23 Eylül 2016 Cuma

Prof. Michio Kaku: İnsanlık için çok önemli gelişmeler olacak! Yakın Gelecekte Dünyada Neler Olacak [ Michio Kaku ]

PROF. MİCHİO KAKU:
YAKIN GELECEKTE "İNSANLIK İÇİN ÇOK ÖNEMLİ GELİŞMELER" OLACAK!..
Prof. Dr. Michio Kaku, yakın gelecekte yaşanacak teknolojik gelişmeler ışığında geleceğin dünyasını 4. Uluslararası Eğitim Forumu'nda paylaştı.
4. Uluslararası Eğitim Forumu dünyanın en zeki insanları arasında yer alan ünlü kuantum fizikçisi ve dünyaca ünlü fütürist Prof. Michio Kaku’yu ağırladı. Gelişen teknolojinin eğitimde de çığır atlatacağına dikkat çeken Prof. Kaku, “Öğrenciler artık periyodik cetveli ezberlemek zorunda kalmayacak, bir göz kırpışta tüm bu bilgiye erişebilecekler” dedi.
“Türkiye'nin Geleceğine İnanıyoruz: Geleceği Okuyoruz” teması altında, eğitimin değişen dünyadaki yeri, iş dünyasının eğitimden beklentisi ve eğitimin yeni teknolojiler ışığında şekillenen geleceğinin tartışıldığı etkinlikte  Prof. Dr. Michio Kaku, başta eğitim olmak üzere, tıptan biyolojiye, medyadan finansa kadar birçok farklı alanda yakın gelecekte yaşanacak çok önemli değişimleri katılımcılarla paylaştı.
Dünyanın en zeki insanları arasında gösterilen, kuantum fizikçisi ve fütürist Prof. Dr. Kaku, nitelikli bir eğitim sisteminin inşasına katkıda bulunulması amacıyla 2 Nisan 2016'da düzenlenen “Türkiye'nin Geleceğine İnanıyoruz: Geleceği Okuyoruz” konulu IV. Uluslararası Eğitim Forumu'nda bir konuşma yaptı. Yakın gelecekte yaşanacak teknolojik gelişmeler ışığında geleceğin dünyasını katılımcılara aktaran Prof. Kaku, teknolojinin bilgiye erişim olanaklarını sınırsız hale getirerek eğitimi geliştireceğini, öğretmenlerin de bu süreçte öğrenciler için birer rehber ve akıl hocası haline geleceğini söyledi.
“İNTERNETİN YERİNİ YAKINDA ‘BEYİN-NET’LER ALACAK”
Konuşmasına bilim dünyasında yaşanan gelişmelerin insanların yaşamına olan somut etkilerinden bahsederek başlayan ünlü bilim insanı, “Kuantum fiziği benim için ne yaptı sorusuyla çok sık karşılaşıyorum. Hemen söyleyeyim, fizikçiler olarak transistörleri icat ettik, interneti icat ettik, televizyonu, radyoyu, hastanede kullandığımız röntgen ve MR cihazlarını icat ettik. Uzay programını, GPS sistemlerini icat ettik” diye konuştu.
Geleceğe yönelik tahminleri sorulan 300 bilim insanından biri olduğunu hatırlatan Michio Kaku, “Biz fizikçiler tahminleri severiz. Yazdığım kitaplarda 500 yıl içinde ne olacağını anlamaya çalıştım. Burada da 15-20 yıl içerisinde yaşayacağımız değişimlere odaklanacağım. Bir fizikçinin tahminiyle yüksek kültürün ve toplum sanatının egemen olacağı dev bir forum halini alacak olan internetin yerini yakın gelecekte ‘beyin-net'ler alacak. SMS gönderimlerinin yerini duygu, anı ve his aktarımı alacak. Anılarımızı bile artık internete yükleyebiliyoruz” ifadelerini kullandı.
“GELİŞİMDE DÖRDÜNCÜ DALGA MOLEKÜLER FİZİK İLE GELECEK”
Bilim insanlarının genç insanlara ilham kaynağı olması gerektiğinin altını çizen Kaku, üzerine sıklıkla konuşulan varlık, servet ve diğer konuların tamamının kökünde bilim ve teknolojinin yattığını vurguladı.
“10.000 yıl önce buzlar altındaydık. Buz eridikten sonra tarımı keşfettik ve kadim medeniyetler böyle oluştu. 1900'lerin başına geldiğimizde ortalama yaşam süresi beklentisi 40'lı yaşlar seviyesindeydi. Uzun mesafeli iletişim pencereden bağırmaktan ibaretti. Yüksek hızlı seyahat denince akla çamura saplanan atlar geliyordu” diyerek katılımcılara insanlığın gelişim basamaklarını özetleyen Michio Kaku, 1800'lerde başlayan sanayi devriminin insanı ilk kez buhar ve makine kuvvetiyle tanıştırdığını hatırlattı.
“Daha sonra elektrik ve manyetizma üzerine çalışmaya başladık ve elektrik çağına geçtik. Bu da transistörlerin, lazerlerin içinde bulunduğu yüksek teknoloji çağını başlattı ve üçüncü dalga da bu şekilde tamamlandı” diyen Michio Kaku, dördüncü dalganın moleküler fizikle geleceğini ifade etti.
“İNSANLAR BİRBİRLERİNİ AKILLI GÖZLÜKLERLE TANIYACAK”
Günümüzde teknolojinin geldiği noktanın muazzam etkilerine dikkat çeken ünlü bilim insanı, “Bilgisayarların kuvveti 18 ayda bir iki kat yenileniyor. Günümüzde kullandığımız cep telefonları NASA'nın 1960'ların sonunda uzaya gönderdiği uzay araçlarından daha güçlü. Geçmişte bir odayı kaplayan bilgisayar dediğimiz şey, gelecekte tamamen ortadan kalkacak. İnternet artık camların, gözlüklerin, kontakt lenslerin içerisinde olacak” diye konuştu.
İnsanların artık birbirlerini takacakları akıllı gözlüklerle tanıyacaklarını söyleyen Kaku, kişilerin yüzlerini tanıyabilen cihazlar sayesinde bir insanın yüzüne bakmakla onun özgeçmişini tüm ayrıntılarla öğrenmenin, evlerdeki akıllı duvar kağıtlarıyla tüm bilgilere anında erişimin mümkün olabileceğini belirtti
“ÖĞRETMENLİK KAVRAMI AKIL HOCALIĞINA DÖNÜŞECEK”
Teknolojinin eğitim üzerinde yaratacağı değişimlere de dikkat çeken Michiu Kaku, öğrencilerin gözlerini kırptığında karşılarına sınırsız bilgi taşıyan kontakt lenslerin eğitimde devrim yaratacağını söyledi.
“Öğrenciler artık periyodik cetveli ezberlemek zorunda kalmayacak, bir göz kırpışta tüm bu bilgiye erişebiliyor olacaklar” diyen Kaku, uzaktan öğrenimin ve e-ders kavramının önemine de değindi. Dünyanın en önemli üniversitelerinden Massachussets Institute of Technology'nin derslerinin e-ders yöntemiyle Pakistan'da mali durumu iyi seviyede olmayan öğrenciler tarafından indirilebildiğini hatırlatan Kaku, eskiden 600 öğrenciye ders veren bir öğretmenin bu yöntemle yüz binlerce öğrenciye ders verebilir hale geldiğini ifade etti.
Teknolojinin eğitimde öğretmenlerin yerini tamamen almayacağını söyleyen Kaku, “Teknoloji öğretmen kavramını ortadan kaldırmayacak ancak öğretmenin rolünü bir hayli değiştirecek. Pakistan'daki öğrenciler bu dersleri indirebiliyorlar fakat gerektiği seviyede ilerleyemiyorlar. Bunun sebebi onlara yol gösteren bir rehber, denetim, ev ödevi ve akran baskısı gibi kavramların olmayışı. Dolayısıyla okulu bırakıyorlar. Öğretmen işte bu nokta önemli bir role sahip. Artık ezberleme anlayışı olmayacak çünkü tüm bilgilere anında erişebilecekler. Öğretmenler artık öğrencilerini yönlendiren, onların gelişimini denetleyen akıl hocalarına dönüşecek. İşte geleceğin öğretmeni bu” ifadelerini kullandı.
Evlerin duvarlarına yerleştirilecek akıllı duvar kağıtlarının internet bağlantısıyla tıp, hukuk ve eğitim gibi alanlarda tüm bilgileri anında ve etkileşimli olarak aktarabileceğinin altını çizen Kaku, doktorların ve avukatların da bu teknolojik devrim nedeniyle ortadan kalkmayacağını, rollerininse öğretmenlerde olduğu gibi danışman ve akıl hocalığı temelinde gelişeceğinivurguladı.
“DİJİTALLEŞME İNSAN HAYATININ TAMAMINI ETKİSİ ALTINA ALACAK”
Dünyada dijitalleşme devriminin müzikle başladığını hatırlatan Michio Kaku, CD'leri ortadan kaldıran dijitalleşmenin dijital kağıt ve artırılmış gerçeklik gibi teknolojilerle tıp, finans ve iş dünyasını da etkisi altına alacağını savundu. Çip maliyetinin günden güne azaldığını ve 2025 yılında çip maliyetinin bir kuruş seviyesine ineceğini söyleyen Michio Kaku, insanları evlerinden alıp iş yerlerine götürecek sürücüsüz arabaların, gözlüksüz 3D televizyonların yakın gelecekte insanların yaşamına gireceğini söyledi.
“KANSERİ 10 YIL ÖNCEDEN TESPİT EDECEĞİZ”
Dijitalleşmenin en çok etkileyeceği alanlardan birinin tıp olacağını söyleyen ünlü fütürist, “Dijitalleşme sağlık harcamalarını düşürecek. Çipler ve kameralar hap boyutuna getirildiğinde kolonoskopi gibi tahlil yöntemleri de tarih olacak. Kansere nano-tıbbi malzemelerle saldıracağız ve ‘tümör' sözcüğünü tıp literatüründen sileceğiz. İnsanlar tuvaletlerine kuracakları likit biyopsi sistemleriyle kanser hastalığını 10 yıl önceden tespit edebilecekler. Günümüzde bir oda kadar yer kaplayan MR makineleri çok daha küçük manyetik alanlar yaratabilen süper bilgisayarlar sayesinde çok daha küçük boyutlara getirilebilecek” diye konuştu.
“ALZHEİMER HASTALARINA HATIRA DESTEĞİ”
DNA analizi ve kök hücre alanındaki çalışmaların gelişmesiyle insanlara yeni organlar üretilebileceğini söyleyen Kaku, “Artık kemik üretebiliyoruz. Burun, kulak ve insan yaşlandıkça daha çok ihtiyaç duyduğu yeni eklemleri geliştirebileceğiz. Kalp rahatsızlığı olanlara yepyeni bir kalp sunulabilecek” dedi.
İnsanın en karmaşık organı olan beyinin de teknoloji sayesinde artık daha iyi anlaşılabildiğini vurgulayan Michio Kaku, teknolojinin beyin gücünü kullanılabilir hale getirmesi sayesinde tüm bedeni felçli insanların bile sosyal yaşamlarını idame ettirebilecek hale gelebileceğinin altını çizdi. Beyinde depolanan insan hafızasının kaydedilip internete aktarılabildiğini söyleyen Michio Kaku, tıpkı işitme cihazlarında olduğu gibi Alzheimer hastalarına da hatıra desteği sunabilecek makineler geliştirileceğini ifade etti.
“İNSAN ZEKÂSINA YAKIN YAPAY ZEKA İÇİN HENÜZ ERKEN”
Dijitalleşmenin iş dünyasını da kökten değiştireceğini söyleyen Michio Kaku, “Bilgiye sınırsız erişim sayesinde müşteriler satın alacakları ürünün maliyet, hammadde ve benzeri tüm ayrıntılarını öğrenebilecekler. Bu şeffaflık sayesinde üreticiler de rekabette öne çıkmak için en iyi fiyat teklifini sunmak ve en yararlı hammaddeyi kullanmak zorunda kalacaklar. Bu da kapitalizmi her zamankinden daha iyi bir noktaya taşıyacak” diye konuştu.
Robot teknolojisindeki gelişime de değinen Michio Kaku, insan zekasına yakın bir yapay zeka için henüz erken olduğu görüşünü paylaştı. Mevcut en zeki robotun bir böceğin zeka seviyesine sahip olduğunu hatırlatan Kaku, mevcut robot teknolojisinin daha çok erişkin insanların sağlık sorunlarına hitap edecek temelde ilerlediğinin altını çizdi.

9 Eylül 2016 Cuma

SİYASİ VE İDEOLOJİK MÜCADELE NEDEN YOK?., Nusret KEBAPÇI

Gazeteci; Eğitimci, Araştırmacı-Yazar
NUSRET KEBAPÇI
SİYASİ VE İDEOLOJİK MÜCADELE NEDEN YOK?
Nusret KEBAPÇI
Tamam, 15 Temmuzda FETÖ bir darbe girişiminde bulundu ve sonucunda devletin hemen her hücresinden temizlenmeye başlandı…
TBMM hariç…
Ama daha şimdiden sadece kamuda 100 bin’e yakın insanın görevden alındığı dikkate alınırsa, bu sayının çok daha yukarılara çıkacağı anlaşılıyor.
Bakın şu konuda hiç bir itirazım yok.
Eğer gerçekten suç işlemişse…
Darbeye bulaşmışsa, mutlaka hesap sorulmalı…
Yargı önüne çıkarılmalı da…
Şimdiye kadar yapılan sadece polisiye bir mücadele…
Operasyonun siyasi ve ideolojik ayağı yok…
Yani hangi siyasi partilerde…
Dernek…
Vakıf ve sendikalarda…
Kimlerin…
Nasıl…
Hangi yöntemlerle örgütlendikleri, insanların nasıl ikna edildiği veya ne gibi şantajlar yapılarak FETÖ’ nün bu gibi örgütlere ve devlet içine sızdığı açıklanmadığı gibi…
İşin ideolojik boyutu…
Yani tarikat ve cemaatlerin devlet içinde nasıl örgütlenip, otorite kurduklarına ilişkin de herhangi bir şey yok.
Hem zaten iktidarın “diğer cemaatlerin kaygı duymaması gerektiğini” açıklaması…
Aynı zamanda basında bu yönde çıkan haberler, bir tarikatın yerinin başka bir tarikat tarafından doldurulacağının da ipuçlarını vermektedir.
Bu nedenle çok açık bir şekilde de ortaya çıkmaktadır ki laik ve çağdaş olmayan, ulus bilinciyle donanmamış hiç bir örgüt ki buna devlet de dahildir, tarikat ve cemaatlere karşı ideolojik mücadele veremez.
Diyeceksiniz ki vermesi gerekli mi?
Tarikat ve cemaatler devlet içinde olursa ne olur?
Bakın ne olur biliyor musunuz?
Hani zaman zaman basında…
“Falan devlet yetkilisi tarikat şeyhini ziyaret etti…”
“Bir profesör falan şeyhin elini öptü.”
“General erden emir aldı…”
“Falan kurumda hizmetli genel müdüre bile emrediyordu.” türünden haberler çıkıyor ya…
İşte bu durum, sadece FETÖ ‘ye ait olmayıp neredeyse tüm tarikat ve cemaatlerde benzer tutumlar söz konusudur…
Çünkü hiç bir tarikatta şeyh seçimle falan yönetime gelmez…
Nasıl seçilir biliyor musunuz? Kendisinden önce o mevkide bulunan şeyhin önermesiyle, onun ölümünden sonra.
Şimdi söyleyin; herhangi bir tarikat mensubu, hizmetinin karşılığında öldükten sonra cenneti vaat eden şeyhinin mi söylediklerini yerine getirir?
Yoksa hiç bir dini vasfı olmayan yöneticisinin mi?
Bu durum devlette devamlılığı, liyakati bozucu bir durum ortaya çıkarmaz mı?
Ayrıca bu tür örgütlenmelerde millet bilinci olmadığından, millet, ülke çıkarları, bağımsızlık, vatan, emperyalizm gibi kavramlarla tanışmayan tarikat ve cemaat mensuplarının her zaman için emperyalistlerce kullanılması olasılığı ne olacak…
Demek istediğim sadece devlet kurumlarında liyakat ve hiyerarşiyi sağlamanın değil…
Bağımsızlığın, ulusal egemenliğin, hatta sanayileşmenin, çağdaşlaşmanın, ulusal çıkarları korumanın bile sadece bir tek yolu bulunmaktadır…
Laik bir ulus devlet…
Değilse bir cemaati ortadan kaldırmaya çalışırken kendinizi başka bir dış destekli cemaatin kollarında pekala bulmanız mümkün…
09–09–2016

5 Eylül 2016 Pazartesi

Rıfat Serdaroğlu: KİRALIK KAFANIN BEDELİ & SANA GÖRE DEMOKRASİ & GERÇEĞİ GÖRELİM ARTIK &İSTER KAPATIR, İSTER EL KOYAR...‏

Rıfat Serdaroğlu: 
KİRALIK KAFANIN BEDELİ 
​Hayatta her şeyin bir bedeli vardır. Gerek devlet yönetiminde, gerek siyasette, gerek iş hayatınızda ilişkilerinizi, kurallar ve gelenekler çerçevesinde yani doğal halinde kuramıyorsanız başınıza geleceklere razı olacaksanız. Karşılıklı saygı ile birlikte ekip çalışması yapmak yerine, kafanızı yani onurunuzu, vicdanınızı bir kişiye kiraya veriyorsanız, köleliğe de razı olacaksınız. Sahibiniz, efendiniz sizi ister atar, ister kapının önüne koyar.
17/25 Aralık 2013 Yolsuzluk-Hırsızlık-Rüşvet olayları açığa çıktığında çok ilginç konuşmalar duymuş, görüntüler izlemiştik!
Eski İçişleri Bakanı Efkan Ala, o zaman Türk Bürokrasisinin tepesinde ve Dönemin Başbakanı Erdoğan’ın Başbakanlık Müsteşarı ve sırdaşı idi. Doğrulukları, Adli Tıp Kurumu tarafından onaylanmış ses kayıtlarında, Efkan Ala, operasyonu yöneten Polis Müdürüne şöyle bağırıyordu;
“O Savcıyı dinlemeyeceksin. O kimmiş yahu! Şimdi 4-5 adam gönderip, o Savcıyı tutuklatırım. Dinlemeyeceksin onu.” (Ağır Cezalık suç)
“Sıfırlama” olayı sırasında, yani evden araçlarla para taşınması sırasında da, Polis Müdürüne şu kanunsuz emri veriyordu;
“Bilal Erdoğan’ın bulunduğu yere yaklaşan olursa vurun! Size, yaklaşanı vurun diye emir veriyorum…” (Ağır Cezalık bir suç daha)
Sahibinin güvenliği uğruna bilerek ve isteyerek suç işlemiş bu adam şimdi kapının önüne bırakıldı!
Bundan sonra Efkan Ala’ya uyku haram, ona bu dünyada rahat yok!
Bir adım sonra başına ne geleceğini o bilmiyor, sahibinin insafına kalmış…
Erdoğan, adam harcamakta bir tanedir. AKP’yi 4 kişi kurdular, 3’ü ile konuşmadığı gibi adeta kanlı bıçaklı halde. Abdullah Gül-Bülent Arınç- Abdüllatif Şener’in üzerleri de altları da çizildi.
Davutoğlu kurban edildi ve dış politikadaki tüm olumsuzluklar boynuna asıldı!
Efkan Ala kurban edildi ve iç politikadaki tüm suçlar onun boynuna asılacak!
Yeni İçişleri Bakanına gelince, onu Türkiye’de en iyi tanıyanlardan biriyim.
Bu Soylu Süleyman, yakın zamana kadar Fethullah Gülen’in en ateşli savunucularından idi.
“Türkiye’nin meselelerini iyi takip eden insanların Sayın Gülen’e sadece müteşekkir olmaları beklenir. Hem yapılan faaliyetlerle ilgili hem de ülkemizin birliği ve beraberliği ile ilgili ortaya konulmuş olan tablodan dolayı Sayın Gülen’e teşekkür edilmelidir” diyen ağızla,
“FETÖ Türkiye’nin ve milletin düşmanıdır. Bu örgütten tek kişi bile kalmayıncaya kadar mücadeleye devam edeceğiz” diyen Soylu ağız aynıdır.
Bu ağız iki sene arayla, “Erdoğan’ın paçalarından yolsuzluk akıyor” ve “Erdoğan, Türkiye’nin ilelebet ve ebedi başkanıdır” cümlelerini söyleyebilen ağızdır!
Soylu, kafasını-onurunu-vicdanını ve ruhunu bile Erdoğan’a teslim etmiş!
Erdoğan son süratle duvara doğru koşmaya devam ediyor…
Koşarken de kendisine hizmet etmiş adamlarının cesetlerine basarak koşuyor.
Vali Mutlu, Emniyet Müdürü Çapkın, İçişleri Bakanı Ala! Oh ne ala ne ala…
Hiç kimse unutmasın. Kiralık kafanın bedeli köleliktir…
Rıfat Serdaroğlu
***
Rıfat Serdaroğlu: 
SANA GÖRE DEMOKRASİ 
​Demokrasiyi eğdin, büktün, sana aykırı gelen, kafanın basmadığı “Kuvvetler Ayrılığı” ve “Lâiklik” gibi ilkeleri tıraşladın, Anayasa’yı rafa kaldırdın,
“Hukuk Devletini” yere serdin, sonunda tam da senin “İleri Demokrasi” diye adlandırdığın bir ucubenin içine attın koca Türk Milletini…
15 Temmuz’da darbe girişimi oluyor, 241 kişi ölüyor, binlerce insan yaralanıyor, Türk Devleti dünyaya rezil oluyor!
Darbeci çeteleri Türk Devletinin içine sokan sen, onları terfi ettiren sen, onları darbe yapabilecek güce kavuşturan sen, hedefi “İslam Devleti” olan FETÖ ile menzilimiz aynı diyen sen! Ama Demokrasi kahramanı geçinen yine sen!
Sonra Türk Tarihinin en büyük insan kıyımı başladı. Gerçek suçlular koltuklarında otururken, 100 Binden fazla insan, Yargıç-Savcı-General-Subay-Astsubay- Öğretmen-Doktor-Gazeteci-Yazar-Şarkıcı-Türkücü-Ülkücü- Hastane Temizlik Görevlisi-Belediye İşçisi-Askeri ve Sivil okul öğrencileri hepsi, sorgusuz sualsiz ya işlerinden atıldılar, ya da tutuklandılar.
Fabrikalara-Şirketlere-Alışveriş Merkezlerine-Gazetelere-Televizyonlara-Dergilere- Yayınevlerine ya el konuldu ya da kapatıldılar…
Tutuklanan kişilerle ilgili, Savcılık İddianamesi var mı? Biz bilemiyoruz!
Zaten gizlilik kararı var, şüphelilerin Avukatları dahi dosyaları göremiyorlar!
İnsanların mallarına anında el koyuyorlar, mahkeme kararı var mı?
Yok, ama Olağanüstü hal gereği Kanun Hükmünde Kararnameler var!
Tek başına bu kararnameler yeterli mi?
Peki, bu Kanun Hükmünde Kararnameler, tövbe Allah emri mi!
Bunlar nasıl yürürlüğe girer?
Anayasa ve TBMM İçtüzüğüne göre, kararnameler Resmi Gazetede yayınlandığı gün TBMM’ye gönderilir ve en geç bir ay içinde TBMM’de görüşülür ve kabul edilirse yürürlüğe girer.
15 Temmuzdan bu yana yaklaşık 50 (ELLİ) gün geçti. Şimdiye kadar çıkan ve anında uygulanan kararnamelerden 1 (BİR) tane olsun TBMM de kabul edilen var mı? Yok!
Eee ne oldu Anayasa, TBMM İçtüzüğü? Bunlar süs olsun diye mi var?
Sana göre Demokrasi böyle olur değil mi? Seni uyanık seni!
Bilesin ki 12 Eylül darbesi, senin yaptıklarının yanında şeker-şerbet kaldı.
Tüm bu hukuksuzluklar ile ilgili suçları Davutoğlu ve Efkan Ala’nın üstüne atmakla kurtulamazsın…
Sıra şimdi sizde;
TOBB Başkanı Hisarcıklıoğlu ve Aydın Doğan;
Yıllardır özellikle ikinizi rahatsız edecek yazıları bilerek yazıyorum. İkinizle de ne bir işim oldu ne de bundan sonra olur. Fakat biriniz Anadolu’nun temiz insanlarından oluşan, sayıları 1 Milyon 300 bini bulan bir topluluğun başkanısınız, diğeriniz Türk kamuoyunu etkileyen bir medya grubunun başındasınız. Siz ikiniz biraz olsun dik durabilseydiniz, Anayasa ve Hukuk Devletine sahip çıkabilseydiniz veya sahip çıkmak isteyenlere destek verseydiniz, başımıza bu kadar bela gelmeyecekti.
Sizler bu günleri göremediniz ve görevinizi yapacağınıza, günlük menfaatler ve basit çıkarlarınız uğruna ülkeyi “Federe İslam Devletine” götürecek bir Badem ekibine destek verdiniz, halen de utanmadan vermeye devam ediyorsunuz!
Şunu hiç unutmayın; Ne verirseniz verin, ne kadar yaranmaya çalışırsanız çalışın, Efkan Ala’nın yaptığının kırkta birini yapamazsınız, yapabilir misiniz?
Sizlerin sonu mutlaka Silivri olacak.
Gerekçe mi istiyorsunuz? İşte size gerekçe;
-Gümrük ve Ticaret Bakanı Tüfenkçi, “şimdiye kadar 16 yönetim kurulu üyesi, 17 meclis başkanı 442 meclis üyesi olmak üzere 475 kişi TOBB da ki görevlerinden istifa etmişlerdir, bu %5 e tekabül etmektedir ve çok azdır.
Böyle giderse, biz devreye girer ve gereğini yaparız” diye yüzünüze karşı size fırça attı mı, atmadı mı? Bünyesindeki FETÖ’cuları temizlemeyen ve defalarca Gülen’e gidip elini öpen, TOBB Başkanının tutuklanmasına ve Melih Gökçek-Zafer Çağlayan-Sinan Aygün ile yapılan ortak işler dâhil tüm malvarlığına el konulmasına…
-Şüpheli Aydın Doğan, uzun yıllardır FETÖ nün tüm yayın organlarının dağıtımını yapmaktadır. Bu davranış FETÖ ile işbirliği içinde olunduğunun bariz sonucudur. Aydın Doğan’ın da tutuklanmasına ve tüm malvarlığına el konulmasına…
Hoppala! Git derdini Marko Paşaya anlat! Böyle olur Bademlerin Demokrasisi…
Rıfat Serdaroğlu
***
Rıfat Serdaroğlu: 
GERÇEĞİ GÖRELİM ARTIK
​Amerika ve İsrail, bölgemizdeki 4 devletten (Türkiye-İran-Irak-Suriye) toprak alınarak, ikinci İsrail olarak görev yapacak “Büyük Kürdistan’ın” kurulmasını isterler mi?
-Hem de nasıl? Adeta hamile kadının aşerdiği gibi aşeriyorlar…
Amerika, Türk Politikacı ve askeri-sivil bürokratlarının ödlekliğinden yararlanarak, Temmuz 1991 yılından beri “Çekiç Güç” adı altında, sözüm ona bölgedeki Kürtleri Saddam’ın zulmünden kurtarmak görüntüsüyle, Kürt Devletinin kurulması için çalışıyor. Bu amaçla 5 bin Kürt gencini Amerika’ya götürüp, yıllarca eğittiler ve kurulacak Kürt Devletinin bürokratlarını hazır hale getirdiler.
ABD; defalarca PKK’ya havadan silah ve mühimmat gönderirken yakalandı.
Her seferinde yanıt aynı idi; “Yanlışlık oldu, özür dileriz!”
Etrafı Müslüman Devletlerle çevrili olan İsrail ise, varlığını sürdürebilmek için, Müslüman Ortadoğu’ya bıçak gibi sokulmuş, kendi kontrolünde bir Kürt Devleti kurulması için çok uzun bir zamandır çalışmaktadır. İsrail derin Devleti,
“Eski Ahit’in” Fırat’tan Nil nehrine kadar olan toprakları, kendilerine tanrı tarafından vaat edilmiş topraklar olarak görür ve buralara sahip olmak için gece-gündüz hiç durmadan çalışır. İsrail Devleti için tüm bölgeye sahip olmanın altın anahtarı olarak görülen Kürt Devleti, hem siyasi, hem stratejik, hem de kutsal bir hedeftir…
Dünyada bu gerçeği bilmeyen siyasetçi yoktur.
Peki, Erdoğan bölgemizdeki 22 ülkenin sınırlarını değiştirecek olan projeye, bunları bilmeden mi Eşbaşkan oldu? Türk Devletinin binlerce yıllık hafızasını barındıran Dışişlerinin ve Türk Silahlı Kuvvetlerinin üst düzey yetkililerinin Erdoğan’ı uyarmamış olacağını düşünen birileri var mı?
Mutlaka uyarmışlardır! Hem sözlü, hem de yazılı olarak…
Sonuç; Erdoğan ve AKP Hükümetleri, bilerek ve isteyerek Türkiye Cumhuriyetinin aleyhine olacak bir projeye ortak olup, destek vermişlerdir. Bunun adı düpedüz “Vatana İhanettir!” Bu suçun işlendiğini gördükleri halde, ilgililer hakkında yasal takibata geçmeyip, Atilla TAŞ’ın peşinden koşanlar da bu suçun ortaklarıdır…
Gelelim, Erdoğan’ın 30 yıllık dostu Fethullah Gülen’e;
Dünyadaki olayları takip eden ve kafası çalışan her siyasetçi net olarak bilir ki, Fethullah Gülen bir CIA projesidir. 174 ülkeye yayılmış FETÖ okullarında çalışan her üç kişiden biri CIA ajanıdır. CIA o ülkelerdeki dinlemelerini, belge-bilgi toplamalarını FETÖ Okulları üzerinden yapar. Ayrıca bu okullar, CIA ajanları için birer saklanma ve kaçış istasyonlarıdır.
Erdoğan ABD projesine Eşbaşkan, Gülen CIA projesi! Bu iki kişi birbirlerini kaç yıldır tanıyıp ilişki içindedirler? En az 30 yıl! AKP’nin iktidar oluşunda, Erdoğan’ın milletvekili seçilmesindeki Anayasa değişikliğinde, referandumda hep kol kola çalışmışlardır.
Karşılığında da Erdoğan, FETÖ militanlarının Türk Devletinin en önemli kurumlarına yerleşmelerine izin vermiştir. Eğer Erdoğan izin vermeseydi bir tane bile FETÖ’cu devlete giremezdi.
Erdoğan bunu niçin yaptı? Onu da kendi ağzından dinleyelim;
“Menzilimiz yani hedefimiz birdir bizim, onun için yardım ettik. Rabbim ve milletim bizi affetsin!”
Sonuç; Erdoğan ve AKP Hükümetleri, FETÖ’nün, Türk Devletine yerleşmesine, darbe yapacak güce ulaşmasına, ekonomik-siyasi güç kazanmasına bilerek ve isteyerek sebep olmuşlardır.
Bu suçun adı düpedüz “Vatana İhanettir”
Bu suçun işlendiğini, kendilerine sunulan belgelere rağmen hala görmezden gelenler ve hala Atilla Taş’ın peşinden koşanlar da bu suçun ortaklarıdır…
Bilmem anlatabildim mi Sayın Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı…
Not; Dış Politikadaki tüm yanlışlar Davutoğlu’nun sırtına yüklenmişti!
İç Politikadaki işlenen suçlar ise Efkan Ala’nın sırtına yüklenecek!
“Tek Adam” yönetiminde böyle olur kendi çocuklarının başını yemek…
Rıfat Serdaroğlu:
**
Rıfat Serdaroğlu: 
İSTER KAPATIR, İSTER EL KOYAR‏
Günlerdir “Sözcü Gazetesinin” kapatılacağı korkusu üzerine haberler okuyoruz.
Bir yıl içinde 39’uncu defa zorunlu tatile çıkarılan Sözcü yazarları bile “Sözcü Susarsa, Türkiye Susar” diye adlandırılan kampanya ile köşe yazıları yazdılar.
Kimse eveleyip-gevelemesin! Erdoğan, isterse Sözcü Gazetesini kapatır, isterse el koyar, isterse Bademin birini Sözcü’ye kayyum atar, isterse batırır!
Kimsenin de gıkı çıkmaz. “Sözcü Susarsa, Türkiye Susar”mış! Bak sen!
Zaten Türkiye 15 senedir ne yapıyor? Türkiye 15 yıldır susmuyor mu?
-İhracatının %80’ini AB ülkelerine yapabilme gücüne erişmiş iş dünyası, Cemaat-Tarikat artığı, Ortaçağ kafalı Bademlerin önünde el pençe divan durmuyor mu?
-Utanmadan adlarını hala “Sivil Toplum Örgütü” olarak kullanan, ama tek işleri Bademlere yaltaklanmak olan sözüm ona STK’lar 15 yıldır susmuyor mu?
-Badem tarafından iğdiş edilmiş, 1 Mayısları bile Vali emriyle düzenleyen sözüm ona sapsarı sendikalar kafalarını kaldırabiliyorlar mı?
-Ülke 15 yıldır adım-adım “Tek Adam Faşizmine” giderken, itiraz eden bir tane bilim insanı, “Sözcü ve birkaç gazete haricinde” “Ne yapıyorsunuz” diyen bir tane gazete kaldı mı?
-Ülke insanının yarısından fazlası boğazına kadar borca batırılırken, “Etmeyin eylemeyin, bu insanları tefeci faizine kurban etmeyin” diyen bir tane
“Devlet Görevlisi” çıktı mı?
-Yasama-Yargı-Yürütme, “Tek Adam” emrine verilirken, yolsuzluklar göğe çıkarken, TBMM de Türk Milletinin hakkını yeterli şekilde savunan bir tane muhalefet partisi var mı?
Ne oldu da, her aykırı olay hakkında demokratik tepkisini dile getirmekten çekinmeyen Türk Milleti, susan-konuşmayan-korkak bir toplum haline geldi?
Bizi toplumsal beyin felcine uğratan etken ne? Niçin böyle olduk?
Sizleri bir an için 2002 yılından öncesine götüreyim. Farzedin ki iktidarda Demirel veya Ecevit var!
Türk Milleti, TÜSİAD-TOBB-TÜRK-İŞ-DİSK-Gazeteler-TV ler-Radyolar-Dış Basın aşağıda yazacağım olaylar o zaman olsa idi nasıl davranırlardı? Susarlar mıydı?
-Demirel’in 4 Bakanının, Reza Zarraf adlı bir üçkağıtçıdan rüşvet aldıkları belgeleriyle-ses ve görüntü kayıtlarıyla ortaya çıksaydı!
Bakan çocukları yatak odalarında para sayma makinaları ve milyonlarca dolar-avro ile yakalansalardı! Banka Genel Müdürünün evinde ayakkabı kutuları içinde milyonlarca dolar-avro para çıksaydı!
Türkiye’de neler olurdu?
Öncelikle Nazmiye Hanım, “Demirel, Demirel neler oluyor? Ya bu işi aydınlat ya da yallah evden dışarı” diye ortalığı inletirdi!
Basın günlerce konuyu manşetlerden indirmez, toplumsal gösteriler-protestolar her gün artarak sürer, STK’lar yolsuzlukları ilanlarla duyururlar, sonucunda TBMM olağanüstü toplanır, Hükümet ya kendiliğinden istifa eder, ya da Gensoru ile düşürülürdü! Bu ülke bir Yahya’yı yıllarca tartışmadı mı?
Aynen böyle olmaz mıydı?
Ya da Ecevit’in Rahşan Hanımla yaptığı şu telefon konuşması, banda alınıp sonra da canlı olarak yayınlansaydı?
-Rahşan Hanım, beni dikkatle dinle! Bizim Bakanları-çocuklarını gözaltına almışlar. Sen şimdi evdeki şeyler var ya, akrabalarını çağır, onları güvenli bir yere naklet!
-Rahşan Hanım, ne yaptınız? Sıfırladınız mı? Ne istersen yap, aman telefonda konuşma!
*Biz şimdi neyle konuşuyoruz Bülent?
-Hadi, hadi kapat şimdi. Çay demle ben geleceğim, öptüm.
*Bana bak Bülent, bu işlerde bir pislik varsa, git çayını mahalle kahvesinde iç, eve de gelme…
Sonunda Hükümet ya istifa eder, ya da Gensoru ile düşürülürdü!
Şimdi herkes kendi payına düşen hisseyi kucağına alsın ve düşünsün;
“Her Millet müstahak olduğu kişiler tarafından yönetilir. O ülkede aydınlar, vatanseverler, demokratlar sustuysa o ülkenin üzerine özgürlük ışığı düşmez. Onlar artık Millet değildirler. Onlar Ya tebaadırlar, ya da ümmettirler.
Her iki halde de köledirler, köle…”
Not;
Eğer Bademler Sözcü’yü kapatmaya kalkarlarsa, ne yapacağız diye parlak fikirleri olanlar lütfen bana yazsınlar. Çarşı Grubunun katkısını ben sağlarım…
Sağlık ve başarı dileklerimle 05 Eylül 2016
Rifat Serdaroğlu

2 Eylül 2016 Cuma

ÇOK ÖNEMLİ BİR İKTİBAS: "BİR UZMANIN GÖZÜYLE KÖPRÜ YAPIMI!" - NECATİ DOĞRU" - SÖZCÜ, 31 Ağustos 2016

BİR UZMANIN GÖZÜYLE KÖPRÜ YAPIMI!
NECATİ DOĞRU
[Alıntı: 31 Ağustos 2016, Sözcü]
Köprü yapımına karşı değilim.
Hava alanı yapımına karşı değilim.
Her atılan temele, her dikilen esere sevinçle, gururla, umutla bakmaktayım.
Alkışlamaktayım.
Böyle diyor müfettiş Şenol Sarrafi.
Gördüklerini sergiliyor:
Birinci Boğaziçi Köprüsü:
Adı: Atatürk Köprüsü, (Süleyman Demirel dönemi)
İhale bedeli (Maliyeti): 21.7 milyon dolar.
Yapım süresi: 32 ay.
Kule yüksekliği: 165 metre.
Toplam uzunluğu: 1510 metre.
İki kule arası açıklık: 1074 metre.
Genişliği: 3 şerit gidiş. / 3 şerit geliş. Toplam 6 şerit.
İkinci Boğaziçi Köprüsü:
Adı: Fatih Sultan Mehmet (Turgut Özal dönemi)
İhale bedeli (maliyeti): 125 milyon dolar.
Yapım süresi: 30 ay.
Kule yüksekliği: 102 metre.
Toplam uzunluğu: 1560 metre.
İki kule arası açıklık: 1090 metre.
Genişliği: 4 şerit gidiş. / 4 şerit geliş. Toplam: 8 şerit.
Üçüncü Boğaziçi Köprüsü:
Adı: Yavuz Sultan Selim, (Tayyip Erdoğan dönemi)
Bakan'ının söylediği maliyet: 3 milyar dolar.
Yapım süresi: 27 ay.
Kule yüksekliği: 322 metre.
Toplam uzunluğu: 2164 metre.
İki kule arası açıklık: Bilgi bulunmadı.
Genişliği: 4 şerit gidiş. / 4 şerit geliş. 2 şerit demiryolu. Toplam 10 şerit.
* * *
Şenol Sarrafi (soyadını Sarraf olarak değiştiren Rıza Sarraf ile akrabalığı yoktur) 5 yıl Halk Bankası müfettişliği yaptı.
4 yıl Toplu Konut müfettişliği yaptı.
3 yıl PTT müfettişliği yaptı.
4 yıl İskenderun Demir Çelik müfettişliği yaptı.
8 yıl TEKEL müfettişliği yaptı.
4 yıl USAŞ ve Denizyolları müfettişliği yaptı.
Bu kadar kurumun hesaplarını 30 yıl boyunca Yüksek Denetleme Kurulu üyesi olarak denetleyen müfettiş Şenol Sarrafi sözlerine şunu ekliyor:
Süleyman Demirel döneminde yapılan Boğaziçi Köprüsü 21 milyon dolara mal oldu.
Tayyip Erdoğan döneminde yapılan Boğaziçi Köprüsü'nün ise 3 milyar dolara mal olduğu açıklandı.
Yani birinci köprü ile son köprü arasındaki fiyat farkı 143 kat oldu.
Tayyip Erdoğan'ın yaptırdığı Yavuz Sultan Selim Köprüsü kule yüksekliği olarak Süleyman Demirel'in yaptırdığı Atatürk Köprüsü'nden 3 kat, uzunluk olarak 1.
3 kat, genişlik olarak biri 6 şeritli, diğeri on şeritli yani 1.6 kat büyük fakat fiyat olarak 143 kat fazla.
1 değil.
2 değil.
3 değil.
Boru değil.
143 kat.
Tayyip Erdoğan döneminde 1 köprüye harcanan parayla Süleyman Demirel döneminde 143 boğaziçi köprüsü yapabilir durumda.
* * *
Aynı kıyaslamayla gittiğimizde;
Tayyip Erdoğan döneminde yaptırılan Yavuz Sultan Selim Köprüsü, Turgut Özal döneminde yapılan Fatih Sultan Mehmet Köprüsü'nden kule yüksekliği olarak 2 kat, toplam uzunluk olarak 1.3 kat, genişlik olarak; 
biri 6 şeritli, diğeri 10 şeritli yani 1.6 kat büyük fakat fiyat olarak 25 kat fazla.
1 değil.
2 değil.
3 değil.
Boru değil.
25 kat.
Tayyip Erdoğan döneminde 1 köprüye harcanan parayla Turgut Özal döneminde 25 boğaziçi köprüsü yapabilir durumda.
* * *
Boğaziçi köprülerinin, hava alanlarının, körfez geçişlerinin yapımının;
İhale Yasası, Kamu Mali Kontrol Yasası ve Özelleştirme Yasası'na göre "maliyetleri ve ihale bedelleri" önceden saptanıp ihaleye çıkılması ve yapımcı firmalara verilen günlük geçiş ve hasılat garantileri ile devletin ne kadar geliri onlara aktardığının hesaplarının da TBMM'nin denetimine, Sayıştay'ın incelemesine sunulması gerekir.
Yapım böylece bedeli ödeyecek olan halk nezdinde açık, şeffaf ve denetlenebilir olur.
İhaleler açık yapılsaydı;
Osmangazi Köprüsü'nü yapan müteahhitlere 1 milyar dolar harcayıp, 19 yılda (2035'e kadar) 9 milyar dolar geçiş garantisi verilmesinin hesaplarını görecektik.
1 koyuyor, 9 alıyor.
Bu kazanç nerede görülmüş?
Günde 135 bin araç geçiş garantisi verilerek yaptırılan Yavuz Sultan Selim Köprüsü'nden de yapımcı şirketler 3 milyar dolar harcadıkları halde sadece 1.2 milyar dolar hasılata razı olmaları yani zararına köprü yapmak gibi bir garabet çelişkiye neden razı olduklarını da anlayacaktık.
Özetle köprüye karşı değiliz.
Yediğimiz kazık büyük.
Kazığın boyunu bilelim.