28 Mayıs 2014 Çarşamba

ŞEREF AYDOĞAN: "YENİ DEMOKRASİ’YE İLK ADIM; HAYATIM, HATIRATIM VE SİYASİ PARTİLER"

YENİ DEMOKRASİ’YE İLK ADIM;
HAYATIM, HATIRATIM VE SİYASİ PARTİLER
Şeref AYDOĞAN
Şeref AYDOĞAN 1965
Öncelikle hatırlatmalıyım ki, 12 Eylül 1980 darbesi ile Türkiye Cumhuriyeti Siyaset tarihinde 4. Cumhuriyet olarak tanımlanan; Acılı, ıstıraplı ve fırtınalı 27 Mayıs 1960 dönemi fiilen sona erdi. Dolayısıyla “emir kademe zincirine uygun olarak yapılan bu müdahale” 27 Mayıs darbesi ve 12 Mart muhtırasının ardından Türkiye Cumhuriyeti tarihinde resmi silahlı kuvvetlerin yönetime üçüncü açık müdahalesidir.
Bu müdahale ile dönem itibarıyla Süleyman Demirel 'in Başbakan'ı olduğu; Pahalılık, yolsuzluk, anarşi, terör-tedhiş ve ülke çapına yayılan kargaşayı önlemekte güçlük çeken, hatta başarısız olan, güçsüzleşen, başıbozukluğa yenik düşen hükümet görevden alındı. Hakkaniyet, adalet ve eşitlikle hükümferma olma yeteneğini yitiren Türkiye Büyük Millet Meclisi, fesih ve ilga edildi. 12 Mart 1970 post modern askeri müdahale ve muhtırası sonucu kısmen revize ve rehabilite edilerek değiştirilen 1960 Anayasası tamamen rafa kaldırıldı. Türkiye Cumhuriyeti siyasetinin yeniden tasarlandığı ve aşama, aşama yeniden yapılandırıldığı bir dönem başladı.
Şeref AYDOĞAN 1968
Merak eden gençler için hatırlatmak gerekirse; 12 Eylül 1980 askerî müdahalesinin asli sebep ve gerekçeleri arasında ülkede yaygınlaşan siyasi cinayetler, yaygın anarşi, terör-tedhiş; Süleyman Demirel (AP) hükümetinin yetersiz, yeteneksiz ve iktidarsızlığı ile parlâmento’nun birçok tur ardından Cumhurbaşkanı'nı seçememesi ve 6 Eylül 1980 günü Konya'da Necmettin Erbakan önderliğinde yapılan, şerîat istemli, Cumhuriyet, adalet ve hukuka karşı tehdit içeren bir kalkışma girişimi olarak nitelenen kalkışma / yürüyüş gösterildi.
Dahası, Askeri müdahalenin ardından, siyasi cinayetlerin çok kısa sürede sona ermesi, bütün memlekette emniyet, huzur ve güvenliğin tam olarak sağlanması, günlük yaşamın bütün yönleriyle normale dönmesi, halkı memnun ve mutlu etti. Fakat belirli akım ve kesimler başta ordu olmak üzere güvenlik güçlerinin şiddet eylemlerini darbe öncesinde neden önlemediği ya da önleyemediği sorularını sormaya ve öküz altında buzağı aramaya, hazır sakinleşmiş ortamı tekrar bulandırmaya, fitne yaratmaya koyuldular. 
Bu meyanda üretilen dedikodu ve fitneler arasında, ABD yönetiminin TSK tarafından hazırlanan darbeden önceden haberdar olduğu ve darbe gecesi Başkan Jimmy Carter'a “bizim çocuklar işi bitirdi..” anlamında bir mesajın, bir toplantının ortasında iletildiğinin duyurulması 12 Eylül 1980'de Amerika'nın rolü konusunu çeşitli odaklar boyutunda tartışmalara yol açtı.
FIRTINALI GÜNLER ÇABUK GEÇTİ
Şeref AYDOĞAN 1969
            Nihayet fırtınalı günler çabuk geçti. 1980, 81 ve 82 Milli Güvenlik Konseyinin yoğun faaliyetleri, yeni anayasa hazırlıkları ve o güne değin bütünüyle bozulmuş, deforme ve laçka edilmiş, tefessüh (fesih olmuş, yok olmuş) etmiş, yozlaşmış idari, mali, sosyal, kültürel ve toplumsal düzenin yeniden tesis, temin, ikame ve idame çalışmaları ile geçti. Gerçek o’ki, 1980 öncesi anlamında siyasi partilerin yokluğundan, “bütün zamanların mutlu azınlığı” addedilen küçük bir rantiye kesim hariç olmak üzere, milletin kahir ekseriyeti halinden memnun ve gidişattan yana mutlu idi...
Ta ki, Anayasa oylanıp onaylanıncaya, 2820 Sayılı Siyasi Partiler Kanunu Kurucu Meclis tarafından kabul edilip “yeni demokratik düzene geçişin ilk adımları atılarak”, yıllar sonra “acemi, öncü, taklit ve aslında emanetçi/vesayetçi” olarak algılayıp tanımlayacağımız; 1980 Anayasa’sında “Demokratik Siyasi Hayatın Vazgeçilmez Unsurları” siyasi partiler tek tük kurulmaya başlayıncaya kadar!... Nihayet olan oldu ve “bu günlerin öncüsü, yarınların sözcüsü, yeni siyasetin emanetçi teşekkülleri”nin meltemsi rüzgârları esmeye başladı…      
1983 YILI MAYIS AYI…
O tarihlerde ben Yargıtay Cumhuriyet Baş Savcılığında kıdemli, makbul ve mutemet bir memurum. Tam da yeni siyasi partilerin peş peşe kurulmaya başlandığı ateşli, heyecanlı günlerdi. Bir gün dönemin Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı Firuz Çilingiroğlu beni makamına çağırarak; “Bize yeni bir görev verildi, bu görevi senin yürütmeni istiyorum” diyerek, elime 2820 sayılı siyası partiler yasasını ihtiva eden resmi gazeteyi verdi;
“Bunu dikkatle incele ne yapılması gerektiği konusunda bir rapor hazırla” dedi.
O hafta sonu, hiç vakit kaybetmeden derhal başlamak üzere, yaklaşık iki ya da üç gün bu yeni yasa üzerinde çalışarak; “Siyasi parti sicil profilinin nasıl oluşacağı, merkez ve örgüt faaliyetleri hakkında ne gibi dosyaların tutulacağı ve genel kontrol, takip ve koordinasyona ilişkin olarak” hazırladığım tasarıyı kendilerine arz ettim. Taslağı aldı ve birkaç gün süreyle aralıksız olarak, sürekli bu taslağı inceledi, savcılarla danışmalarda bulundu, Yargıçlara gitti-geldi ve sonuçta beni makamına çağırarak: “Al bunu, iyi, beğendim, çok güzel olmuş. Hiçbir yerine dokunmak, eklemek, çıkartmak ve her hangi bir değişiklik yapmak gerekmedi. Aferin. Seni kutlarım. Haydi ekibini kur ve uygulamaya başla” diye emir verdi…
YCBS SİYASİ PARTİLER BÜROSU KURULUYOR..  
Şeref AYDOĞAN 1969
Yargıtay Cumhuriyet Baş Savcısı Firuz Çilingiroğlu’ndan böyle güçlü bir emir, yetki ve kuruluş talimatı alır almaz derhal harekete ve faaliyete geçtim. Projelendirdiğim tasarıyı, tam bir dikkat, itina ve özenle çalışarak kısa sürede hayata geçirdim. Bunun için gerekli bütün ekipman, donamım ve kadro desteği zaman içinde peyderpey sağlandı. Özellikle ve öncelikle Sayın Başsavcımız, bilgi ve birikim sahibi kıdemli arkadaşlarla istişare ederek büro ve sistemi kısa sürede kurdum. Bir yandan da yeni siyasi partiler teşekkül ediyor, hızla siyaset sahnesine çıkıyor ve akabinde üye kayıt, politika üretme ve örgütlenme faaliyetlerine başlıyorlardı. 
Bundan yaklaşık otuz yıl önce, “Türkiye’de ilk” olarak kurduğum düzen, bugün halen güncelliğini koruyor. Elektronik sistem, yaygın bilgisayar desteği, dijital veri arşiv CD/DVD ortamı, hızlı ve hatasız erişim, iletişim ve bilişim, bilgi paylaşımı imkânları ile desteklenmiş olarak özel tabanında mükemmel bir biçimde çalışıyor. Bu sistemde, örneğin bundan 30 yıl önce arşivlenen bir belge, üye kaydı veya her hangi yazışmaya sadece bir dakika gibi çok kısa bir sürede ulaşmak mümkün olmaktadır..
BİRAZCIK BAŞA SARALIM…
            Yukarda anlattığım ve ayrıntılı açıkladığım kurulumun ilk nüvesi tamamlanmış, düzen oturmuş ve sistem işlemeye başlamıştı. Bütün dosyalar sistematik bir düzen ve bilhassa özenle etiketlenmiş biçimde kullanıma hazırdı. Tam biz işleri bitirdik ki, partiler de bir bir kurulmaya başladı. Artık kurulan her parti için bir sicil dosyası açıyordum. Bu arada medya çok yakından ilgileniyordu. Gazeteciler ile çoğu köşe ve sütun yazarları (Medya mensupları) bizim servisi mekân tutmuş, neredeyse gün boyu benimle beraber mesai yapıp, aldıkları haberlerini sabah, yayınlanmış şekliyle getirip gösteriyorlardı.
            PARTİLERDE BÜYÜK HEYECAN;VETO KORKUSU
Şeref AYDOĞAN 1970
            Partiler ilk kuruluşlarında Milli Güvenlik Konseyi denetiminden geçiyor; Zaman, zaman bazı parti kurucuları veto ediliyordu. Veto edilen kurucuların yerine en kısa sürede yeni kurucular bildiriliyor, onlar da konsey denetiminden geçiyor, tekrar tekrar inceleme, değerlendirme ve elemeye tabii tutuluyorlardı. Dolayısıyla bu durum, yeni kurulan partiler için büyük bir heyecan kaynağı ve aynı zamanda en büyük korkuları idi.. Ta ki 30 kurucu tamam olana kadar bu heyecan, stres ve koşuşturmaca aralıksız devam ediyordu. 30 ve daha yukarı kurucuya ulaşan parti, adeta bayram ediyor, büyük sevinç yaşıyordu. Hâttâ, kurucuları tamamlandığında, Halkçı Partide görevli Cemile hanımın, boynuma sarılarak, o an için duyduğu büyük sevinci benimle paylaşmasını hiç unutmuyorum.
            İLGİNÇ BİR OLAY!...
            Bir partiye veto ile ilgili tebligata gittiğimde, baktım ki hepsi birden istifa etmişler!. Bu nedenle tebligatımı kimse almak istemedi. Ne yapacağımı şaşırdım. Sıcak Ağustos ayı, ben oruçluyum. Partide mahsur kaldım. Devreye Sevgili başsavcım telefonla girmek suretiyle beni büyük bir dertten kurtardı. Neden sonra tebligatı yapıp çıktım...
            SEÇİME KATILABİLME SÜRESİNİN SON GÜNÜ…
            Seçime katılabilme süresinin son gününde, Konsey’den gelen bildirimin Doğru Yol Partisi (DYP) (bugünkü Demokrat Parti) ve SODEP’nin bildirimine ilişkin yazılar akşamüzeri geç saatte geldi. Öyle ki, ben, zorunlu yasal tebligatları yaptıktan sonra tekrar başvuru süresi geçmişti. Bazı basın ve yayın organlarında, bu gecikmenin Başsavcılığımızdan kaynaklandığı şeklinde haberler yer aldı. Oysa tebligatları ben yapıyordum. Gecikme tamamen konseyden kaynaklanıyordu. İşte bu sebeple, seçime katılma hakkına sahip oldukları halde, sadece tebliğ ve tebellüğ gibi son derece basit bir sorun yüzünden iki parti maalesef seçimlere katılamadı. Böylece, sadece üç parti seçime katılmış oldu!..
Şimdi, döneme ilişkin bazı özellikli olaylar ve anekdotlara bakalım..
            SİYASİ YASAKLAR VE ÖZALLI YILLAR…
Şeref AYDOĞAN 1971
Biraz baştan alarak günceli hatırlatmak gerek sanırım.
Şöyle ki; 07 Kasım 1982'de yeni Anayasa halkoyuna sunuldu ve % 91.3 oyla kabul edildi. Aynı oylamayla Milli Güvenlik Kurulu onaylandı ve Devlet Başkanı sıfatıyla Kenan Evren de 7. Cumhurbaşkanlığına seçildi. Seçimlerin 6 Kasım 1983'te yapılacağı açıklandı. Bu açıklamanın ardından 1983 ortalarında bütün siyasi faaliyetler serbest bırakıldı. Ancak Milli Güvenlik Kurulu işleri sıkı tutmayı sürdürüyordu. Bir Parti kurulurken, MGK'ya kurucuları inceleme, değerlendirme ve icabında veto etme yetkisi verilmişti.
1980’de kapatılan partilerden CHP'nin tabanına hitap eden Erdal İnönü'nün kurduğu SODEP; Adalet Partisi'nin devamı olarak, Emekli General Ali Fethi Esener Başkanlığında kurulan Büyük Türkiye Partisi ve Doğru Yol Partisi de vetolardan nasibini almış; Hatta Ali Fethi Esener Paşa tarafından kurulan Büyük Türkiye Partisi, çok kısa bir sürede kapatılmıştı. Böylece Seçimlere, Turgut Özal'ın başında bulunduğu Anavatan Partisi (ANAP); Necdet Calp'in başına geçtiği Halkçı Parti ve Turgut Sunalp'in Milliyetçi Demokrasi Partisi katıldı. 
ANAP, CALP, RAP RAP!..
06 Kasım 1983 seçimleri sonucunda ANAP tek başına iktidara geldi. 12 Eylül 1980 askeri müdahalesinden sonra, IMF politikalarını uygulamak amacıyla Bülent Ulusu kabinesi ve Hükümeti’nde ekonomiden sorumlu Başbakan yardımcılığı yapan ve göreve getirildikten 22 ay sonra, 14 Temmuz 1982 yılında istifa ederek, 20 Mayıs 1983'de Anavatan Partisi'ni kuran Turgut Özal yeni hükümeti oluşturdu. (ANAP % 4 5:212,  HP % 30:117,  MDP:71 )
06 Kasım 1983 seçiminde 400 kişiden müteşekkil o gün ki parlamentoda % 45 oyla 212 milletvekili çıkararak iktidar olan; 45. dönem Başbakanı Turgut Özal, 1984 yılında ifa ve icra edilen, yerel seçimlerde de “mahalli yönetimlerde” iktidar oldu. Diğer taraftan, 25 Mart 1984'te yapılan yerel yönetim seçimlerine katılan Sosyal Demokrat Halkçı Parti (SODEP) ise ANAP’ın ardından % 23.4 oy alarak ikinci parti oldu.
Şimdiki adı Demokrat Parti (DP) olan ve Adalet Partisi (AP)'nin devamı biçimi kabul ve millete ilân edilen DYP (Doğru Yol Partisi) 1983 yılında kurulduğunda Genel Başkanlık görevine Ahmet Nusret Tuna getirilmişti. Ahmet Nusret Tuna ancak 1 ay kadar partiye Genel Başkanlık etti. Ardından Yıldırım Avcı Genel Başkanlığa geldi. 1985'te toplanan Olağan Büyük Kurultay’da Hüsamettin Cindoruk'a yenilerek Genel Başkanlık görevini bıraktı.
Diğer taraftan, 13 Nisan1984'te toplanan SODEP (Sosyal Demokrat Parti)’in 1. Küçük Kurultayında Genel Başkan Erdal İnönü “solda tek çatının şart olduğunu” söyledi. Arkasından 26 Eylül 1985'te Gürkan ve İnönü SODEP ve HP’nin birleşme protokolünü imzaladılar. İş bu yeni partinin adını da Sosyal Demokrat Halkçı Parti olarak açıkladılar. HP kurultay toplanarak partinin adı SHP olarak değiştirildi. Ardından toplanan SODEP kurultayında parti feshedildi ve SHP'ye katıldı. 30 Mayıs 1986 tarihinde SHP’nin 1.Kurultayı toplandı ve Erdal İnönü’yü mutabakatla genel başkanlık görevine getirdiler.
Nihayet, 14 Kasım 1985'te Rahşan Ecevit tarafından kurulan DSP, eski Halkçı Parti 'den ayrılıp bağımsız kalmış, ya da SHP'den görüş ayrılıkları nedeniyle istifa ederek ayrılmış kimi milletvekillerinin katılmasıyla TBMM'de grup oluşturabildi…
            BU SÜREÇ ÇOK HAREKETLİ VE YOĞUN GEÇİYORDU…
Şeref AYDOĞAN 1979
            Bu dönem, Siyasi Partiler kuruluşlarını gerçekleştirdikten sonra, kanunda öngörülen ve şart koşulan asgari sayıda teşkilat kurma çalışmaları, adeta bir rekabet ve yarış ortamında başladı. Öyle ki parti sayısının sürekli arttığı, bir takım ayrılma ve birleşmelerin yaşandığı, çok yoğun bir teşkilâtlanma faaliyetinin sürdüğü hızlı bir çalışma ortamına girmiştik. O kadar çok teşkilat kuruluş, kongre ve sair işlem evrakı geliyordu ki; Tercüman gazetesi yazarı Reşat Yazıcı bir haberinde “Başsavcılık adeta evrak mezarlığına döndü” diye yazmıştı. İşte o zaman toplam topu topu 15 parti teşkilatı vardı…
Şimdi teşkilatı olan olmayan 78 parti mevcut. Varın gerisini siz hesap edin!..
            Neyse, bir taraftan parti kuruluşları gerçekleşirken, diğer taraftan da üye kayıtları hız kazandı. Siyasette hareketlilik artmış; Parti bağlamında siyasi faaliyetlerde büyük yoğunluk başlamıştı. O zamanlar, data/veri kayıtları bilgisayara işletmenlerce yapılıyordu. Burada özellikle ifade edeyim; Türkiye’de bilgisayar, ilk defa, Yargıtay Cumhuriyet Baş Savcılığı “Siyasi Partiler Bürosunda” kullanılmaya başlandı. Bu da, “siyasi sicil bürosu” tarihinde mutlaka dikkate alınması, unutulmaması ve not edilmesi gereken önemli bir konu olsa gerek!
            SİYASİ PARTİLER ARASI ÜYE KAYIT YARIŞI VE
KAYITLI ÜYE SAYISINDA REKABET…
           Bugün olduğu gibi, önceden de partiler arasında üye sayıları konusunda kıyasıya bir yarış ve amansız rekabet vardı. O zamanlar partilerin üye kayıtlarında hayali (sahte) kayıtlar yazımlar, daha önceden bildirilen bir üye grubunu tekrar bildirmek, seçmen sandık listesini bir partinin üyesi gibi göstermek gibi eğilim ve alışkanlıklar vardı.
Çok açık ve net bir örnek vermek gerekirse; Anavatan Partisinin Malatya İli merkez ilçesinde olduğu gibi, bir üyeye birden fazla sıra numarası vermek suretiyle 17 bin üye’yi 35 binmiş gibi göstermek; Van ilinde bir kahvehanede yapılan 4 bin üye kaydı v.d. gibi..
Bu tür mükerrer, sahte, mezarlık mahsulü ve abartma kayıtların, resmi bildirim dönemi değil; Tam tersine dönem dışında gönderilmesi enteresandır. İşin garibi bu ve buna benzer bir takım sahte, şaibeli, uydurma/düzenleme kayıtların doğrudan büromuza elden teslim edilmesi yerine; Başsavcılığımız adına postaneden ilçe seçim kuruluna üye listesi gönderilme yolunun tercih edilmesi gibi, hileli, kurnazca ve şaibeli yöntemlere başvurulması idi…
VERİLEN RESMİ VE MUKAYYET
(KAYITLI/ZİMMETLİ) BİR LİSTENİN, BEREKETLİ DÖNÜŞÜ… 
Şeref AYDOĞAN 1980 Polatlı
Hiç unutmam; Milletvekili Mehmet Pürdaroğlu bir gün büromuza gelerek; “Partilerine ait kayıtlı üye listelerinin aslının tarafımıza gönderildiğini, bu listenin kendilerine verilmesini, zira ihtiyaca binaen asıl listenin fotokopisini alıp geri vereceklerini” söylemesi üzerine, 23 bin civarındaki üyeye ait asıl listeyi (tedbir olması bakımından) onaylayıp teslim ettik. Aradan bir süre geçtikten sonra, dönüşünde 123 bin üye listesi geldi. Durumu derhal fark ederek, mezkür parti ile ilgili Savcıya haber verdik. Bahse konu sözde Milletvekilini Savcımız Ahmet Şükrü Dağlı makamına davet edip, durumu kendisine özenle anlatarak; “Bu tasarrufunuzla siz, bizi, adeta iğfal ettiniz” demesi üzerine Mehmet Pürdaroğlu isimli milletvekilinin utancından nasıl da kızarıp, mahcubiyetinden terlediğini hiç unutmuyorum.
Tabi ki bu arada teslim ettiğimiz kadarını alıp gerisini iade ettik.
BURADA BİR MESELE VAR!...
            Maksadı her ne olursa olsun; Şimdi ve daha evvelinde bunca üye kayıtları yapılıyor ancak, her ne hikmetse çok az yerlerde ve nadiren ön seçime gidiliyor! Eğer, insan hakları, evrensel hukuk, adalet ve demokrasinin “olmazsa olmaz” zorunluluğu ön seçim yapılmayacak ise, bunca üye kaydına ne gerek var?.. Zaten üye’ye bir şey sormadıktan, danışmadıktan, üye ile birlikte çalışmadıktan ve Kanun gereği “KİTLE PARTİSİ” olamadıktan sonra!.. Üye kaydı yapsan ne olur?, yapmasan ne olur?..
Yine, Anayasa ve Kanun gereği zorunlu “Parti içi demokrasi” ise, maalesef hiç birinde yok!.. İsimlerine Parti deniliyor ama, Anayasa, Kanun ve mevzuat anlamında tek parti yok!.. Buda demektir ki, partilerde üyelerin; Anayasa, Siyasi Partiler Yasası ve Seçim Kanunlarının zorunlu kıldığı Demokratik, ahlâki, eşit, adil ve hukuki normlarda seçme ve seçilme hakkı söz konusu bile değil, belki de bu demokratik hak asla kullandırılmıyor. Dolayısıyla ortaya çıkan tablo da buna göre büyük bir çelişki ifade ediyor. Partiler var, üyeler var ama demokrasi yok!.
Bir başka enteresan tespitim de şu: Bu ezeli rekabet ve kıyasıya üye bildirme yarışına mukabil her zaman iktidar Partisine ait üye sayısı “en fazla” olur. Zira vatandaş üye olmazsa işe giremez, kamusal bir işe girdiği takdirde de üye olmak yasaktır. Ne yaman bir çelişki!..
            Yeri gelmişken vurgulamakta yarar var. YCBS Siyasi Partiler Büromuzla, parti genel merkezleri arasında sıkı, düzenli ve sürekli irtibat vardır. Bu irtibat kesintisiz olarak sürer. Hiç bir siyasi parti ile büro ilişkileri arasında kopukluk, soğukluk ve çekince vaki olmaz. Resmi iş, işlem ve ilişkilerin daima karşılıklı güven, samimiyet, sorumluluk ve karşılıklı itimada dayalı olarak devamlılık arz etmesi ve sürdürülebilir olmasına önem verilir.
            İKTİDAR VE MUHALEFET ARASINDAKİ BARİZ FARK..   
Şeref AYDOĞAN 1980 Polatlı
            Otuz yıldır gözlediğim çok garip ve enteresan bir mesele daha var. Şöyle ki, iktidara ve / veya iktidar Partisine mensup çalışanlar, memur (ve müstahdemler bile) Yargıtay da ki büromuza girişlerinde dimdik ve hışımla girer; Diğer partilere mensup çalışanlar ise gayette normal, sakin ve temkinli, bazen da korkak-ürkek ve çekinceli giriş yapar. Velev ki, iktidarın değişmesi halinde, söz konusu giriş vaziyetleri de derhal değişir... Bu sefer, tam tersi olur.
            Meselâ, Partilerin ilk kuruluşlarında, kurucu üyeler üzerindeki heyecanı bir süre sonra kaybettiklerini fark eder, artık ilk günlerdeki eski heyecanlarını göremezsiniz. Zira aralarında zamanla başlayan makam-mevki sürtüşmesi, rekabet, kıskançlık, çekememezlik, hor görme, küçümseme ve istihza başlar. Hatta çoğunlukla bir takım kurucular gidişata kızıp partilerinden ayrılırlar. Bu defa da ayrılanların birkaçı gidip yeni parti kurarlar...
            NEDEN PARTİ KURARLAR?..
            İçinde bulundukları, kayıtlı ve dahi görevli oldukları partilerinde başarılı olamayıp, kendilerine uygun bir yer edinemeyenler, görev verilmeyenler ya da umduklarını mevcut siyasi partide bulamayanlar, gün gelir mutlaka yeni bir parti kurmaya soyunurlar. Bu insanlara neden parti kurmak gerektiğini sorduğumda; ‘bu iktidarla (veya bu partide) bir yere varılmaz, mevcut partilerin her biri için ayrı olumsuz gerekçe belirterek bu boşluğu biz dolduracağız” derler. Sonunda kendileri de yukarıda ki tanıma uyarlar. Bazıları da protokolde yer almak için parti kurar. Şu an için hiç faaliyeti olmayan, ulaşılamayan, tebligat yapılamayan partiler var.
Ama maalesef “yasal boşluk” nedeniyle hiç bir şey yapılamıyor.
Şeref AYDOĞAN 1981 Patnos
            SİYASETTE PARTİLERİN GELECEĞİ..
            İlk başta ülke idaresine talip olarak yola çıkılır.
            Yeni kurulmuş bir partinin geleceği, kuruluş belgelerinin düzenli olması ve işlerinin düzen, intizam ve disiplinle takip edilmesinden anlaşılır. Son on yıl içerisinde kurulan siyasi partilerin hiç biri gelişme gösteremez diye düşünüyor ve durumlarını ümitsiz görüyorum.
           Bunun yanında parti işlerini çok ciddi takip edenler de var. Bazı partiler ilk seçimden aldığı sonuca göre kapanma yoluna gider. Bazı partiler ise benzer isimle kurularak diğer partiyi zor durumda bırakmak bir şeyler elde etmek isterler. Bazıları da partili kimliği taşımak amaçlı kurar. 
            GENELLİKLE “NE İÇİN” PARTİ KURARLAR?..
            Bazıları, cazip isim koyup, alan kapatarak, patent alarak ve isimleri tekelleri altında tutarak, bir anlamda “ilerde kullanılması mümkün” isimleri sahiplenerek; Başka birileri aynı adla parti kurmak istediğinde “isim hakkını” satın almalarını sağlamak için,
            Bu tip sansasyoncu ve spekülâtörler, elektronik adresler ve WEB SİTESİ domain’leri da alarak, partiler üzerinden haksız kazanç sağlarlar..
           Kimisi, belirli bir zaman sürecinden yararlanarak, “kâğıt üzerinde” (aslında var olmayan) gerçek dışı örgütler oluşturmak suretiyle seçime katılma hakkını alıp, bu hakkı yeni kurulmuş veya seçime katılma hakkı bulunmayan başka partilere büyük çıkarlar karşılığı devir ve temlik etme (satma) amacıyla,
            Başka birileri ise; Anayasa, kanunlar ve mevzuatın partilere tanıdığı özel ayrıcalık, değişik hak, muafiyet, istisna, imkân ve imtiyazlardan yararlanmak veya kötü niyetli aşırı uçlar ile istismarcı grupları menfaat karşılığı yararlandırmak için,
            En sık ve en yaygın görüleni ise; Bir parti kurup, bir şekilde iktidar, koalisyon ortağı veya iktidara yakın olunduğunda kamu imkânlarından yararlanmak, menfaat sağlamak veya hırs ve ihtiraslarını tatmin etmek için parti kurmaktır. 
            Parti kuruluş tarihlerine baktığımızda, özellikle (Milletvekili genel ve yerel) seçimler öncesi ve seçimler sonrası parti kuruluşları daha fazla olur.
            Son zamanlarda yasak olmasına rağmen birde ticari faaliyette bulunma furyası başladı.
            Biz bu konuda, Başsavcılık ve Başkanlık yoluyla 2820 Sayılı Siyasi Partiler Yasasında değişiklik, yeni düzenleme, ek ve çıkarma istemlerinde bile bulunduk. Örneğin: Ayrıntıları aşağıda görülen haber; Sunuşunda da açıkça ifade edildiği gibi, yaşanan sorunların derinliğine anlatıldığı ve çözüm önerilerinin de birlikte sunulduğu yazışmalarımızdan “özgün örnek” olarak ileri sürülebileceklerden sadece bir tanesidir. Haber ve yazı basında yer aldığı biçimde ve aynan aşağıdaki gibidir:  
            “TBMM BAŞKANLIĞINA YAZI YAZILDI..
Mevcut ve mer-i 2820 Sayılı Siyasi Partiler Kanunu, tam bir dikkat, dürüstlük, eşitlik, adalet ve tarafsızlıkla uygulanamıyor. Üstelik, yasayı ihlâl, görevi ihmal ve suiistimaller de (yeterince ve gerektiğince) takip edilmiyor!..
Yargıtay: Siyasi Partiler Kanunu değişsin
Yargıtay, siyasi parti adı altında ticari faaliyet yapıldığına dikkat çekerek Siyasi partiler Kanunu'nda değişiklik yapılmasını istedi
Dünya Bülteni/ Haber Merkezi, 10 Aralık 2013 - Ankara
Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı, 30 kişinin bir araya gelerek parti kurabildiği, son zamanlarda ticari faaliyette bulunma amacıyla siyasi parti kurulduğu ve siyasi parti isminin verdiği kolaylıklardan yararlanarak kafeterya, türkü evi, restoran gibi yerler işletildiğine dikkati çekerek, “Siyasi Partiler Kanunu'na bu konuda yeni bir ceza hükmü” eklenmesini önerdi.
Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı Hasan Erbil imzasıyla TBMM Başkanlığı'na, Siyasi Partiler Kanunu'nda değişiklik önerilerinin yer aldığı bir yazı gönderildi.
SİYASİ PARTİLER BÜROSU’NUN TAHKİMİ
Değişiklik önerisi yazısında;
Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı Siyasi Partiler Bürosu'nun teknik alt yapısının güçlendirilmesi, ihtiyacı karşılayacak kadronun ihdasının sağlanması, siyasi parti sicil kayıtlarının daha hızlı, işlevsel, kolay ve denetlenebilir şekilde tutulmasının sağlanması için Siyasi Partiler Kanunu'nda maddelerinin güncellenmesi amacıyla; TBMM'de grubu bulunan partilerin ve Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı temsilcilerinin katılımıyla bir çalışma yürütüldüğü anımsatıldı.
Söz konusu yazıda, bu çalışma sonucunda ortaya çıkan değişiklik önerilerine yer verildi.
SAHTE ÜYE KAYITLARI
Siyasi Partiler Kanunu'nda önerilen değişiklikle, siyasi partilere üye olma ve üyelikten çekilme başlıklı madde yeniden düzenleniyor.
Buna göre, siyasi partiler tarafından bir kişi ilk defa üye kayıt edilirken, kişinin daha önce bir siyasi partiye üye olup olmadığı sorgulandıktan sonra, ayrıntılı bir üye kayıt formu düzenlenecek. Başvuru, üye olacak kişiye referans olan partililer, kaydı yapan parti görevlisi ve üye adayı tarafından birlikte imzalanarak kabul edilecek.
Partiye giriş işlemlerini gösteren üyelik beyannamelerinin birer örneği ilçe ve il teşkilatlarında, alfabetik sıra esasına göre tasnif edilmiş olarak ayrı bir dosyada saklanacak.
Bu düzenleme ile kişilerin bilgileri dışında siyasi partilere sahte üye kayıtlarının önüne geçilmesi ve siyasi parti sicillerinin tutulmasında kolaylık sağlanması amaçlanıyor.
SİYASİ PARTİ ADIYLA TİCARET
Siyasi Partiler Kanunu'nun "Kanuna aykırı bağış, kredi veya borç alınması, borç verilmesi" başlıklı maddesinde de değişiklik öneriliyor.
Maddeye, "Anayasa ve bu kanun hükümlerine aykırı olarak ticari faaliyette bulunan siyasi parti sorumluları, 500 günden az olmamak üzere adli para cezası ile cezalandırılır ve ticari kazanç sağlanan yerin kapatılmasına karar verilir" hükmünün eklenmesi öneriliyor.
Önerinin gerekçesinde, 30 kişinin bir araya gelmesi ve kuruluş bildiri ve belgelerinin İçişleri Bakanlığı'na verilmesi ile siyasi parti kurulabildiği belirtildi.
Gerekçede, "Son zamanlarda ticari faaliyette bulunma amacıyla siyasi parti kurulduğu ve siyasi parti isminin verdiği kolaylıklardan yararlanarak kafeterya, türkü evi, restoran gibi yerler işletildiği ve gerek güvenlik gerekse mali denetimlerden kaçınmaya çalışıldığı görülmektedir" ifadesine yer verildi.
TEKNİK ALTYAPI DESTEĞİ
Seçimlerde alınan tedbirlere uymayanlara uygulanan 3 aydan 6 aya kadar hafif hapis cezasının, 90 günden 180 güne kadar adli para cezasına dönüştürülmesi öngörülüyor.
Söz konusu değişiklikle, yeni TCK'nın hükümlerine uyum sağlanması amaçlanıyor.
Öneriler arasında, siyasi parti üye kayıtlarının ve sicil dosyalarının elektronik ortamda tutulması konusunda duyulan ihtiyaç ve bu kayıtları tutmak ve aktarmakla sorumlu olan kişilerin belirlenmesi amacıyla aynı kanunda bir değişiklik öngörülüyor.
SİYASİ PARTİ SİCİLLERİ
Kanunda önerilen diğer bir değişiklikle, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı'nın, siyasi parti sicil dosyaların tutulması, dosyalardaki güncellemelerin daha hızlı bir şekilde takip edilebilmesi için teknik altyapısının güçlendirilmesi amaçlanıyor. Değişiklik, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı'na ek kadro ve gerekli görülen durumlarda sözleşmeli personel çalıştırma imkânı sağlıyor.
TBMM BAŞKANLIĞI’NA GÖNDERİLEN YAZI
Meclis Başkanlığı'na gönderilen yazıda, Siyasi Partiler Kanunu'nun işlevini yitirmiş maddeleri ile yürürlükten kaldırılma ve Anayasa Mahkemesi kararları nedeniyle içeriği boş hale gelen maddelerin de kanun metninden çıkarılmasına ilişkin öneri de yer alıyor.”
            İşte bahusus haber böyle…
İnternette bir tarama yapsanız daha ne haberler çıkar!..
Üstelik şimdi, AB’nin çifte standartları, art niyet ve gizli hesapları nedeniyle olsa gerek, artık parti kapatmak da mümkün olmuyor. Bu nedenle, “parti kapatmanın” mümkün olduğu zamanlarda, daha kuruluş aşamasında bile bin türlü hileden geri kalmayan, adlarının başında “parti” sözcüğü bulunan “bazı organize teşekküllerin” şimdi neler yaptığının ve daha neler yapabileceğini hayal bile edemezsiniz.   
            PEKİ NE YAPMALI?..
Şeref AYDOĞAN 1997
            Aslında parti kuruluşu bu kadar kolay olmamalı. Kuruculara dikkat etmeli. Toplumda iyi şöhret sahibi olmayan geçmişi karanlık, iş ve iştigal alanları şaibeli, yüz kızartıcı, nitelikli suç işlemiş mücrimlere; “affedilmiş olsalar bile” insanların canı, malı ve namusuna tasallut etmiş kimselere kesinlikle “parti kurucusu” olma izni ve imkânı verilmemelidir. Bunun yanı sıra: İyi insan, iyi vatandaş, namuslu, dürüst, onurlu ve sorumlu partiler istikametinde ciddi, caydırıcı ve “fazilet timsali” kanaat önderlerini teşvik ederek, siyasette ileri çıkaracak, adalet ve hukuk istikametinde bir takım önlemler alınmalıdır.
            Zira partiler kuruluşlarında sonraki yasal, insani ve vicdani yükümlülüklerini yerine getirmiyorlar. Bu nedenle, gerçek siyaset yapacaklar görev almalı. İlgili makamları gerçekten meşgul ediyorlar. Bununda ciddi bir yaptırımı olmalı. “Partiler siyasi hayatın vazgeçilmez unsuru!” Ancak, bu parti enflâsyonu içerisinde, “siyaset yaptığını sanan çakma, dayatma ve güdümlü, taşıma sulu kalabalıkların” kesinlikle bu tanım ve anlatımla bağdaşmadığını, ANA yasa’ya bazı ters durumların olduğunu veya yine malum kesimlerce Anayasa’nın ilgili tanım ve başlığının sulandırılmış hali olarak görüyorum. Öyle ki bazı yaptırım, bildirim, yahut işin sonunda tahakkuk eden hazine alacağı, ödenmeyen kiralar, elektrik, telefon, su paraları gibi yasal alacaklarda; Açık ve aktif göründüğü halde, gerçekte kendi kendine kapanmış olan kimi “adı kalıp, sanı olmayan” partilerde muhatap bulunamıyor.
            BAZI HATIRLATMALAR
SİYASET VE SİYASİ PARTİLERDEN ANEKDOTLAR…
            Aslında Turgut Özal’ın isteği ve bazı mihrakların bastırması sonucu; 1987 yılında yapılan referandum ile siyasi yasaklar kalkmış ve Bülent Ecevit, Alparslan Türkeş, Süleyman Demirel ile Necmettin Erbakan yeniden siyasi arenada yerlerini alabilmişlerdir. Bülent Ecevit Demokratik Sol Parti'nin, Alparslan Türkeş Milliyetçi Çalışma Partisi'nin, Demirel Doğru Yol Partisinin, Erbakan ise Refah Partisi'nin genel başkanları oldular.
            Şimdilerde, İşçi Partisi’nin eş kurulu, Milli Merkez organizasyonunun başkanı rolünü üstlenen Hüsamettin Cindoruk 1987 yılında siyasi yasakların kalkması üzerine Süleyman Demirel'in genel başkanlığa geçmesi amacıyla istifa etti. Akabinde Süleyman Demirel genel başkanlığa seçildi. 1987 Genel Seçimlerinde, ANAP %36,31 oyla 292 milletvekili çıkarmış ve Özal tekrar çoğunluğu sağlayarak 46. Dönem Başbakanı olmuştur.
1987 seçimlerinde DSP iki milyonu aşkın (% 8,54) oy almasına rağmen barajın altında kalması nedeniyle milletvekili çıkaramadı. %24,74 oy alan SHP ve  %19,1 oyla DYP, 1987'de meclise giren partilerdir.
26 Mart 1989 yerel seçimlerinde SHP; Başta İstanbul, Ankara ve İzmir illeri belediye başkanlıkları ile 39 ilin belediye başkanlıklarını kazandı. Ayrıca il genel meclisi seçimlerinde %28.8 oy almayı başardı. Bunun üzerine, özellikle SHP, DYP ve ANAP başkanları iktidarının meşrutiyetini kaybettiğini halkın desteğini yitirdiğini ve bu nedenle genel seçimlerin en kısa sürede yenilenmesi gerektiğini savunmaya başladılar.
Turgut Özal 9 Kasım 1989'da Kenan Evren'den boşalan cumhurbaşkanlığına SHP ve DYP'nin muhalefetine rağmen seçildi. Turgut Özal'ın Cumhurbaşkanı seçilmesini protesto eden Hatay milletvekili Murat Sökmenoğlu, tepkisini daha da ileri götürerek TBMM’deki milletvekilliği sıfat ve görevinden istifa ederek sine-i millete döndü.
DAHA YAKIN TARİH VE 1990'LI YILLAR 
Şeref AYDOĞAN 19995
20 Ekim 1991 seçimlerini DYP kazandı. (DYP %27:178, ANAP:115, SHP %20:88, RP:62, DSP:7) Seçimlere Halkın Emek Partisi (HEP) ile birlikte katılan SHP seçimlerden sonra TBMM açılışında Kürt kökenli milletvekillerinin Kürtçe yemin etmeye kalkışması ortalığı karıştırdı. 21 Mart 1992 Nevruz Bayramı'nda çıkan menfur olaylar sonucunda SHP içindeki HEP kökenliler partiden istifa ettiler.
Süleyman Demirel DYP-SHP koalisyon hükümetini 20 Kasım 1991'de kurdu. SHP Genel Başkanı Erdal İnönü Başbakan Yardımcılığı görevini aldı. 12 Eylül döneminde Milli Güvenlik Konseyi tarafından çıkartılmış olan kapatılan siyasi partilerin aynı adla tekrar açılmasını engelleyen yasa Haziran 1992'de kaldırıldı. SHP içindeki muhalefet hareketinin önde gelen ismi Deniz Baykal ve diğer CHP kökenliler CHP'yi tekrar açma kararı aldılar. 
09 Eylül 1992'de CHP tekrar açıldı. SHP'den ayrılan bir grup milletvekili CHP'ye geçti. Bunu Demokrat Parti, Milliyetçi Hareket Partisi ve Adalet Partisi takip etti. 17 Nisan 1993'te Cumhurbaşkanı Turgut Özal'ın vefat etmesi üzerine 16 Mayıs 1993'te Süleyman Demirel Cumhurbaşkanlığına seçildi. Genel Başkanlığa ise, Milli Eğitim Bakanı Köksal Toptan, İçişleri Bakanı İsmet Sezgin ve Ekonomiden Sorumlu Devlet Bakanı Tansu Çiller adaylıklarını koydular. Ancak ilk turda yeterli oyu alamamasına karşın Tansu Çiller'in yüksek oy alması diğer adayların adaylıktan çekilmelerine sebep oldu ve 13 Haziran 1993'te Genel Başkanlığa Tansu Çiller seçildi. 14 Haziran 1993’de, Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel 50. hükümeti kurma görevini Tansu Çiller'e vermiştir.
Solda birlik çalışmaları 26 Mart 1994 yerel seçimlerine ayrı ayrı giren SHP, DSP ve CHP'nin; solun toplam oy oranı %25 olabilmişti. Bir önceki seçimde kazanılan büyük kentler Refah Partisi'ne teslim edilmişti. CHP bu seçimlerde sadece %4.7 oranında oy alabildi.
Sosyal Demokrat oylar gitgide eriyordu ve birleşme çalışmaları başladı.
18 Şubat 1995'te toplanan ortak kurultayda 1003 delege birleşmenin CHP, 635 delege de SHP çatısı altında olması yönünde oy kullandı. Bunun üzerine SHP feshedilerek CHP'ye katılım kararı alındı. Hikmet Çetin oybirliğiyle CHP'nin 5. Genel Başkanı seçildi. Birleşme sürecinde partiden istifa eden CHP Genel Sekreteri Ertuğrul Günay yerine Adnan Keskin getirildi. 25 Şubat'ta yapılan seçimde Adnan Keskin Genel Sekreter oldu.
9 Eylül 1995'deki kurultayda ise Deniz Baykal genel başkanlığa geldi. 30 Ekim'de DYP ve CHP bir koalisyon hükümeti kurdu. CHP Genel Başkanı Deniz Baykal Başbakan Yardımcısı ve Dışişleri Bakanı olarak yer aldı. TBMM seçimlerin, olağanüstü seçimlere gidilerek 24 Aralık 1995'te yenilenmesi kararı aldı. CHP bu seçimde kıl payı %10 barajını aşarak TBMM'ye girdi. Seçimlerin galibi ise Necmettin Erbakan'ın başında bulunduğu Refah Partisi olmuştu. RP %21.3:158, DYP:135, ANAP:132, DSP:76, CHP:49.
POST MODERN DARBE
Şeref AYDOĞAN 2002
Post-modern darbe; 28 Şubat süreci. 12 Eylül darbesi sonucu ortaya çıkan siyasetin etkisiyle 1980 ve 1990'larda radikal sağcı grupların güçlenmiş ve bunun sonucu olarak Refah Partisi, yanına Aydın Menderes’i de alarak 1995'teki genel seçimlerde siyasette güçlü duruma gelmiştir. 1996 yılında, seçimlerinin ardından kurulan DYP – ANAP hükümetinin kısa sürede dağılmıştır. Bunun üzerine TBMM'de birinci parti durumunda olan Refah Partisi ile Doğru Yol Partisi arasında kurulan “54.Hükümet”, 8 Temmuz 1996'da TBMM'de yapılan oylamada güvenoyu almayı başarmıştır.
28 Şubat 1997 Cuma günü yapılan MGK Toplantısı'nda radikal dinci faaliyetlere ilişkin bir MİT raporu ele alınmıştır. Bu rapordan yola çıkarak alınan kararlar için bir çeşit "sivil muhtıra" yorumu yapıldı. Türk siyaset tarihine 28 Şubat Kararları olarak geçen kararlar Türk siyasi tarihinde önemli değişikliklere neden oldu. Günün Başbakanı Prof. Necmettin Erbakan'ın 'havada yakıt ikmali' olarak tanımladığı başbakanlık görevini hükümet ortağı DYP genel başkanı Tansu Çiller'e vermek amacıyla 18 Haziran1997 'de istifasını Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel’e sundu. Ancak Demirel, hükümet ortaklarının arasında mevcut koalisyon protokolünü dikkate almayarak hükümeti kurma görevini, protokole aykırı olarak ANAP genel başkanı Mesut Yılmaz’a verdi. 
MESUT YILMAZ BAŞBAKAN
12 Temmuz'da Mesut Yılmaz başkanlığında ANAP - DSP – Demokrat Türkiye Partisi  arasında kurulan 55. Hükümet TBMM'den güvenoyu aldı. MGK'nun 28 Şubat kararlarının ardından özellikle 18 Nisan 1999 seçimlerine kadar süren zaman diliminde 14 Ağustos 1997 'de 8 yıllık kesintisiz eğitim kanunu TBMM’de kabul edildi. Bu kanunla, Erbakan’ın “arka bahçemiz” dediği İmam Hatip Liseleri dâhil olmak üzere Meslek Liselerini ortaokul bölümleri kapatıldı. 1998 Kasım ayında eski RP’li İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Recep Tayip Erdoğan'ın belediye başkanlığı düşürüldü.
28 Şubat süreci sırasında TSK içinde dönemin Genelkurmay Başkanı İsmail Hakkı Karadayı yerine iki ismin; dönemin Genelkurmay 2. Başkanı Çevik Bir ile Genelkurmay Genel Sekreteri Tümgeneral Erol Özkasnak 'ın adları daha çok ön plana çıktı. 2001 yılında bir televizyon programına katılan döneminin Genelkurmay Genel Sekreteri emekli Tümgeneral Erol Özkasnak, 28 Şubat süreci'ni "post-modern bir darbe" olarak tanımlayan bazı yazarları haklı bulduğunu söyledi…
2000'Lİ YILLAR
Adalet ve Kalkınma Partisi (AKP) ve Recep Tayyip Erdoğan: 12 Aralık 1997 tarihinde Recep Tayyip Erdoğan, Siirt'te yaptığı konuşmasında Türk Ceza Kanunu’nun 603456868 / 15154 maddesinden “Halkı din ve ırk farkı gözeterek kin ve düşmanlığa açıkça tahrik etmek” suçundan dört ay hapis cezası aldı. Fakat 14 Ağustos 2001 tarihinde kurduğu AKP, 3 Kasım 2002 genel seçimlerinde birinci parti olunca, seçim yasaklı Erdoğan'ın yerine Abdullah Gül, 58. Cumhuriyet Hükümeti'ni kurmuş, ardından aklanarak beraat etmiş ve partisinin başına geçmiştir.
11. CUMHURBAŞKANI SEÇİMLERİ:
Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer 'in görev süresinin 16 Mayıs 2007 tarihinde sona ermesi nedeni ile yapılacak Cumhurbaşkanlığı seçimi, Başbakan Erdoğan'ın muhtemel açılım ve Cumhurbaşkanlığı adaylığına başta CHP olmak üzere diğer siyasi partiler karşı çıktılar.
CHP Erdoğan da dahil olmak üzere 3 ana makamın Milli Görüş adı verilen siyasi İslam akımının temsilcileri tarafından doldurulacağı ve bunun ülkede gerilime neden olacağı; Cumhurbaşkanı'nın tarafsız olması ve toplumsal uzlaşma ile seçilmesi ; bu makamın sahibinin Türkiye Cumhuriyeti'nin kuruluş felsefesi ve kurallarını içine sindirebilmiş olası gerekçeleri ile başta Erdoğan olmak üzere bu görüşe sahip kişilerin devletin temel nitelikleri ile ters düşeceği fikrini savunarak karşı çıkmıştır.
Cumhurbaşkanlığı seçim sürecinin başlaması ile AKP’nin Dışişleri Bakanı Abdullah Gül’ü aday gösterdi. CHP seçimlerin açılış oturumunda sayının 367 olması gerektiği, Meclis İçtüzük ihlali yapıldığı gerekçesi ile Anayasa Mahkemesi'ne, vaki seçimlerin iptali ve seçim sürecinin durdurulması için müracaat etti. Anayasa Mahkemesi aldığı karar ile oturum yeter sayısının 367 olması gerektiği kararını aldı. Neticede "Türkiye Cumhuriyeti Tarihi’nde” o güne kadar görülmemiş bir kararla "TBMM Cumhurbaşkanını seçemediği için erken genel seçime gitmek zorunda kalmıştır.
CUMHURİYET MİTİNGLERİ
Cumhuriyet Mitingi, 14-15 Nisan 2007 tarihlerinde Ankara'da düzenlenen miting. Atatürkçü Düşünce Derneği (ADD) tarafından düzenlenen mitingde katılımcılar askere olan güvenlerini ve laik bir cumhurbaşkanı isteklerini büyük topluluklarla dile getirdiler. Miting sırasındaki protestoların ana hedefi Recep Tayyip Erdoğan ve benzer zihniyettekilerin olası cumhurbaşkanlığı adaylığıydı.
2007 MİLLETVEKİLİ SEÇİMLERİ
Şeref AYDOĞAN 2012
2007 seçimlerinde, AKP %47 ile TBMM'de sandalye çoğunluğunu elde etmiş ve seçim akabinde Başbakan Erdoğan toplumsal uzlaşı içinde olacakları beyanatını vermiştir. TBMM'nin açılması ve Başkanlık seçimlerini takiben Cumhurbaşkanlığı seçim süreci başlamış, AKP Abdullah Gül'ün adaylığının devam ettiğini kamuoyuna deklare etmiştir. Bunun üzerine CHP ülkenin erken seçime Abdullah Gül'ün adaylığı sebebi ile gidildiği, AKP'nin Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde uzlaşma karşıtı tutumlarının devam ettiği gerekçesi ile oturumlara katılmayacaklarını ve Gül seçildiği takdirde görev süresi boyunca Cumhurbaşkanının hiçbir davetine katılmayacaklarını, ancak Gül'ün seçimini sonucunu da meşruiyet konusu yapmayacaklarını beyan etmiştir.
MHP ise ilk oturuma katılacaklarını ancak kendi adaylarını göstereceklerini seçimden önce ve sonrasında beyan ederek, Kayseri milletvekili Sabahattin Çakmakoğlu'nu aday gösterdi. DSP ise Recep T. Erdoğan'ın uzlaşma yanlısı olmayan tutumuna tavır koymak ve Cumhurbaşkanlığının uzlaşı ile seçilen; her kesimi temsil edebilme yeteneğine sahip birisinin olması gerekliliği düşüncesi ile bireysel başvuru yaparak aday olan Eskişehir Milletvekili Tayfun İçli'nin adaylığının desteklenmesi kararını almıştır.
2011 SEÇİMLERİ
2011 seçimlerinde, AKP %49,95 ile TBMM ye 326 milletvekili ile girdi.
Oy oranı artışına karşın meclise giren milletvekili bir önceki seçime göre azalmıştır. AKP hükümeti 3. kez iktidarda olup büyük bir kitlenin güvenini aldığını kanıtlamış; CHP  % 25,94 oy almıştır. CHP genel başkanı Kemal Kılıçdaroğlu'nun seçim öncesi doğuya ekonomik özgürlük tanınacağını söylemesi ve milletvekili adayı olarak darbeyi teşebbüsten tutuklanan komutanları göstermesi seçimlerde kayda değer bir artış gösterememesine neden oldu…
SONUÇ
            Bu hatıratın şahidi ve bizzat yaşayan canlı tarihi “01 Nisan 2014 günü” Türkiye Cumhuriyeti YCBS uhdesindeki “önemli, ağır ve mes’ul” görevinden emekli oldu. 

KENAN ÇOYGUN: BİR KIBRIS KAHRAMANI (Vefatının beşinci yılında) Kod Adı: BOZKURT

 KENAN ÇOYGUN: BİR KIBRIS KAHRAMANI
Vefatının beşinci yılında
Kod Adı: BOZKURT

Kıbrıs Cumhuriyeti’ni Yunanistan'a bağlamak amacıyla Rumların 1958 yılında Türklere karşı başlattıkları baskı, yıldırma ve yok etme politikalarına karşı o zamanki Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti, Dışişleri Bakanlığı aracılıyla Kıbrıslı Türkleri korumak, Rum çetelerine karşı kendilerine yeterli korumayı sağlamaları için bir çalışma başlatır.
Birimin başına Em.Gen. Daniş Karabelen, Ankara'daki birime Bnb. İsmail Tansu, Kıbrıs'taki göreve Yzb. Rıza Vuruşkan getirilir. Rıza bey Ada’ya İş Bankası’nı teftiş için gönderilir. Adı, Ali Conan'dır, görevi TMT Başkanı; (BAYRAKTARDIR)
Yeraltı eğitim çalışmaları başlatılır. Türkiye'ye özel birimler şeklinde gelinerek kamplarda eğitilirler. Bu arada baskılar, yıldırmalar artar. Buna karşı Türkiye'den TMT'ye gizli silah sevkiyatı  başlar.
Türk gemicileri Kemal Sadıkoğlu, Muhittin Topçuoğlu ve Kıbrıslı TMT üyeleri gizli gizli Ada’ya silah taşırlar. TMT üyelerinden Arı gurubu adı altında adaya 7. defa silah taşırken Asaf Elmas, Hikmet Rıdvan şehit olurlar, bu arada beşbin mücahit silahlanır.
Yine 1959 yılında Elma adlı tekne silah taşırken İngiliz savaş gemilerince yakalanır. Ankara’dan emir, “Derhal tekneyi batırın” olur. Asb. Bçvş. Ali Levent,
“Emredersiniz. VATAN SAĞOLSUN TMT VAROLSUN!". Son Sözü Olur.
Sene 1960; Türkiye’de ihtilal olur. İki yıl Kıbrıs unutulur gibi görülür. Ama Kıbrıs’a yeni bir Bayraktar atanır. Kıbrıs Lefkoşa Büyükelçiliği İdari Ateşesi olarak gönderilen KENAN ÇOYGUN, Kıbrıs’a TMT'nin başına geçmesi için gönderilmiştir; Kemal Coşkun olarak bilinir, kod adı, BOZKURT’TUR.
Ada’ya gelen Kenan Çoygun Lefkoşe'nin Rum kesimine yerleşir, EOKA lideri Grivas’ı 6 ay kadar adım adım takip eder. Sonra eşini ve küçük oğlunu Kıbrıs’a getirir, diğer iki çocuğunu Türkiye’de bırakır. 5 yıl içinde de hiç Türkiye'ye dönmez. Çocuklarını da göremez, silah arkadaşları onlara yardımcı olurlar. Kıbrıs'ta Denktaş'la karşılaşır. Ondan güvendiği arkadaşlarının isimlerini ister. Sene, 1963 olmuştur. Rum bölgesindeki Bayraktar Camii, Pertev Paşa Türbesi, Ömeriye Camii ikinci defa saldırıya uğrar. Ekim 1963’de KARPAZ bölgesinde toplanan EOKA Cemiyeti, Cumhuriyeti yıkıp ilhakı gerçekleştirmeğe karar verir. Aralık ayında da Lefkoşe Türk Lisesi Rum polisler tarafından basılır, Türk öğrenciler yaralanır. 1963 Noeli “Kanlı Noel” olarak anılacaktır. Rumlar, Başkent Lefkoşe'ye sahip olunca, Kıbrıs'a hakim olacaklarını sanırlar. Kaymaklı kasabasını alıp Lefkoşe'ye giden yolu kesmek isterler. EOKA'nın başına NİKOS SAMPSON gelmiştir. TMT teşkilatı olası saldırıya karşı hazırdır. Oradaki Türkleri güvenli yerlere yerleştirirler.
Bu dönemde BAYRAKTAR Kenan Çoygun artık ortaya çıkmaya başlar. Ada’yı 24 saatte alacaklarını sanan Rumlar, şanlı direniş karşısında şaşırır kalırlar. Fakat Türk kesimininde artık güçleri kalmamıştır.
Bayraktar BOZKURT (Kenan Çoygun) son çare Ankara'yı arar.  “Eğer yardım gelmezse, haklı bir nedeni olacağını düşüneceğiz. VATAN SAĞOLSUN” mesajını çeker. “Türkiye Milletçe sizlerle beraber. Dayanın. Jetlerimiz yolda” cevabını alır. Türk jetleri semada görülür. Tek mermi atmadan Rumlar baskını sona erdirirler. Kenan Çoygun, inanç, cesaret, kararlılıkla en kanlı saldırıya son anına kadar karşı koyar ve gereğini en güzel bir şekilde anlatır ve yaptırır.
Lefkoşe, Küçük Kaymaklı, Arpalık, Yeni Şehir bölgelerinde, Erenköy'de, Baf’ta, Beşparmak dağlarında, Mücahitlerin kahramanlıkları Kenan Çoygun'un savaş kabiliyeti, bizzat katıldığı çatışmalarda gösterdiği başarılar, bu işin kahramanlığını aşmıştır. O gün Kenan Çoygun olmasaydı, Kıbrıs'tan Girit gibi söz eder olabilirdik.
Kenan Çoygun bunları yapabilmek için Rum tarafına özel yetiştirilmiş insanları erzak almak için gönderir. Rumlar, “Bizimkiler sizleri basıp taciz etmişler” derler. Türkler de, “Biz duymadık, balodaydık” diye cevap verirler. Erzak almaya giden kişi 100 ekmek alacaksa 200-250 ekmek aldırır. “Bizim oralara dağlardan adamlar gelip ekmek alıp gidiyor” diye söyletirdi. “Bunlar Türk askeriymiş” dedirterek Rumları baskı altında tutardı.
23 Aralık Lefkoşe’de Rum polisi yoldan geçen Türklere ateş etmiş, bir Türk öldürülmüştü. Ancak bu sırada 3 kişilik TMT Mücahit Timi çok büyük bir cesaretle ateş ederek bir kaçını yaralamıştı. Rumlar hiç bir şey yapamamışlardı.
Kenan Çoygun saklanan silahları dağıtmak için Ankara'dan haber bekliyordu. İzin gelmemişti. Divanı harbi göze alarak, saklı yerlerden silahları çıkarıp dağıttı.
Kenan Çoygun silahların bir kısmını Kıbrıs TÜRK Alayı’nda saklamıştı. TÜRK kesimi kuşatma altında olduğu için onları da alıp dağıtmak istiyordu. Ancak TÜRK alayı Rum birlikleri tarafından çevrili idi. Tek çare Türk Büyükelçisi’ni ikna edip, resmi araba ile bunları çıkarmak idi. TMT lideri Bayraktar BOZKURT Kenan Çoygun bunu Elçi’ye nazik bir şekilde anlattı. Elçi karşı çıktı, bir kaç defa denedi, yine karşı çıktı. Sonunda silahı Elçi’nin kafasına dayadı, “Yapıyor musun, yapmıyor musun?” diye sordu! Sonunda Elçi razı olmuştu. Büyük badireler atlatılarak görev başarıldı. Kenan Çoygun az kişiyle mücadelenin zorluğunu biliyordu. Türk alayındaki genç Türk askerlerini zaman zaman irtibat kurarak TMT mücahitlerinin yanına katar, görev yaptırırdı. Sonra da kimseye fark ettirmeden onları birliklerine geri gönderirdi. Bu çok büyük risk almalar, korku ve güven veren hareketlerdir. Ancak bir lider, Bayraktar, bir BOZKURT bunları yapabilirdi. 1965 yılı Mart ayına gelindiğinde yedibin  BM Barış gücü askeri Ada’ya yerleşmiştir.
Kenan Çoygun bir gün TMT Teşkilat arkadaşlarını, bir bölükte toplantıya çağırır. Bir bakarlar elinde sazı ile Kenan Çoygun içeri girer. Tek tek herkesten bilgi aldıktan sonra, “Haydi, efeler!” diye seslenir, sazını çalmaya başlar. Sonra döne döne harika bir şekilde SARI ZEYBEK oynar, herkesi etkiler. “Hiç moralinizi bozmayın, biz haklıyız ve kazanacağız” diyerek gelenleri tek tek uğurlar.
1964 Ocak ayında Türkler Devlet dairelerinden, bakanlıklardan atılmıştı. Dr. Fazıl Küçük başkanlığında bir genel komite kurulur. Kenan Çoygun burayı, bir devletin fonksiyonlarını yapacak şekilde örgütler ve çalışır hale getirir. Kenan Çoygun bunu yaparken Kıbrıs Türkü'nün büyük küçük, genç yaşlı, kadın erkek bu mücadelenin içinde olması için herkesin derdiyle, işiyle aşıyla uğraşmıştır.
Kıbrıs Türkü’nün moral motivasyonu için bir radyo kurulmasını düşünür. Bayrak Radyosu’nu kurar. 1965 yılında 19 MAYIS ATATÜRK’Ü ANMA GENÇLİK VE SPOR  Bayramı’nı, bütün zorluklara rağmen, YUSUF KAPTAN Stadı’nda kutlar. Bu bayram Rum tarafına, “Enosis’e ulaşamayacaksınız” mesajı olur.
Yıl, 1967. Ortaklık anlaşmalarla düzelecek diye Kenan Çoygun geri çağrılır. Bütün Kıbrıs ayağa kalkar. Onlar Kenan Çoygun'u Kıbrısın Paşası olarak bilirler.
BM Barış Gücü Kenan Çoygun’un Kıbrıs’tan ayrılması için, Kıbrıs Rum kesiminde bulunan Lefkoşa Hava alanına silahsız seyahat etmesini ister. Kenan Çoygun, “Bir Türk subayı silahını asla vermez” der. “Rum polisi veya askeri beni durdurup yoklamaya kalkarsa silahımı çekip vururum” der ve silahını vermez. BM Barış Gücü onu Rumlarla muhatap etmeden ucağa kadar götürür.
TMT Bayraktarı BOZKURT KENAN ÇOYGUN artık Türkiye’dedir.
1973 yılında Tuğgeneral rütbesiyle emekli olur. 12 Ekim 2005 yılında vefat eder.
Kaynak: Türk Meclisi
http://altayli.eu5.org/news.php?readmore=78
Kahranın anısı önünde saygıyla eğilerek; Halûk Tarcan (CNRS-Paris)