9 Eylül 2014 Salı

TÜRKİYE'DE ADALET, "ACABA NE KADAR?.." MÜLK'ÜN TEMELİDİR?..!!!!....

9 Eylül 2014 Salı // Adalet (barış), Millet İradesi ve Üstünlük & Adalet Mülkün Temelidir; Ne Demek?.., Mustafa Nevruz SINACI

Adalet (barış), Millet İradesi ve Üstünlük 
Mustafa Nevruz SINACI
            Adı “Adalet ve Kalkınma” olan partinin olağanüstü büyük kongresinde, hatipler adeta haykırıyor, başta Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu (HSYK) olmak üzere, Cumhuriyet Baş Savcıları dâhil bütün adalet ve hukuk cihazı camiasına telkin, tembih ve tehdit dolu mesajlar göndermekte birbirleri ile yarışıyorlardı!.. (Ankara, 27 Ağustos 2014)
Onlara göre: Hiçbir şey (güç, kuvvet veya erk) millet iradesinden üstün olamazmış!.
Özellikle, 27 Mayıs sonrası ve bizatihi 27 Mayıs’ın (12 Mart, 12 Eylül, 28 Şubat ve sair post modern darbe, sulta/cunta, vesayet kalkışmalarının) henüz yargılanmadığı; Şahsi ahvaller dışında (Nürmberg Mahkemeleri gibi), bütün olayın maşeri vicdan (HÂKİM) önüne çıkartılıp sorgulanmadığı bir Türkiye’de, bu söz çok iddialıdır. Mübalâğalı, ağdalı, abartmalı ve belli ki “icraattan dolayı duyulan rahatsızlıklardan mütevellit”, aba altından sopa gösterme amacına matuf bir söylem kabilindendir!..
Esası demagoji, hayal ve ütopyadır.
Zaten de öyle algılanmıştır…
Yine de gelin, bu iddia ve ihtirasın mümkün olup olamayacağına bir bakalım:
Ancak burada, öncelikle millet iradesinin tezahür biçimi son derece önemlidir.
Medeni ülkeler ve yerleşik, kurumlaşmış namuslu-dürüst, ilkeli-onurlu, sorumlu-soylu ve saydam demokrasilerde “bire/bir” yani, doğrudan vekâletle temsil hakkı verilmiş bireylere Millet Vekili denir. Doğrudan seçmen tarafından önerilerek, tayin ve tespit edilmemiş kişinin milleti temsil hakkı yoktur. Bu ve mümasil (benzer) kişiler ancak patronları, parti sahipleri ve icabında dâhil oldukları “saadet zincirinin” menfaatlerini temsil ve ilzam ederler…
Dolayısıyla Milletin değil; Vesayetin vekillerine parlamenter denilir.
Son elli yılda bu usul-esas ve kriterlere uygun olarak: Namuslu, dürüst, demokrat ve şeffaf usullerle seçilmiş, gerçek bir “MİLLET VEKİLİ” var mı acaba?. Malûm sürece dair tarihte yazmıyor. Bilen varsa beri gelsin!.. Velev ki, Milletvekilleri bu esas ve usullere uygun seçildi. Millet tercihinin eseri, şaibesiz vekiller ve “devlet idaresinde millet iradesinin” tecelli unsurları oldu. Bu takdirde adalet’in üzerinde ve adalete rağmen bir irade ortaya konulabilir mi? Müştereken Meclis dahi adalete aykırı bir karar alabilir ve uygulamaya sevk edebilir mi?
Cevap: Kesinlikle HAYIR, asla ve kat’a mümkün olamaz’... 
Tam burada bir hatırlatma yapayım:
Bu gün 1 Eylül Dünya Barış Günü (01 Eylül 2014) 
Barış öyle bir kavramdır ki; Sadece Adalet hüküm sürdüğünde gerçekleşir.
Bir ülke, aile, kabile, kurum veya dünyada Adalet yoksa Barış yoktur. Ülkenin bütün kurum ve kurulları ile hayatın her alanında adalet yoksa sadece zulüm, eziyet, işkence, gasp, irtikap, terör/tedhiş ve sömürü vardır. Nizamı âlemde; Daha açık ve doğru bir tanımlama ile evrensel hukukta; Haklı, doğru-iyi ve dürüstlerin güçlülüğü>meşruiyeti esastır. Özellikle vahşi batının ‘şeytani kuramı’ olan “insan insanın kurdudur” itikadında ‘güçlülerin haklılığı, hâkimiyeti ve meşruiyeti’ esas olmakla beraber; Bu yol, meslek veya meşrep orijinal/objektif İnsan (canlı) Hakları, Adalet, adalet ahlâkı ve hukuka kesinlikle aykırıdır.
Amma lâkin (sözde) Müslüman âlemin içine düştüğü gayya çukuru; Nefret, ifrat, hırs, ihtiras, zaaf, fetret ve “kifayetsiz muhterisler” ile millet iradesini “sahtecilik, yalan ve hileyle” gasp ederek hükümferma olan kripto tiranlar dolayısıyla, yüzler Kâbe’den batı’ya çevrilerek; Adalet, hakikat ve faziletin nuru, kötülük ve kul hakkının karanlığına iblâğ olmuş (dönüşmüş) bulunmaktadır. Bunun anlamı:
Şu anda dünyada özgür, hür ve hükümran bir İslâm ülkesi yok demektir.
Oysa, Türkiye Cumhuriyeti’nin kurulduğu 1923 yılında, başta İran olmak üzere; Afganistan ve Türkiye hür, bütünüyle özgür ve hükümran (egemen) ülkeler idi!..
İşte günümüzün fotoğrafı budur.    
Peki, “ADALET MÜLKÜN TEMELİDİR” ne demek?
***
Adalet Mülkün Temelidir; Ne Demek?..
Mustafa Nevruz SINACI   
            Önce “Adalet” ne demektir? ADALET: Hak (Rab) kanunlarına, yani evrensel hukuk kurallarına uygunluk.. Herkese hakkını vermek, lâyık oldukları muameleyi yapmak, haksızları terbiye etmek; Suçluları mutlaka cezalandırmak, zulüm yapmamak, saygı, insaf ve merhamet sınırları dâhilinde insanları idare, barışı koruma, ekolojiyi himaye ve devleti idame etmektir.
Adalet kelimesinden türeyen Mâdelet=adaletli olmak; Kelimenin kökeni olan Dâd ise, Cenab-ı Hakk'ın emrini, emrettiği şekilde tatbik ve suçlu üzerinde icra etmek anlamında olup; Uygulamada “Hak sahibine hakkını vermek” ve “haksız, zalim ve bilumum suçluları te'dip ve terbiye, ta'zip ve tecziye (cezalandırmak ve ıslah) etmek anlamına gelir.
Ayrıca “Evrensel Adalet”, “İlâhi Adalet” hükmündedir. Halkı ve devleti idare, hukuku (kurulu düzeni) idame ile görevli, bizzat halk tarafından (aracısız/dolaysız) seçilmiş vekillerin meşruiyeti ile buna dayalı Yargı erk’i ve hükümetlerin meşruiyeti de adaletle kaimdir. Yargı, tam bir tarafsızlık ve bağımsızlıkla adalet üretemiyorsa, “gayrimeşru” demektir. Ne pahasına olursa olsun Meclisin bu zulmü düzeltmesi zorunludur. Görev hükümete değil Meclis’e aittir.
            Hükümetler de aynen mahkemeler gibi; Karar, icra, iş ve işlemlerinde adil olmaya, hak ve adalet üzere hareket etmeye mecburdur. Adil olmayan hükümeti def ile öncelikle ve evvelâ muhalefet görevli-yetkili ve sorumludur. Paralelinde adalet cihazı, Meclis ve nihayet ordu! Şu kadar ki adil olmayan hükümete itaat caiz değildir. 
Kuramın Arapça aslı “El-adlü esâsü’l-mülk”tür. Türkçede ‘mülk’ kelimesi ‘Mahkeme kadıya mülk değil’ söylemindeki gibi genellikle taşınmaz (gayrimenkul) anlamında kullanılır. Oysa Arapçada hükümran devlet, müstakil düzen, ülke, egemenlik, iktidar, saltanat, özgürlük anlamlarına gelir. Yani ‘Adalet mülkün temelidir” sözüyle özellikle ve ağırlıkla kastedilen: “Devletin veya düzenin esası adalettir.” Hükmü, hayati unsur ve evrensel gerçeğidir.
            Bu gerçek, Mecelle, Sosyoloji, Felsefe ve Siyaset Bilimi disiplinleri gibi objektif ilmî kaynaklar ve medeni siyaset normunda açıklandığı ve tanımlandığı üzere: Meclis (YASAMA) nezdinde.; Millet Vekillerinin ortak ve mutlak sorumluluğu altında; Adalet cihazı (YARGI) “tarafsız ve bağımsız”; Hükümet (YÜRÜTME) ise, sadece Anayasa ve Anayasaya kesinlikle uygun olmak koşuluyla Yasama ve Yargı Kararlarını uygulamakla memur ve mükellef olup; Kuvvetlerin her biri, devlet içinde “nevi-i şahsına münhasır” erklerdir. Şu kadar ki: Yasama kendine amir; Yargı ve yürütme ise Yasamaya bağlı kurum ve bağlı kuruluşlar hükmündedir.
            Yani: Tepeden-tırnağa, tabandan zirveye/çatıya, devlette adalet hâkim ve hükümferma olmadıkça; İnsani, hukuki, ahlâki ve medeni bir devletten söz edilemez. Devlet, Demokrasi, Cumhuriyet ve Lâiklik “olmazsa olmaz” kabilinden özgün kurallar bütünüdür. Hükümetler sadece ve yalnızca bu düzeni geliştirmek, iyileştirmek, mükemmele ulaştırmak;  Daha kavi, sağlam ve mükemmel kılarak “haklıların güçlülüğü, iyi insan ve iyi vatandaşların” mutluluğu yönünde yükseltmek için Meclisle ortak çalışarak görev yapmak zorunda ve durumundadırlar.  
            ‘Esas’ kelimesi için seçilmiş olan ‘temel’ yanlıştır. Çünkü bir ‘toplumsal sözleşmenin’ devlet ve adalet temelinde teşkili önemli olmakla beraber; Asıl şart adalet ve hukukun devlet binasının “temelden, tavana bütün huzme ve hücrelerine” nüfuz etmiş bulunmasıdır.
Adalet, devlet temelinde mevcuttur” biçiminde bir iddia ve telâkki ile otaya çıkılıp; hükümet işleri “kitabına uydurulmak” kabilinden sevk, idare ve idame olunamaz. Söz, kuram ve kural’ın sahibi olan Hz. Ömer’in anlayışına göre “adalet bir devletin temelinde olduğu gibi tepesinde de, yani her zerresinde mevcut olarak fiilen hayat ve vücut bulmalıdır.
Adalet temeli üzerine bina edilen kurum ve kuruluşların çatısında zulüm yaşanırsa, o binada adaletin varlığından söz edilemez. Halkın idaresiyle iştigal edip; En az Hazreti Ömer veya aynı dönemin “putperest İran Kisrası Nûşirevan” kadar adil olamayan Amirler ile; “Adaletsiz amirler karşısında dilsiz şeytan kesilen Âlimler” manâ itibarıyla sadece bir Köpek hükmündedirler. Biline… Netice olarak:
            Adaleti Meclisler tesis; 
         Yargı cihazı temin ve 
         Hükümet’ler ifa ve icraya mecburdur.
         ***
         AŞAĞIDA: ÇOK ÖNEMLİ, ÖZGÜN VE GÜNCEL BİR "ADALETSİZLİK" ÖRNEĞİ GÖRÜLMEKTE!.. 
AKP'NİN UTANCI; YARGIYA RÜŞVET!..
adalet (?!..) bakanı, bekir bozdağ
Zammın miktarı belli oldu!
Adalet Bakanı Bekir Bozdağ Hakim ve Savcılara seyyanen 1155 lira zam yapılacağını açıkladı.
(www.milliyet.com.tr, 09 Eylül 2014 – Salı)
Adalet Bakanı bekir bozdağ, ilk derece mahkemelerindeki tüm hakim ve savcılar ile Yargıtay ve Danıştay üyelerinin maaşlarında bin 155 lira artış yapılacağını, böylece, mesleğe yeni başlayan hakimlerin maaşının 3 bin 986 liradan 5 bin 141 liraya çıkacağını bildirdi.
Bozdağ, Ankara Hakimevi'nde düzenlediği basın toplantısında, hakim ve savcıların özlük haklarına ilişkin çalışma hakkında bilgi verdi.
Hazırlanan yasa taslağını yarın Parlamento'ya sunacaklarını belirten Bozdağ, Ekim ayı içerisinde Genel Kurul görüşmelerinin büyük ihtimalle tamamlanmış olacağını söyledi.
Teklif içerisinde hakim ve savcıların maaşlarında önemli ölçüde iyileştirme yapacaklarını dile getiren Bozdağ, "İlk derece mahkemelerinde görev yapan hakim ve savcılar ile Yargıtay ve Danıştay üyelerinin maaşlarında bin 155 lira tutarında seyyanen artış öngörülmektedir. Bu maaşı yüksek olanlara biraz az, maaşı düşük olanlara oran itibariyle daha yüksek yansıyacaktır. Mesleğe yeni başlayan hakim ve savcılar şu anda 3 bin 986 lira maaş alıyorlar. Bunlar 5 bin 141 Türk lirası maaşa çıkacaktır" dedi.
Hakim ve savcılara verilen bazı disiplin cezaları içi af, bazıları için yeniden inceleme imkanı getirileceğini anlatan Bozdağ, "14 Şubat 2005 tarihi ile 01 Eylül 2013 tarihleri arasında işlenen eylemler sebebiyle uyarma, aylıktan kesme, kınama ve kademe ilerlemesinin durdurulması cezaları için af getirilmekte. Derece yükselmesinin durdurulması ve yer değiştirme için de HSYK Genel Kuruluna kanunun yürürlüğe girdiği tarihten itibaren 60 gün içinde yeni bir başvuru imkanı tanınmaktadır" diye konuştu.
Bozdağ, meslekten ihraç için yargı yoluna başvuru imkanı getirildiğinden bu cezanın kanun kapsamı dışında tutulduğunu kaydetti.
Savcıların asliye ceza mahkemelerindeki duruşmalara çıkmamasına ilişkin de bir adım attıklarını belirten Bozdağ, bu konudaki talepleri dikkate alarak 1 Eylül 2019 tarihine kadar cumhuriyet savcılarının soruşturmaları daha etkin yürütmesi ve istinaf mahkemelerine kaynak sağlanabilmesi amacıyla asliye ceza mahkemelerindeki duruşmalara çıkmamasını öngören bir düzenlemeye teklifte yer vereceklerini bildirdi.
İdari yargı hakim ve savcılarının hukuk fakültelerine sınavsız girebilmelerine imkan tanınacağını da anlatan Bozdağ, "Buna göre idari yargıda görev yapan hakim ve savcılar ile Danıştay üyelerinden hukuk fakültesi mezunu olmayanlara sınavsız olarak hukuk fakültelerine kayıt yaptırmanın yolu açılmaktadır" dedi.
Bozdağ, daha önce meslekte 10 yılını dolduranların bu düzenlemeden yararlanmasını öngördüklerini ancak Danıştay Başkanı ve hakimlerden gelen talepler üzerine bunu 5 yıla indirdiklerini bildirdi.
Bekir Bozdağ, hakim ve savcıların uygun şartlarda silah satın alabilmeleri konusunun da kanuni dayanağa kavuşturulacağını söyledi.
Daha önce idari bir tasarruf olarak bu imkanın sağlandığını anımsatan Bozdağ, bu adımı yasal güvenceye kavuşturacaklarını kaydetti.
Yargıtay tetkik hakimlerinin kürsüdeki görevlerine dönebilmelerinin kolaylaştırılacağını aktaran Bozdağ, şu anda ancak 10 yıl tetkik hakimi olarak görev yapanların kürsüye dönebildiğini, öngörülen düzenlemede 2 yıl görev yapanların HSYK'ya müracaatla kürsüye dönebileceğini belirtti.
Adalet Akademisi Kanunu ve Noterlik kanununda da bazı teknik düzenlemelerin teklif içerisinde yar alacağını anlatan Bozdağ, hakim ve savcı olarak görev yapan personele iyileştirme öngörüldüğünü söyledi. Bozdağ, bir soru üzerine, teklifin HSYK seçimi için bir yatırım olduğu eleştirilerinin "kara propaganda olduğunu" kaydetti.

3 Eylül 2014 Çarşamba

TÜRKÜ ÖLDÜRÜNÜZ, KANI HELALDİR; TÜRKÜ ÖLDÜR, BABAN OLSA DA; Serdar Gür

“TÜRKÜ ÖLDÜRÜNÜZ, KANI HELALDİR”
“TÜRKÜ ÖLDÜR, BABAN OLSA DA”
Serdar Gür
Arap'ların Türk'lerle ilk karşılaşmaları Halife Hz.Ömer zamanında olduğu rivayet edilir. 645 Yılında İslam ordularının İran'da SASANİ'leri yenmelerinden sonra Kafkaslar bölgesinde Araplar Horasan, Mavera-ün nehir ve Toharistan bölgelerinde HAZAR Türk'leri ve TÜRGEŞ Türk'leri ile karşılaştılar.
652 yılında Halife Hz. Osman zamanında ise HAZAR Türk'leri ile Arap'lar arasında ilk kez Türk-Arap savaşları başladı. Halife Osman emrindeki Arap orduları Hazar Türk'lerinin topraklarına girip Derbent'i alarak Başşehir olan BELENCER'e dayandılar. Halife Hz. ALİ Döneminde sükûnet vardı. Savaş olmadı...
Emevi'lerin 661 yılında halifeliği ele geçirmelerinden sonra Arap'ların Türk ülkelerine doğru ilerleyişleri devam etti. Türk'ler ile Arap'lar arasında en şiddetli mücadeleler ve savaşlar EMEVİ'ler döneminde yaşandı. Mervan Bin Muhammed Azerbaycan'a vali tayin edildi. Arap'lar en önemli başarılarını onun zamanında elde ettiler. Arap'lar, Baş şehir BELENCER ve büyük şehir Semender'i ve öteki Hazar şehirlerini de ele geçirdiler. Türkleri en dağınık  ve birbirleriyle yardımlaşamaz durumda yakalayan acımasız EMEVİ ordusu (Ebu Kuteybe komutasındaki) yakalayabildiği tüm Türk' leri ya kılıçtan geçirdiler ya da her bir ağaca bir Türk asarak öldürdüler.
Ancak KARAYLAR gibi LİTVANYA ya kaçabilenler GAGAUZ'lar (GÖKOĞUZLAR) gibi Rusya'ya kaçabilenler, BULGAR Türk'leri, MACAR Türk'leri, ve öteki AVRUPA'lı Türk'ler gibi AVRUPA'ya kaçabilenler HIRISTİYANLAR, veya ANADOLU'ya kaçabilenler ALEVİLER canlarını kurtardılar… ASLA MÜSLÜMALIĞI KABULLLENMEDİLER, GENELDE ARAPLARA KIZGINLIKLARINDAN KARAY TÜRKLERİ GİBİ TOPLUCA MUSEVİ OLDULAR YA DA GİTTİKLERİ TOPRAKLARIN DİNİNİ KABULLLENDİLER. YÜZLERCE YIL SONRASINDA ÇOĞUNLUKLA ASİMİLE OLDULAR!!! Ama hala Türk olduklarını biliyorlar. TURAN toplantıları yapıyorlar. TURAN HUSUSUNDA MACAR TÜRK GENCİ VONA GABOR ÖNCÜDÜR. PARTİSİ JOBBİK HIZLA BÜYÜYOR VE ŞU AN ANAMUHALEFET DİR. GAGAUZ lar hâlâ TÜRKCE konuşuyorlar; TÜRK olarak hayatta kalmak arzu ve iradelerini diri ve canlı tutuyorlar...
Bu dönemde Orta Asya'da GÖKTÜRK'ler egemenliği hüküm sürmekteydi. Birden fazla GÖKTÜRK devleti vardı… Emevi'lerin GENEL VALİSİ BAĞDAT VALİSİ HACCAC (Zalim HACCAC) idi. Emevi'lerin Horasan valisi Ubeydullah bin Ziyad, 674 yılında ilk kez Ceyhun nehrini geçerek Mavera-ün nehirin önemli şehirlerinden BUHARA'yı kuşattı. Üç günde BUHARA'da pek çok GÖKTÜRK öldürüldü. Buhara'nın GÖKTÜRK Melikesi KABAÇ HATUN, ağır bir vergi ve daha ağır KABUL EDİLEMEZ şartlar karşılığında Ubeydullah Bin Ziyad ile anlaşma yaptı. Bu anlaşma sonucu olarak GÜNEY GÖKTÜRK'LER EMEVİ esaretini kabul ettiler. GÜNEY GÖKTÜRK gençleri, KURŞUN ARAP ASKERİ OLDULAR... Arap'lar evli- bekâr istedikleri GÜNEY GÖKTÜRK kadınlarını kendilerine cariye yaptılar. İşe yaramayan öteki Türk'leri de, boyunlarına DAMGA vurup  kendilerine KÖLE yaptılar ve istedikleri GÖKTÜRK'lüyü  boyunlarına ip bağlayıp KÖLE olarak alıp sattılar ve köle ticaretini yaptılar. Ve bu esaret 150 yıla yakın devam etti. Hani Türkler için “TÜRKLER KILIÇLA MÜSLÜMAN OLDU” derler ya…. !! BEN KILICA KURBAN OLAYIM … keşke kılıçla müslüman olsaydık.. ESARET ANTLAŞMASIYLA KÖLELİK YAPARAK, KÖLE OLARAK ALINIP SATILARAK, HEP GÖKTÜRK KADINLARI ARAPLARA CARİYELİK YAPARAK MÜSLÜMAN OLDUK. Yani Araplar TÜRK leri …S*KES*KES*KES.. Müslümanlaştırdılar...
Tarihte ilk defa bir Millet, (GÜNEY GÖKTÜRK'ler)  sözleşme ile ESARETİ KABUL ETTİ.
Araplar, Horasan valisi Ebu Kuteybe Bin Müslim zamanında bütün Maveraün nehir'i ve Batı Türkistan'ı ele geçirdiler. BAYKENT, BUHARA, SEMERKANT, ve KAŞGAR gibi önemli Türk şehirleri Arap'lar tarafından yağmalandı ve pek çok Türk öldürüldü. Ebu Kuteybe'nin ölümünden sonra Arap'lar zayıflamaya başladılar.
Göktürk'lerin batı kanadında yer alan TÜRGEŞ TÜRK'leri, Arap'ları çekilmeye zorlamış ve bu mücadele GÜNEY GÖKTÜRK'lerin yıkılmasına kadar devam etmiştir (745). GÜNEY Göktürk hâkimiyetinin sona ermesiyle Türk toprakları doğudan Çin'liler, batıdan Arap'ların ilerlemesine maruz kalmıştır. Bu dönemde Mavera-ün nehir (Irmağın öte yakası) bölgesinin savunmasını, Türgeş'lerin yerini alan KARLUK TÜRK'leri üstlenmiştir. Ancak bu mücadeleler 763 yılına kadar devam etmiştir.
763 yılında EMEVİ'LER yıkılıyor ama GÜNEY GÖKTÜRK'LER öylesine KÖTÜRÜM edilmişler ki, Öylesine KÖLE yapılmışlar, ÜMMETLEŞTİRİLMİŞLER ki asla ayağa kalkamıyorlar. Korkudan kıpırdayamıyorlar. EMEVİ'LERİN yerine 763 de ABBASİLER Kuruluyor ve ABBASİ DEVLET KARARI ALIP Türk'lere kademeli olarak “iyi davranmak”  kararı alıyorlar. DEVLET KARARLARINI GÖKTÜRKLERE ANLAŞMA İLE RESMEN BİLDİRİYORLAR. ve 800 yılları civarında fırsat bulan GÖKTÜRK'ler daha batıya, ANADOLU'ya doğru kaçıp kurtuluyorlar.
***
“TÜRKÜ ÖLDÜRÜNÜZ KANI HELALDİR” Sözü kime aittir.. ???
“TÜRKÜ ÖLDÜR BABAN OLSA DA ” Sözü kime aittir.. ???
YAHUDİLER İLE TÜRKLER TARİHİN HİÇ BİR DÖNEMİNDE BİRBİRLERİNE SİLAH ÇEKMEMİŞLERDİR; MARMARA GEMİSİ OLAYINA KADAR TEK KURŞUN ATMAMIŞLARDIR. HEP DOST YAŞAMIŞLARDIR. Biz Türkler Arap sempatimiz, milliyetciliğimiz nedeniyle İsrael'i düşman bellemişiz.
Ben bir TÜRK olarak ARAP düşmanı olmayayım da kim olsun. Bence HER TÜRK ARAP DÜŞMANI OLMALIDIR. Çünkü ARAPLAR TÜRK'ÜN EZELİ ve EBEDİ IRZ VE NAMUS DÜŞMANIDIR!!!.. ONUR VE HAYSİYET DÜŞMANIDIR... !!!
Arap Komutan Ebu Kuteybe'nin şu sözü meşhurdur.” Üç kelimelik ömrüm kalsa "Uktülühü -uktülühü -uktülühü" derim”. (Hepsini öldürün- hepsini öldürün- hepsini öldürün) ve gerçekten de  hepsini öldürdüler..
Bu 645 yılından 800 yıllarına kadar süren Türk-Arap savaşlarının en önemli noktaları ve sonuçları;
* 100 binin üzerinde Türk katledilmiştir.
* 50 binin üzerinde Türk genci köle ve cariye yapılmıştır.
* Şehirler yağmalanmış , “ganimet” diye halkın her şeyi talan edilmiştir.
* Tüm zenginlikler, tarihi eserler yok edilmiş, yakılmış, yıkılmıştır.
* Dünyanın en büyük katliamlarından biri olan “Talkan Katliamı”nda 40 bin kadar Türkün kafaları kesilerek 4 fersah (yak.24 km) yol boyunca ağaçlarda sallandırılmıştır. (Tarihte böyle bir vahşetin örneği çok azdır.)
* Aynı şekilde “Curcan Katliamı”nda" da esir alınan yaklaşık 40 bin Türk'ün nehir kenarında kafaları kesilmiş, nehrin suyu kıpkızıl olmuş, cesetler yine ağaçlarda sallandırılmıştır.
*“Teslim olursanız canınız bağışlanacak” sözü hiç bir zaman tutulmamış, “Şeriat söz tanımaz” denilerek kadın-erkek kılıçtan geçirilmiştir.
* Araplar tarihte yaşadıkları bu en büyük yağma ve talandan çok büyük servet elde etmişlerdir.
*Türkler böyle bir vahşet ve mezalimi Çinlilerden dahi görmemişlerdir.
*Bu tarihi gerçekler "aman İslâma leke gelmesin, Islâm etkilenmesin" düşüncesiyle gizlenmekte, hiç bahsi bile geçmemektedir. Türkçü siyasetçiler dahi konuyu geçiştirmektedir.