandık dağ köylerinde. Savaş bitince Söke’ye döndük. Allah’a Şükür Babam’da sağ salim döndü savaştan.’
‘Sonra ne oldu?’
‘Liseye Aydın’a gönderdi babam. Orada Atatürk’le karşılaştım. Sözümü tutmak için İstanbul’a gittim. Hukuk fakültesine girdim. Orada rahmetli eşimle karşılaştım. O Harbiye’de okuyordu o zaman. Mezun olunca evlendik..’
‘Çocuğunuz var mı?’
‘Bir kızım bir oğlum vardı.’
‘Neredeler şimdi?’
‘Oğlum dışişlerinde çalışıyordu.’
‘Ne güzel’
‘1978′de Fransa’da Ermeniler öldürdüler.’
‘Üzüldüm Hakim Teyze. Başın sağ olsun. O da babası gibi şehit oldu yani’ Evet. Şehit babanın şehit oğlu. Allah kimseye evlat acısı vermesin.’
‘Amin. Ya kızın?’
‘O eşi ve çocukları ile İzmit’te yaşıyordu. Öğretmendi. 1999′da depremde hepsi vefat ettiler.’
‘Allah rahmet eylesin.Boş boğazlığımla üzdüm seni Hakim Teyze kusura bakma’
‘Sanki sormasan aklımdan çıkıyorlar mı evladım.Sen üzülme sağol’
‘Geldik Teyze’
‘Tamam evladım. Al işte paran artık gidebilirsin.’
‘Hakim teyze buradan nasıl döneceksin? Ben seni bekleyeyim eve bırakayım.’
‘Yok beni alacaklar buradan’
‘Hakim Teyze bu para fazla. Kusura bakma ben sana yalan söyledim.
Taksinin sahibi benden 350 lira bekliyor. Affet beni. 350 ‘yi ona veririm. Gerisi kalsın.
Bende para istemem. Bugün senden aldığım hayat dersinin parasal karşılığı yok zaten.’
‘Çocukların var mı?’
‘İki tane ellerinden öperler.’
Taksinin güneşliğinden çocuklarının resimlerini çıkarıp gösterdi.
‘Adları nedir?’
‘Kemal ve Ayşe’
‘Oğlumun adı da Kemaldi.’
Sessizliğin ardından Osman’ın elindeki parayı ittirdi Adalet Hanım..
‘Onlara bir şeyler al benim için. Onları okut. Ama yalansız, dolansız, çok çalışarak helal lokma ile büyüt ve okut.
Atatürk’ün bana yaptığı gibi içlerindeki gücü fark etmelerini sağla.
Bir de vatanını, milletini sevmelerini öğütle onlara.’
Osman Adalet Hanımın ellerine sarılıp öptü. Ona iyi evlatlar yetiştireceğine söz verdi.
Adalet hanım mezarlığın kapısından ağır ağır içeri girerken; Osman yaşlı gözlerle onu izliyordu.
Hayatının en büyük dersini kendisi küçücük, yüreği yaşadığı acılara rağmen kocaman ve güçlü bu yaşlı kadından almıştı.
Osman arabasını mal sahibine götürmeye karar verdi. Bu gün daha fazla çalışamazdı.
Ertesi gün Ankara’da garip bir yağmur yağıyordu. Sanki gök delinmişti. Osman taksiyi mal sahibinden almış, durağa gelmişti.
Çay ocağının yanında duran gazeteyi aldı. İlk sayfadaki haberlere göz gezdirdi.
Siyaset doluydu gazete. Hiç anlamazdı. Sıkılıp adli olayların yer aldığı üçüncü sayfayı açtı. Taksiciler arkadaşları ile ilgili kötü haberleri genellikle oradan alırlardı.
Göz gezdirirken bir haber dikkatini çekti:
’Dün gece geç saatlerde Cebeci Asri mezarlığında bulunan cesedin Cumhuriyet tarihinin ilk Kadın Hakimlerinden Adalet YILMAZ’a ait olduğu belirlendi. Adalet YILMAZ’ın bulunduğu yerdeki mezarların eşine ve oğluna ait olduğu belirlendi. YILMAZ vefat ettiği gün bankadaki tüm parasını çektiği, bu parayı ikiye bölerek Seyranbağları’ndaki bir kız yetiştirme yurdu ile bir huzurevine bağışladığı belirlendi. Polis, Adalet YILMAZ’ın mezarlığa ölmek için gittiğini düşünüyor.’
Osman bir anda sarsıldı. Gözyaşlarına engel olamıyordu. Taksici arkadaşları hiçbir şey anlamadılar.
Bir daha da hiç anlatmadı Osman bu yaşadıklarını.
Herkesin tek bildiği Osman’ın bardaktan boşanırcasına yağan yağmur altında
’Gökler bile sana ağlıyor’ diyerek ağladığıydı..
SELÇUK MARUFLU
19. DÖNEM İSTANBUL MİLLETVEKİLİ

25 Mart 2014 Salı

150 yıl sonra yeniden hayat buldu 150 yıldır yetiştirilmeyen yerli domates "Maniye" yeniden üretiliyor.

150 yıl sonra yeniden hayat buldu
150 yıldır yetiştirilmeyen yerli domates "Maniye" yeniden üretiliyor.
Karabük'ün Safranbolu ilçesinde yaklaşık 150 yıldır yetiştirilmeyen yerli domates "Maniye", "Damak Tadı Dinmeyen Lezzet Maniye" Projesi ile yeniden yetiştirilmeye başlandı.
Yerli domates Maniye, Safranbolu Gıda Tarım ve Hayvancılık İlçe Müdürlüğü tarafından hazırlanan proje kapsamında, Batı Karadeniz Kalkınma Ajansı'ndan (BAKKA) sağlanan kredi ile 9 köyde 45 çiftçi tarafından 100 dekar alanda yetiştiriliyor.
Gıda Tarım ve Hayvancılık İlçe Müdürü Çetin Ayvalık, kendisine özgü aroması, kabuk yapısı ve kokusu ile yıllar önce sofraların vazgeçilmez domatesini yeniden yaşatmak için çalışma başlattıklarını ve bunda da başarılı olduklarını söyledi.
Domatesin ağustos sonu, eylül başı gibi yetiştirilme zamanının olduğunu vurgulayan Ayvalık, "Bu domatesin tohumlarını yıllardır saklayan bir köylü olduğunu öğrendik. Tohumlara ulaştıktan sonra hemen bir proje hazırladık. Projemize BAKKA'dan destek aldık. Bu destekle 45 çiftçimizi belirleyip eğitime aldık. Şimdi üretime başladık. Eğitim verdiğimiz 45 çiftçimiz de üretime başladı. Lezzeti nedeniyle ünü ilçe dışına da taşan domatesten 100 dekar alandan yaklaşık 400 ton üretim bekliyoruz. Yok olmuş bir kültürümüzü tohumlarından yeniden yaşatmanın mutluluğunu duyuyoruz. İnanıyorum ki bu domates, ileride ilçe ekonomisine de büyük katkı sağlayacak" diye konuştu.
Ayvalık, ilçeye özgü safran ve çavuş üzümü üretiminin yanında Maniye'nin de yakın bir zamanda adından söz ettireceğini kaydetti.
İlçeye bağlı Yazı köyünde Maniye üretimine başlayan çiftçi Recep Kartal ise ününü hep atalarından duydukları yerli domatesi yeniden yetiştirmenin mutluluğunu yaşadıklarını vurgulayarak, "Adını ve lezzetini hep duyardık. Gıda Tarım ve Hayvancılık İlçe Müdürlüğümüzün çağrısı üzerine hiç tereddüt etmeden gittim. Eğitim aldım. Domatesin nasıl ne şartlarda ve ne zaman yetişeceği konusunda bilgilendirildik. Sonra bize tohum verildi. Bu tohumları yine müdürlüğümüzün uzmanları eşliğinde toprakla buluşturduk. Hasat zamanını bekliyoruz. Hem ekonomimize katkı olacak hem de bir kültürümüzü yaşatacağız" ifadesini kullandı.
(ULUSAL HABER, 25 Mart 2014 Salı, 16:19)

BAŞBAKANLIK`A MAHKEMELERCE İPTAL EDİLEN ÖZELLEŞTİRME İŞLEMLERİ SORULDU

BAŞBAKANLIK`A MAHKEMELERCE İPTAL EDİLEN ÖZELLEŞTİRME İŞLEMLERİ SORULDU
            İptal kararı verilmiş özelleştirme işlemleri hakkında bugüne kadar mahkeme kararlarının uygulanıp uygulanmadığına ilişkin bilgi istemiyle 24 Mart 2014 tarihinde Başbakanlık`a yazı gönderildi.
T.C.
BAŞBAKANLIK MAKAMI`NA
ANKARA
Konu             : İptal kararı verilmiş özelleştirme işlemleri hakkında bugüne kadar mahkeme kararlarının uygulanıp uygulanmadığına ilişkin bilgi istemi.
Bildiğiniz üzere, 12 Haziran 2012 tarih ve 28321 sayılı Resmi Gazete`de yayımlanan 2012/3240 sayılı Bakanlar Kurulu kararı ve ekinde"Özelleştirme uygulamaları sonucunda nihai devir sözleşmesi imzalanarak devir ve teslim işlemleri tamamlanmış olan bazı özelleştirme işlemleri hakkında verilen yargı kararlarının uygulanmasına yönelik olarak tesis edilecek iş ve işlemlere ilişkin ekli Kararın yürürlüğe konulması; Maliye Bakanlığı (Özelleştirme İdaresi Başkanlığı)`nın 21/5/2012 tarihli ve 3526 sayılı yazısı üzerine, 4046 sayılı Özelleştirme Uygulamaları Hakkında Kanunun ek 5 inci maddesine göre, Bakanlar Kurulu`nca 11/6/2012 tarihinde kararlaştırılmıştır" 
"MADDE 1 –(1) Özelleştirme uygulamaları sonucunda nihai devir sözleşmesi imzalanarak devir ve teslim işlemleri tamamlanmış olan özelleştirme işlemleri hakkında verilen yargı kararlarının uygulanmasında ortaya çıkan fiili imkansızlık nedeniyle;
a) Eti Alüminyum A.Ş.‘nin %100 oranındaki hissesinin satış yöntemiyle özelleştirilmesi,
b) Türkiye Denizcilik İşletmeleri A.Ş.‘ye ait Kuşadası Limanının işletme hakkı verilmesi yöntemiyle özelleştirilmesi,
c) Türkiye Denizcilik İşletmeleri A.Ş.‘ye ait Çeşme Limanının işletme hakkı verilmesi yöntemiyle özelleştirilmesi,
ç) SEKA-Türkiye Selüloz ve Kağıt Fabrikaları A.Ş.‘ye ait Balıkesir İşletmesinin varlık satışı yöntemiyle özelleştirilmesi,
d) Türkiye Petrol Rafinerileri A.Ş.‘nin %14,76 oranındaki hissesinin İstanbul Menkul Kıymetler Borsası Toptan Satışlar Pazarında satılması işlemlerini iptal eden yargı kararlarıyla ilgili olarak geriye ve ileriye yönelik herhangi bir işlem tesis edilmemesi ve Özelleştirme İdaresi Başkanlığınca bu yönde yapılmış olan iş ve işlemlerin devam ettirilerek sonuçlandırılması kararlaştırılmıştır."
 Söz konusu Bakanlar Kurulu kararı ve eki Birliğimizce dava konusu edilmiştir.
Davaya bakan Danıştay 13. Dairesi, 2012/2935 esas sayılı dosyada dava konusu Bakanlar Kurulu kararı hakkında 25.10.2013 tarihinde YÜRÜTMENİN DURDURULMASINA karar vermiştir. Kararda, "4046 sayılı Kanuna eklenen Ek 5. maddenin ilgili bölümünün Anayasa Mahkemesi kararıyla iptal edilmiş olması karşısında yasal dayanağı kalmayan dava konusu Bakanlar Kurulu kararında hukuka uygunluk bulunmamaktadır" denilerek hukuka aykırılık tespiti yapılmıştır.
Anayasa`nın 138. maddesi, "yasama ve yürütme organları ile idare, mahkeme kararlarına uymak zorundadır bu organlar ve idare, mahkeme kararlarını hiçbir suretle değiştiremez ve bunların yerine getirilmesini geciktiremez" kuralını koymuştur.
İYUY`nın 28 maddesi ise, Danıştay, bölge idare mahkemeleri, idare ve vergi mahkemelerinin esasa ve yürütmenin durdurulmasına ilişkin kararlarının icaplarına göre idarenin, gecikmeksizin işlem tesis etmeye veya eylemde bulunmaya mecbur olduğu, bu sürenin hiçbir şekilde kararın idareye tebliğinden başlayarak otuz günü geçemeyeceğini hüküm altına alınmıştır.
Anayasa ve İdari Yargılama Usulü Kanunu`nun yukarıdaki açık hükümleri karşısında, Danıştay 13. Daire`nin kararı tebliğ tarihinden itibaren Başbakanlıkça 30 gün içerisinde mahkeme kararının yerine getirilmesi için hangi işlemlerin yapıldığının tarafımıza bilgi verilmesini arz ederiz.
Saygılarımızla,
H.Can DOĞAN
Genel Sekreter Vekili

17 Mart 2014 Pazartesi

16 Mart 1920 İstanbul, İtilaf Devletleri tarafından işgal edildi.

16 Mart 1920 İstanbul, İtilaf Devletleri tarafından işgal edildi. 
 İngiliz, Fransız ve İtalyan komiserlerden oluşan heyet Sadrazam Salih Paşa'ya bir nota vererek, İstanbul'un İtilaf devletleri tarafından işgal edildiğini bildirdi. Şehzade başı karakolunu basan işgal güçleri haberleşmeye elkoyarak altı askeri öldürdü. Bu sırada telgraf memuru Manastırlı Hamdi Bey, hareketi anında Ankara'ya bildirdi. Padişaha giden Rauf Bey ve mebuslar, milletin mücadeleye kararlı olduğunu dile getirdi. Ankara işgali tüm Anadolu'ya bildirdi.
Osmanlı devleti yıkılmaya yüz tutmuştu.
Mustafa Kemal 19 Mayıs 1919 da Samsun’a çıkarak, ana dolunun kurtuluşu için mücadeleye başladı ve neticede Türkiye Cumhuriyeti devletini kurdu.
Türkiye Cumhuriyetinin kıymetini bilelim ve Osmanlı sevdasına kapılmayalım.
Aşağıda Murat Bardakçı’nın yaptığı araştırmayı yayınlıyoruz. Geçmişte neler olmuş görelim.
"Osmanlı'yı dedelerimin içkisi yıktı"
Son Halife'nin daha önce yayınlanmamış risalesi! Murat Bardakçı yazdı
TÜRKİYE'de son günlerde gündeme gelen "içki" ve "millî içki" tartışmalarına bugün İslam dünyasının ve Osmanlı İmparatorluğu'nun son halifesi olan Abdülmecid Efendi de katılıyor...
Abdülmecid Efendi 1920'lerde kaleme aldığı, yayınlanmayan ve şimdi bende bulunan kendi elyazısı ile olan bir risalesinde tahta geçen 36 padişahın özelliklerini anlatıyor, hepsini hataları ve sevapları ile değerlendiriyor ve yıkılmanın sebebini bazı hükümdarların içkiye olan aşırı düşkünlüklerine bağlıyor.
Osmanoğulları'nın son halifesi olan Abdülmecid Efendi 1868'de İstanbul'da doğmuş, 1944'te Paris'te sürgünde ölmüştü.
Birkaç yabancı dil bilir, resim ve batı müziğiyle uğraşır, modern Türk resminin ilk ve en büyük isimlerinden kabul edilirdi. Çamlıca'daki köşkü devrin entellektüellerinin uğrak yeri, hattâ bir çeşit akademi idi. Besteleri batı formlarındaydı; konçertolar ve oda müziği eserleri besteler, bunları köşkünde kadınlardan oluşturduğu topluluklara çaldırır, Türkiye içinde ve dışında açılan resim sergilerine yağlıboya tablolarını gönderirdi. İstanbul'daki yabancı elçiliklerin raporlarında ondan bahsedilirken "Fes giymediği zamanlarda iyi yetişmiş bir Fransız'ı andırıyor" gibisinden ifadelere rastlanırdı.
Abdülmecid Efendi'nin yandaki kutuda yeralan ifadelerini yayınlanmamış risalesinin içkiden bahsettiği kısımlarından ve diğer bazı yerlerinden özetleyip günümüzün Türkçesi'ne aktararak naklediyorum.
İşte, bir torunun kaleminden dedelerin öyküsü... 
'İçtiği şarapların manevî cezası, başını hamamın mermerinde parçalamak oldu'
HALİFE Abdülmecid Efendi, 1920'li senelerde kaleme aldığı yayınlanmamış risalesine "Osmanlı Devleti'nin çöküşüne sebep olan dertlerin başında, içki gelir. İçki, dinen de yasaklanmıştır ve haramdır. Halife çocuğu olan şehzadeler bunu asla unutamazlar ve unuttukları takdirde hem ilâhî emirlere karşı gelmiş, hem de millete ve Osmanlı Hanedanı'na verilmiş olan hilâfet ile saltanata ihanet etmiş olurlar. İçki içenlerin hilâfette ve saltanatta hiçbir hakları yoktur" sözleri ile başlıyor.
Abdülmecid Efendi, büyük boy kâğıtlara yazdığı bu 35 sayfalık risalesinde Osmanlı padişahlarının tamamı hakkında değerlendirmeler yapıyor. Aşağıda, son halifenin içki konusunda yazdıklarının bazılarını özetleyerek naklettim:
* İKİNCİ BAYEZİD:
Fatih Sultan Mehmed Han Hazretleri'nin oğlu olan İkinci Bayezid, pederinin heybetine ve büyüklüğüne sahip olmaktan mahrumdu. Ne babasından kendisine kalan büyük devleti idare edebildi, ne de İslâm âleminin çöküşüne, meselâ o zaman İspanya'da yıkılan Emevî Devleti'nin felâketine ve Avrupalılar'ın Müslümanlar'ı işkencelerle katletmelerine çare bulup ses çıkartabildi. En nihayet millete karşı vazifelerini yerine getirememesi ve içkiye olan düşkünlüğü yüzünden devletin geleceğinin büyük bir büyük felâket ile karşı karşıya bulunduğunu gören oğlu Yavuz Sultan Selim'in şiddetli müdahalesi ile ezilip bertaraf oldu. Felâketinin başlıca sebebi, içmesi idi.
* İKİNCİ SELİM:
Kanunî Sultan Süleyman gibi büyük bir padişahın yegâne hatası, âkıl evlâdı Şehzade Mustafa'yı feda ederek devletin idaresini İkinci Selim gibi bir sefih bir serhoşa bırakması idi ki, yükselmenin sona ermesi işte böyle başlar.
O zamana kadar mağlubiyet bilmeyen Osmanlılar'ın Haçlı donanmasına yenilmeleri üzerine bütün Avrupa'da ilk şenliklerin yapılması, İkinci Selim zamanındadır. İkinci Selim, Kıbrıs şarabı ile serhoş olan ve hiçbir işe yaramayan başını eski sarayda hamam mermerlerine çarparak parçalamış ve bu suretle lâyık olduğu manevî cezayı görerek vücudunu dünyadan kaldırmıştı. Artık bundan sonra sefahat, işret, şehvet ve israf devri başlamış; felâket yollarına doğru büyük adımlar atılmıştı. Uğranan her çeşit belâ fedâkâr millete yüklenmiş, refah ve saadet uzaklaşmış ve arada bir yüzünü göstermiş ise de, akşam güneşi gibi hemen batıp gitmişti.
* ÜÇÜNCÜ MURAD, ÜÇÜNCÜ MEHMED:
Bu iki padişaha "Osmanlı Devleti'nin amansız cellâdı" denmesi doğrudur. Her türlü rezaleti icra ederek Osmanlı Devleti'nin azametli saltanatını çöküşe mahkûm etmişlerdir. Üçüncü Mehmed, şehzadelerin kafes arkasında yaşamaları kaidesini de icad etmiştir.
* DÖRDÜNCÜ MURAD:
Hakikaten en büyük padişahlarımız arasında sayılmak yeteneğine sahipti ve mertliği ile bütün Osmanlılar'ı hayrette bırakmıştı. Fazilet sahibi idi, eski pehlivanların kaldıramadıkları demirlere ve gürzlere başka halkalar ilâve ettirir ve bunları kaldırarak hünerini icra ederdi. Bağdat ve İran seferlerine çıkan iktidar sahibi bu padişah, geleceğin en büyük hükümdarı olmaya namzet iken içtiği rakının kurbanı olmuş; devletin talihini ve geleceğini İbrahim gibi akıl noksanı ve anlayıştan mahrum bir şahsa terkederek dünyadan çekilmişti.
* ÜÇÜNCÜ AHMED:
Devletin en hassas zamanlarını Lâle Devri'ne çevirerek bütün milleti zevk ve sefahatle mestetti, günlerini, Sâdâbâd safâları ile geçirdi. Fırsatlar elden kaçtı, zira padişahın eğlenceden başını kaldırıp devletin ufkunu görmeye zamanı yoktu; baksa bile görmek için bir kabiliyeti de bulunmuyordu. Sefahat kendisini tamamen ele geçirmişti. Çıkan bir isyan neticesinde saltanatı Birinci Mahmud'a terkedip başarısız şekilde bir köşeye çekilmeye mecbur oldu.
* İKİNCİ MAHMUD:
Tarihimizin incelenmeye en fazla lâyık devirlerinden biri, büyükbabam İkinci Mahmud'un iktidar yıllarıdır.
Osmanlı Devleti'ni geçmişten alıp parlak bir şekilde geleceğe nakleden azimli bir padişah idi. Genç yaşında iken üzerine aldığı vazifeler o kadar önemli ve o kadar da zor idi ki, geçmişten gelen dertlerin altında eziliyordu. Böyle zor bir zamanda üstlendiği görevi yerine getirebilmesi için gereken azmin, ilmin ve irfanın yanında büyük cesarete de sahipti. Bu sayede bazı hatalarına rağmen devletin yeniden ayağa kaldırılması için gerekenleri yerine getirmeye muvaffak oldu ama ne çare ki eserini tamamlayamadan henüz genç sayılabilecek bir yaşta vefat etti.
Sultan Mahmud'un yaptığı büyük işleri yarım bırakmasının sebebi ne idi? İşte, aradığımız mesele budur!
Başlattığı inkılâp, kuvvetten düşmüş olan devleti her türlü zorluklar ile karşı karşıya bırakmıştı. İç sıkıntılar, Rusya meselesi, devletin bir vilâyeti olan Mısır'ın Mehmed Ali Paşa vasıtası ile bağımsızlığını kazanıp muazzam ve şevket sahibi Osmanlılar'ı mağlûp etmesi, İkinci Mahmud Hazretleri'ni sıkıntıya sokmaya kâfi idi. Mısır'da kendisine karşı isyan eden Mehmed Ali Paşa'ya "Aradığım adam sen imişsin, gel burada benimle beraber çalış, Osmanlı'yı ihyâ edelim" diyeceği yerde Paşa'yı gıyabında idama mahkûm etmekle başına büyük dert açmış, bu gibi dertler az imiş gibi çelik gibi vücudunu tahrip etmek için bir de içkiye müptelâ olmuş, 55 yaşında tam tecrübeye sahip olmuş ve iş görüp eserini tamamlayacağı sırada üzüntüler içinde gözleri kapatmış idi. Son sözü "Ah kahpe İngiliz, en nihayet eserimi tamamlayamadan benim de canıma kıydın!" olmuştu.
* SULTAN ABDÜLMECİD:
Saltanata, devletin en buhranlı zamanında gelmişti. Pederinin kendisine bıraktığı mühim ama tamamlanamamış vazifeyi üzerine alarak aynı siyaseti büyük bir iktidar ile devam ettirdi. Tanzimat'ı cihana ilân ederek bütün devletlerin itimadını kazandı. Osmanlı İmparatorluğu'nu Avrupa devletlerinin arasına kattı, Kırım Savaşı'nı da kazandı ve memleketine büyük hizmetler etti.
Ama binlerce defa yazıklar olsun ki, babasından devraldığı işleri bitirebilmek için daha pek çok çalışması lâzım iken o da içkiye müptelâ oldu ve bu yüzden vefat etti.
* SULTAN ABDÜLÂZİZ:
Pederim olan Abdülâziz Han Hazretleri, Allah'a şükürler olsun ki, bu gibi ahlâk zaaflarından hiçbirine müptelâ değildi. Hatta, ağzına hayatı boyunca bir damla olsun içki koymadığı gibi tütün de kullanmaz ve kahveyi bile nadiren içerdi. Bu sayede oldukça kuvvetli bir bedene sahip olmuştu. On beş küsur senelik saltanatını hiçbir hastalık görmeden geçirdi.
Ama, kendisine ve başladığı büyük işlere yardım edecek tek bir kimseye bile sahip olamadığından tahttan indirilme felâketine maruz kalıp şehid edildi.
* ABDÜLMECİD'İN ÇOCUKLARI:
Sultan Abdülmecid, ardında saltanat makamına ve hilâfete namzet dört oğul (Beşinci Murad'ı, İkinci Abdülhamid'i, Sultan Reşad'ı ve Sultan Vahideddin'i kastediyor) bıraktı. Bunların hepsi ardarda tahta geçerek Avusturya sınırından Basra Körfezi'ne uzanan koskoca bir devletin çöküşünün sebebi oldular. Ben, bu dört hükümdarı, tarihin vereceği en şiddetli hükme bırakmakla yetiniyorum.

(Posted: 16 Mar 2014 01:04 AM PDT)

12 Mart 2014 Çarşamba

DÜNYANIN EN ÇOK GEZEN BAŞBAKANI ?! Her 6 günde 1 gün Yurt dışında... Prof. Dr. D. Ali ERCAN

DÜNYANIN EN ÇOK GEZEN BAŞBAKANI ?!
Her 6 günde 1 gün Yurt dışında...
Prof. Dr. D. Ali ERCAN
Değerli arkadaşlar, Başbakan Erdoğan iktidara geldiği günden bu yana, yaklaşık 4 bin gün geçmiş... Bu süre içerisinde  Başbakan Toplam 90 Ülkeye 293 resmi ziyarette bulunmuş, bunların  30 kadarında eşi Emine Erdoğan'ı da yanında götürmüş olmalı. Resmi ziyaretlerin toplam süresi 610 gün; ancak bazı zincir ziyaretler arasında geçen günlerle birlikte toplam 640 gün yurt dışında kalmış Yani 4 bin günlük mesaisinin 640 gününü (%16 sını) yani her 6 günden bir günü Yurt dışı seyahatlerde geçirmiş bulunuyor. Aşağıdaki haritada Başbakanın ziyaret ettiği ülkeler koyu mavi renkte gösteriliyor;Grönlad, Güney Kutbu ve Orta Afrika Ülkeleri dışında 6 Kıta'da gitmediği Ülke kalmamış.
Leblebi-çerez parası sayılabilecek 150 bin dolar kadar şahsi Yurt dışı harcırahbedelini saymasak da, Dünyanın çevresini tam 10 kere dolanacak kadar uçuş yapan Başbakanın ve yanına aldığı  15-20 kişilik heyetin toplam seyahat bedeli tahminen 30 milyon dolar kadardır. Şimdi sormak gerekir;  Bu kadar masrafla, bu kadar alâ-yu-valâ ile Dünyayı gezen Başbakan'ın resmi ziyaretleri Türkiye'ye ne kazandırdı dersiniz?
  • Türkiye'nin imajını mı iyileştirdi, kredisini mi artırdı? 
  • Komşularımızla ilişkilerimiz mi iyileşti? 
  • Türk Dünyası ile bağlarımız daha mı kuvvetlendi? 
  • Sözü geçen bir Ülke mi olduk, ne olduk? 
"Ülke pazarlandı"... Ancak bu pazarlamak süreci de aslında yaşam kaynaklarımızı (topraklar, sular, ormanlar, madenler, limanlar, fabrikalar, bankalar...) "özelleştirmek" adı altında ucuz fiyata (komisyon karşılığı) yabancılara satmaktan başka bir şey değildi maalesef.
Bilimde, sanatta, teknolojide, sporda elle tutulur hiç bir ilerleme yok. Aksine, son 12 yılda Dünya gelişmişlik (HDI) sıralamasında 4 basamak daha geriye gittik, 135 Ülke arasında 92. sıraya düştük. Türkiye yine yeterince üretemeyen, yaşam kaynaklarını ipotek ederek, satarak, borçlanarak yaşayan, Ulus bilincinden gittikçe uzaklaşan, kültürel çözünüm ve çürüyüş sürecine girmiş, küresel Uygarlığa katkısı olmayan sıradan insanlar Ülkesi olmaya doğru evriliyor. Kaygılarımla. æ
Son 12 yılda Türkiye'yi temsilen Dünyanın tanıdığı yüzler; 
Türkiye Başbakanı ve Eşi

7 Mart 2014 Cuma

AGİKAD ANKARA; 8 MART DÜNYA KADINLAR GÜNÜ BASIN AÇIKLAMASI

08 MART 2014 & DÜNYA KADINLAR GÜNÜ'NÜZ KUTLU OLSUN

ANKARA GİRİŞİMCİ KADINLAR DERNEĞİ
 “Kadınım, Sevgisiz dokunma incinirim’’
Ankara Girişimci Kadınlar Derneği (AGİKAD), 8 Mart Dünya Kadınlar Günü’nde sevgiyi konu alarak topluma, “Kadınım, sevgisiz dokunma incinirim” mesajını verdi.
AGİKAD tarafından yapılan yazılı açıklamada, kadın sorunlarının Türkiye’nin kanayan yarası olarak güncelliğini her zaman koruduğu ifade edilerek öncelikli olarak şu noktalara dikkat çekilsin istiyoruz.
Yaşadığımız coğrafyada insanca yaşamak için gerekli temel haklardan yoksun bırakılan, söz hakkı kotalara bağlı olan, Türkiye’de nüfusun yüzde 49.6’sını, dünyada ise yüzde 49,7’sini oluşturan;
Hayatın hiçbir alanında eşit olmayan, internet çağında bile feodal yaşam koşullarına boyun eğen, geleceğine dair kararlarını genellikle erkeklerin verdiği, hala töre cinayetlerine kurban edilen, berdel geleneğiyle veya görücü usulle evlendirilen;
Sokağa çıkmasının suç sayıldığı, teknoloji çağında araç kullanmasının yasak olduğu, eğitim – öğretim hakkının olmadığı, erkek egemenliğine dayalı ülkelerde köle konumunda yaşamını;
Demokrasi ile yönetildiği ileri sürülen ülkelerde bile kotaya tabi tutulan, yönetim erklerinde adeta numunelik olsun diye sınırlı sayıda yer verilen, özgürlükleri kısıtlanarak eve hapsedilmeye çalışılan;
Gelişmiş toplumlarda bile magazin malzemesi olarak sunulan, beyni yerine bedeni öne çıkarılmaya çalışılan;
Doğurgan özelliğiyle bedeni üzerinde bile söz hakkı olmayan, geleceğini güvence altına alamayacağı sayıda çocuğu doğurmakla yükümlü olan;
Savaşın, şiddetin, açlığın, sefaletin kol gezdiği coğrafyalarda, doğurduğu çocukları besleyebilmek için sömürü düzeninin artıklarından beslenmeye çalışarak yaşam mücadelesi veren;
Hayatın her alanında üretirken eşit, tüketirken kota uygulanan;
Önce insan, sonra kadın olduğunu unutmadan, insanlığın kurtuluşunun kadının özgürleşmesiyle, eşit koşullarda yaşam hakkına kavuşmasıyla mümkün olacağına inanan ve bu uğurda mücadele eden;
Geri kalmışlığın kuşattığı toplumlarda yasa olmayan yasalarla recmedilen, aile geleneklerine göre ölüm fermanı verilen, işkence ve insanlık dışı her tür uygulamaya tabi tutulan kadın, eşit haklara sahip olduğu gün, yer yüzünde savaşın, sömürünün yok olduğu gün olacaktır denildi...
Açıklamada, kadının sosyal yaşamda özgürleşmesinin yolunun üretimden geçtiğine dikkat çekilerek, geliştirdiğimiz, Gelincik Anneleri projesiyle her evde bir gelincik yeşertmeyi hedefledikleri ifade edildi.
Onlarca annenin evinde ürettiği, el emeği göz nuru gelinciklerle çocuğuna aş, kitap, gelecek olabilme umuduyla yaşam mücadelesi verdiği belirtilen açıklamamızda;
Gelincik Anneleri’nin Dünya Kadınlar Günü’nde hatırlanmasının ayrı bir anlamı olduğu belirtilerek, eşlere, babalara; annenizin, eşinizin, kızınızın, gelininizin yakasına bir gelincik takın, her kadın bir gelinciktir, yaşama sevinci olun çağrısında bulunuyoruz.
Açıklamada; analar boyun bükmesin, evlerdeki işsiz kadınlar, engelliler, sığınma evlerindeki kadınlar tarafından üretilen Gelincik’le “şiddete hayır,sevgiye duyarlılık mesajı verilsin, kadının sofrasına ekmek, çocuğuna defter, kalem, ailesine sevgi, umut olunsun” istiyoruz denildi.
***
Not: 
Haber için fotoğraf seçimini web sitemizden yapabilirsiniz.
İlginize teşekkür ederiz.
  
GELİNCİĞİM
Kırmızından al da moruna kadar,
Kadın gibi anlamlı ten gibisin.
Kadife dikenlim çok ol, çiçeğim,
Beni temsil eden sen gibisin.
Şiddete dur diyen ben gibisin.

İpek gibi narin yapraklarınla,
Dayandın da sabah ayazına, hoyrat rüzgâra
Kavurucu sıcaklara da hazırlıklıydın da
Bir insan eli yetti seni soldurmaya
Yine de korkutmadı seni güneşe açmaya

Aileyi anlatan tohumların da,
Güneş gözlü çiçeğim boynu büküğüm,
Kadın şiddetinde dersler misali,
İnsaf.adım gibi adaleti arayanlarla,
Şiddete dur diyen ben gibisin.

Can kardeşler sen, senin gibi gönüllere git,
İçindeki şifaya, sen öncülük et,
Doğuştan kızların elleri kutsal,
Cennetten gelen anneye hürmet,

Gelincik misali koparılmadan,
Kadınlı erkekli sevgi bütünle,
İncitme kimseyi, nefsine ibret,
Senede bir gün de olsa,
Gelincikli mesajını, insanlığa, göklere yücelt.
İnsaf KILIÇ, 
AGİKAD (ANKARA) BAŞKANI