29 Ocak 2015 Perşembe

CAMİ ve HEDİYELER TAKVA ÜZERE Mİ?, SEVGİ VE YERGİDE ÖLÇÜYÜ KAÇIRMAYALIM;.., Cemal ÇALIŞKAN

CAMİ ve HEDİYELER TAKVA ÜZERE Mİ?
Cemal ÇALIŞKAN
Peygamberimiz Cebrail kalbime şu bilgiyi getirdi:
"Hiçbir kimse rızkını tüketmeden Ölmeyecektir. Şu halde Allahtan korkunuz ve rızkınızı güzel, meşru yollardan talep ediniz. Rızkını gecikmesi sizi Allah’ın emirlerini çiğneyerek onu elde etmeye itmesin. Çünkü Allah’ın katında bulunanlar ancak Ona itaatle elde edilebilir”. 
Bu vahye inananların çoğu, Kendim de dâhil ederek insafla yazmaya çalışayım. Neden hakkımız olmayan şeyleri çeşitli kılıflar altında kendi hakkımızmış gibi malik olmaya çalışıyoruz. Sonrada haramla beslediğimiz aile üyeleri bize isyan edip edepsizlik yapınca üzülüyoruz. Üzülmen gerekeni bilmiyorsun. Ne adına olursa olsun hakkın olmayan hediyeyi sahip olduğunda sevinmek yerine şeytana itaat ettiğin için üzülecektin. Bu türlü davranışları yeniden sorgulamalıyız.
Peygamberin getirdiklerine inanıyor gibi yapıp, haksız şeyi menfaat edinirken unutuveriyoruz. Bunun doğru olduğu konusunda dinden hüküm uyduruyoruz.
Bu açgözlülük niye? Ahirette yükümüzün ağırlaşmasını ve ağır sorumluluk mu istiyoruz? Devlet kademesinde hediyeleşme ismi altında haksız kazanç istismarına neden vasıta oluyoruz. Bunların arkasından gelecek olan haramı söyleyelim, kamu malına el uzatmak olur. Tecrübeler bunu göstermiştir. Halimize bakalım Allah aşkına! Kutsallarımızı en ufaktan en büyük görevliye kadar istismar etmeyenler kaçımız kaldı?
            Elli yılı aşkındır, dindar muhafazakâr kesim devleti ve ülkeyi yönetiyor. Görev almadan önce saf ve hizmet aşkına devam ettiremediğimiz ve çok çabuk bozulduğumuz görüldü. Hala kendimizi sorgulayanları kınamaya hakkımız var mı? Peki diyanet görevlileri kendi arasında hakkı niyetli mi davranıyorlar? Zaman geçtikçe, ekonomik durumu düzelttikçe hediyeleşme hırsızlık boyutlarına erişti.  Bunun acısını çocukları çekecekler, zaten kazalarda basından öğreniyoruz. İbret almak yok mu?
Bunu peygambere dayandırmaya çalışıyorlar. Vicdanları tatmin oluyor mu? Devlet memuru görevi olan işi,  yaptığı için kişiden hediye alması helal olur mu?  Devleti ehil olmayanlara teslim etmesi nasıl caiz olur? Bu menfaat şebekeleri Osmanlının bel kemiği olan yeniçeri ocağını bu yolla yozlaştırdı. Hz. Osman’a Müslümanlar bu yönüyle olumsuz düşüncelere yoğunlaştılar.  Bundan sonra devleti ayakta tutan ordu bozuldu, ayak takımı asker oldu. Kanuninin damadı olan Sırp asıllı Rüstem Paşa eliyle ilk kez devlete rüşvet sokuldu. Makamlar para karşılığında satıldı. Duyumlarımıza göre günümüzde bunun başka türlüsü yapılır oldu. Nasıl Osmanlının en parlak dönemi yolsuzlukların gölgesinde tarihe mal olduysa, en büyük kalkınmanın yapıldığı söylenen günümüzde de bal tutan parmağını yalar oldu.
            Nasıl üçkâğıtçılık
Mesele büyük şehirlerde bir takım insanlar yetmiş beş milyonun hakkı olan devlet hazinelerine belediye görevlerini de alet ederek gecekondu yaptılar. Yapılan gecekonduları meşrulaştırmak için aceleyle ortasına birde “cami” yaptılar. Bu hem dinen hem de kanunen memnu olanı yaptılar. Bu cami takva üzere mi kuruldu? Bakın yapılan dini hizmetlerin çoğunluğu böyledir. Neden toplum ahlaksız deniliyor. İşte cami yapımından başlamak gerekiyor. Caminin yanına kaçak yapılan cami lojmanına hiçbir Belediye yıkmaya cesaret edemiyor. Çünkü ”din” düşmanı yaftası yemekten korkuyor. Hadiste ”kim ki haksız olarak başkasına ait yerden bir şey gasp etse, kıyamet gününde gasp edilen yer ile o, yedi kat yere batırılır." buyruldu. Bu yapılanlar sağlıklı işler değildir.
İslam tarihinde “Mescid-i Dırar” ismiyle maruf olan ilk camiyi Allah’ın emriyle yıkan peygamberimiz olmuştur. Tövbe süresi 107-108 “ …Mescidi yapanlar biz iyilikten başka bir şey istemedik. Diye yemin ederler… Allah onların kesinlikle yalancı olduklarına şahitlik eder… “Bazı dini girişimlerde ortak niyet dünyevi çıkardır. Niye bütün devlet kurumları ilçelerde Kaymakamlık binasın iken, sadece Müftülük siteleri yapılıyor. Bunun dini hizmete katkısı nedir? Müslümanlar ilk günden itibaren takva üzere kurulan camilerde namaz kılıyordu.  Çamlıca’daki yapılan cami, işadamlarından zorla alınan bağışlarla yapıldığı söyleniyor.         
Takva bunun neresindedir?
            Görevliler memurlar: 
            Peygamberimiz sahabeden birine zekât toplaması için görev veriyor. Zekât toplamaktan dönen kişi, zekâtı verdikten sonra verilen hediyelerin bir kısmını efendimize, bir kısmını da kendisine alıyor. Efendimiz adama Sen evinde oturup bekleseydin, bu hediyeler sana gelecek miydi? Der.  Hem kendisine verilenleri hem de memurundakileri alarak Beyti’ül Male kayıt yaptırır. Kendi yanlışlarına göz yumarak diğerlerinin yanlışlarını büyüterek cezalandırmak bir Müslümana yakışmaz. Çünkü Allah kendi aleyhinize anne-babanız ve akrabanız aleyhine bile olsa, doğru şahitlik yapmaktan kaçınmayın ”buyuruyor. Diğerinde” bir kavme olan düşmanlığınız onlara haksızlık yapmanıza neden olmasın.” buyurur. Niye sadaka ve zekât verecekler Müftü, cami, kuran kursu, imam hatip ve ilahiyat fakülteleri arar.  Başka yerlere verse kabul olmaz mı?  Bunu da anlamak mümkün değil. Hani dinde ruhbanlık yoktu. İşte ruhbanlık oluşmuştur.
***
SEVGİ VE YERGİDE ÖLÇÜYÜ KAÇIRMAYALIM
Cemal ÇALIŞKAN
“Ey inananlar! Allah için daima doğru hükmedin. Adaletle tam tanıklıkta bulunun. Bir kavme olan kininiz sizi adaletli hüküm vermekten alıkoymasın…”maide 8
“Sanatçılar gerçekleri söylemek için yalanlar kullanır, polikacılar ise, gerçekleri örtmek için kullanırlar.” alıntı.
İşte bu alıntıdan hareketle ülkede yaşananları dikkatle izlerken insanların bir birinin kuyusunu kazmak için söyledikleri yalan sözleri duydukça, üzülmemek elden gelmiyor. İki Müslüman grup bir birine öyle sözlerle birbirlerine girdiği ki, bu işe taraftar olan hocalar da karıştı. Normal Müslüman hangi grubun imamına inanacaktır? Hangisi yabancılarla işbirliğinde,  hangisi ülke için daha tehlikelidir?
Said’i Nursî’yi hatırlayalım.
 Mecliste bir hoca efendi, kendi partisinin Batılını müdafaa etmek için dine uygun düşmeyen sözlerle, dini de kullanarak, öbür Haklı olan hoca efendi aleyhinde konuşmalar yapıyor. Bunu görünce “siyasetten nefret ettim, meclisten kaçtım ve siyasetten ölünceye kadar uzak kaldım” dediğine şahit oluyoruz. Günümüzde kendisini din âlimi sanan ne çok insan, siyasilerin dini kullanarak kendilerini haklı çıkarmak adına muazzez dinin ayetlerini bolca kullanmaktan utanmıyor ve kaçınmıyorlar. İşte dinin dünyaya alet edilmesinin tehlikesi açıkça ortada görülmektedir. Bu gidişle ülkemizin bir Ortadoğu ülkesine benzemesi çok da uzak sayılmamalıdır.
“Efendimiz”
“Bir insanı severken ölçülü sevin bir gün olur düşmanınız olabilir, kötülediğiniz insanı da ölçülü kötüleyin bir gün gelir, dostunuz olabilir ”buyurmuştur. Böylece atalarımızın dağ dağa kavuşmaz, ama insan insana kavuşur, sözünü de unutmayalım. İnsanlar akrabasına, köylüsüne, komşusuna öyle laflar ediyor ki, sanki bir daha yüz yüze gelmeyecek şekilde. Modern hayatta, insanların en önemli dikkat edecekleri konular arasına bunları da saymalıyız. Çünkü günümüzde hayat o kadar hızlı akıyor ki, insanlar günde birkaç kere değişik kalıp -huy ve karaktere bürünebiliyor.
Allah Tahrim süresinde:
Kâfirlere misal olarak, kâfir olan ve kocalarına hainlik yapan Nuh’un ve Lut nebinin hanımlarını veriyor. Peygamberlerin kendi eşlerine bile hiçbir faydası olmayacağını bildiriyor. Müminlere de misal olarak: firavunun hanımı Asiye’yle, Hz. Meryem’i vermektedir. Bu örnekler üzerinde düşünmemiz gerekir. Bunların seçilip örnek verilmesi boşuna değildir. Firavun ve Avenesi Musa’yı öldürmek isterken:
”İçlerinden imanını gizleyen inanmış biri, siz bir insanı rabbim Allah dediği için mi öldürüyorsunuz? Onun söyledikleri başınıza gelmezse, onun yalanı kendi aleyhine olur, Fakat onun söylediklerinin bir kısmının başınıza gelmesi halini düşününüz." demişti. Bu konuyla ilgili tefsirlerde Hz. Musa’nın amcazadesi “Karun’da” Firavun ve veziri Haman’la işbirliği yaparak Hz. Musa’ya düşmanlık yapmıştır. Tıpkı Peygamberin amcası, Ebu Leheb’in Mekkeli Müşriklerle düşmanlık cephesinde yer alması gibi.
            Bütün bu tarihi olaylar ve peygamberlerin hayatları, bizlere taraftarlık yaptığımız partinin düşmanlarla işbirliği yapabilir konusunu aklımıza getirmemizi düşünmeyi gerekli kılmaktadır.
Paralel dedikleri yapı diyor ki, bunlar küfür mucididir sayılırlar. Tam bir yıl içinde dört yüz çeşit küfürle bize saldırdılar. Dünyanın lanetlediği Ne Lenin, ne de Hitler öldürdükleri insanlara bunlar kadar gaddarca hakaretamiz küfür etmemişlerdir. İktidardakiler de bunlar bizim iktidarımıza göz dikmişlerdi. Ama arkadaş hırsızlarını niye koruyorsun? Her ikisi için de yakinen bilgimiz meçhul. Fakat feraset ne diyor onu dinle! Hırsızları yakalayan polisler ve savcı ve hâkimlere yapılanlar!
Bir Evliya;
“okuttuğu öğrenciler, hakikate ulaştıkları makamda, hocalarının “Şaki olduğu yazısını” görünce etrafından birer birer giderler. Sadece bir tanesi kalır. Kalan öğrencisine hoca “sen niye arkadaşlarınla gitmeyip kaldın ”der. Hocam ben bu seviyeye senin yardımınla hakikate ulaşıp geldim. Vefasızlık yapıp gitmeyi uygun görmedim ”der. Hocada öğrencisine “oğlum ben o Şakilik yazısını kırk yıldır görüyorum. Fakat Onun kapısından başka bir kapı var mı? Gidip başvurup yalvarayım diye cevap verir. Allah sabahleyin “Şaki” yerine SAİT yazısını yazar. Vefalı olmak bir meziyettir.
            Kader arkadaşlığımızı terk etmemek vardır. Yaratılış bir ağaç ise, dua da o ağacın meyvesidir. Şükürsüzlük, ikram sahibini yalanlamaktır. Nankörlüktür. İnsanla hayvan arasındaki fark, şükürdür. İnsanın şükrünü bilinçli yapmasıdır. Allah kabul etmeyeceği “duayı” kuluna nasip etmez denmiştir. İdeal, çile çeken, zaman zaman nefsin isteklerine karşı direnen insandır. Bir gün Cebrail elinde Tuba yapraklarıyla dikilmiş, bir hırka ile peygamberimize gelir. Bu sana hediye gönderildi. Önce sen giy sonra da bir başkasına hediye et dedi.
Efendimiz aldı giydi.
            Bir müddet sonra huzurunda bulunanlardan önce Ebu Bekir’e seslendi. Bunu sana versem, bununla ne yaparsın? Cevap verdi, Ya resulullah giyer ve onunla insanları hakikate bağlı olmaya, dostlarına sadık kalmaya çağırırdım. Ardından Hz. Ömer’e sorar” o da, Ey Allah’ın sevgilisi onu giyer ve onunla insanları adaletle idare ederdim ”dedi. Sonra Hz. Osman’a sorar Oda  “Onu giyer ve onunla insanları edebe ve hayâya çağırırdım ”der. Sonunda Hz. Aliye sorunca” Ya Resulullah” onu giyer ve onunla insanları marifete davet eder ve kusurlarını örterdim ”deyince efendimiz hırkayı Hz. Aliye verir.  İllaki EDEP!

12 Ocak 2015 Pazartesi

SEVGİSİZ VİCDANLAR; Prof. Dr. Ramazan DEMİR

Her kim olursanız olunuz; vicdanınız sizin ruh hakeminizdir; o hakem sahtekârlık yapıyorsa sizin ruhunuz tam sahtekâr olmuş demektir. Böyle bir durumda karşımıza çıkan tablo; insanlar arasında ayırımlar yaparak, ötekileştirerek benlerini tatmin eden kin ve nefret kusan sahte dinci kimlikliler toplumu kandırmaya devam eder.
Toplumu her türlü ayırım modelini kullanarak ayrıştıran, düşman eden, nefret duygularını keskinleştiren bir politikacıyı nasıl bilirsiniz?
Her halde 'çok iyi' demezsiniz, tıpkı musalla taşında mevtaya kerhen de olsa ya da adet üzerine de olsa!..
Ayrıştırmadan benliklerimizi kin ve nefret duygusuyla beslenmiş egoların oluşturduğu çemberin içinden çıkmanın yolunu aramayıp; tıpkı suya düşenin yılana sarıldığı gibi bugün de politikacının yalanına sarılıyor insanlar…
Bugün toplum bu yanlış tabloyla iç içe yaşıyor!..
***
Bu zihniyetin egemen olduğu toplumda beklenmedik kötü şeyler olmaya başlıyor. Senin-benim-bizim gibi düşünmeyenler 'kötü' oluyor, sadece 'ben'ler öne çıkıyor, benlerin egemen olduğu düşünceler büyüyor, egomuz doruğa çıkıyor!..
'Ben'i', benleri törpüleyemediğimiz için, yontamadığımız için 'bizim' diyemediğimiz için işler tam yumaklaşıyor. Birlik ve bütünlük ardiyeye alınıyor, birliğe ikna edilmediğimiz / etmediğimiz için düşmanlıklar keskinleşiyor, toplum kamplaşmaya başlıyor!.. Kardeşlik, barış söylemlerine destek veren türküler bile sadece kulağa hoş gelen 'nağme' olarak kalıyor.
Vicdan hakeminin egemen olamadığı kısır döngülerin işgaline uğramış bir ruh ne edebiyattan, ne şiirden, ne sanattan, ne de milli ve manevi değerlerden nasiplenir; bu değerlerden fakir bir ruh halimizle yaşar gideriz.
***
Toplumu din marketçiliğiyle kandıran politikacıları destekleyen vatandaş kitleleri; Tanrı'ya şirk koşma anlamına gelen yatırlardan medet ummak, onlara umut mumları yakmak, ağaç dallarına bez parçaları bağlamak gibi tuhaf batıl inançları benimsediler. Bunlardan medet umdular, onları asla yadırgamıyorum, asla hakir de görmüyorum. Aslında bu ziyaretler, ta Orta Asya'dan Anadolu'ya taşınan bozkır kültürün bir devamıdır. Esas sorun, hakja Kuran dışı, uydurma hadislerle Emevi Kültürünün "din" diye sunulmasıdır. Çünkü bu vatandaş kitleleri o çok yüzlü, mürai, sahtekar politikacılara yıllarca oy verdiler ve onlardan 'güzel şeyler' beklediler.
Peki, beklentilerine yanıt aldılar mı?
Hayır!
Aksine her geçen gün daha da kötü duruma düştüler!
Yıllarca paranın esir aldığı ruhlar canavarlaştı, doyumsuz oldular, paraya taptılar, 'adamın dini de, imanı da para' oldu. Aldatmacalarını gizlemek için kendilerinin söylediklerine kendilerinin dahi inanmadığı siyasetçilere 'taptılar'! Birileri birilerinin, af edersiniz, g…k.. oluverdiler!.. Sanki 'ehlibeytlermiş' gibi dokunanına kutsama, türeyene de kutsallık atfetme cehaletini görmek sıradan olay oldu!
İnsan, insan tapar mı, taptılar!..
***
Bu hal akılla izahı mümkün mü?
Bilmek, öğrenmek yerine inanmak ve inandırmak / inandırılmak yeterliydi ikbal için, menfaat için!..
Birileri onların yerine karar verebiliyordu.
İnsanlar, yalan söylemeyi, akı kara, karayı ak göstermeyi meslek edinmiş cumhuriyet düşmanı kinci ve nefret kaynağı, mürai ruhlu, çok yüzlülere inandılar; saf vatandaşımı, halkımı kandırmaya devam ettiler halen de ediyorlar. Halkın vergisinden altın kaplama klozetli "ak-kondular" yapabilme hafifliğini gösterenleri savunan vicdan hakemi kararmış sözde aydınlar ve onlara özenen cahiller tarafından savunuluyor!..
Her renkte gördüğünüz çakıl taşları kadar renkli ve çeşitli çakıllar kadar yalan söylüyorlar. Yalanı söylerken Tanrıyı unutup din olgusunu kandırma aracı olarak kullanıyorlar. İşte felaketin en büyük yeri burasıdır. Biatçi kurbanlar, söylenen yalanlara inanıyor ve yalanın doğru olduğunu savunuyor, işte sözün bittiği yer de burası oluyor. Yalanlarla sadece halkı değil, kendilerini de kandırdıklarını unutuyorlar.
Sevgiden yoksun, ruhu kin ve nefretle yoğrulmuş insanların vicdan hakemi tamamen kara delik gibidir. Vicdanı körelmiş, kararmış, yürekleri ve sulanmış beyinleri aracıyla Türk halkına felaketten başka bir şey vermiyorlar-veremezler.
Prof. Dr. Ramazan DEMİR