28 Ekim 2015 Çarşamba

ÖLÜM AYRILIK DEGİL… Unutulmaz Hocam İsa Kayacan’ın Aziz Hatırasına

ÖLÜM AYRILIK DEGİL…
Unutulmaz Hocam İsa Kayacan’ın Aziz Hatırasına
Aziziyim su yazda,
Buz bağlamaz ayazda.
Sana hasretiz İsa Hocam,
Öten yaz da bu yaz da.
Ölüm haberini internetten okudum, anında şaşırıp kaldım, ilk dediğim söz bu oldu:- Hayır, olamaz.  Her telefon konuşmasında iyiyim, doktorlar diyor ki, tedavim iyi sonuçlar veriyor. Ne oldu? İyi sonuçlar ölüme mi götürdü. Şimdi anladım, doktorlar onu ümitlendirmek için böyle diyordular. Ben de burada inanırdım, aslında hastalığının ne olduğunu bana söylememişti, sadece bir az rahatsızım, ama doktorlar korkulu bir şey olmadığını söylüyorlar – demişti. Ben de ölümü ona yakıştırmadığım için ona da, doktorlara da inanmıştım. Hala da ölümü ona yakıştıra bilmiyorum. Haftada bir defa arardı beni, konuşurduk, şiirden, sanattan, Türk Dünyasından, yeni kitaplarımızdan, makalelerimizden… Her defasında telefonu kapatmadan bir gün mutlaka Eskişehir’e geleceğim, Azerbaycan mutfağını çok özlemişim – diyordu.  Hep bekliyordum… Hala da bekliyorum, her telefon sesinde İsa Hoca’mdır –diyorum. Ama yok. Bekleye bekleye bir sene de oldu, ben hala inanamıyorum. İnanmadığım halde bir gün beni İsa Hoca’mın ölümünün bir senesi münasebetiyle Burdur’a ve Ankara’ya davet ettiler. Burdur’dan Ahmet Ali Bilgen Hocam, Ankara’dan titrek sesiyle, gözyaşlarını içine dökerek İsa Hoca’mın sağ eli olan kızı Gül Kayacan aradı:-Babamın ölümünün bir senesi nedeniyle Ankara’da anma töreni olacak, gele bilir misiniz?  Derslerimin çok olmasına bakmayarak anında:-Mutlaka geleceğim – dedim.
Güzel bir son bahar gününde yüzümde dünyanın kederi Burdur’a giden otobüse bindim. Kafamda İsa Hocamla ilgili bir birine karışmış anılar vardı. Şaşkınlıktan telefonumu bile evde unuttum. Ne yapacaktım? Burdur’da arayacağım insanların telefon numaraları da o telefonda idi. Bir anlığa sanki ıssız bir adaya düştüm. Ne yapacağımı bilmedim. İsa Hocamın ruhunu çağırdım. Anında yardım etti. Yıllarca dostluk ettiği şair yazar Abdullah Satoğlu’yu aradım, sonra manevi evladı Mustafa Ceylan’ı buldum, sonra Ahmet Ali Beyi…
Otobüste yanımdaki yer boş idi, aslında İsa Hocam idi yanımda. Yol boyu konuştuk onunla. Azerbaycan anılarını paylaştık, sonra şair, yazar kardeşlerini çok “özlediğinizi” söyledi bana.  Ah, İsa Hocam nasıl da beyaz güvercin gibi göklere uçtunuz, mavi bulutların içerisinde kayıplara karıştınız. Belki de meçhul gemiye binip geri dönmeyecek şekilde bir yolculuğa çıktınız, sevenleriniz rıhtımda ve bu seyahatten elemli. Kızlarınız günlerce siyah ufuklara baktılar, gözleri nemli… Kim der ki, İsa Hocam gittiği yerden memnun…Sevdiklerinden ayrı kalmak:
Arazı ayırdılar,
Kum ile doyurdular.
Ben sizden ayrılmazdım,
Zülüm ile ayırdılar…
Toplantıyı Burdur Araştırmacı Yazarlar ve şairler Derneği, kısa adı BAYŞA-DER düzenlemişti. Panel başlamadan önce Prof.Dr.İsa Kayacan’ın aziz ruhuna dua okundu. Sonra ise Kayacan’ın hayat ve faaliyetini aks ettiren sinevizyon gösterimi oldu. Derneğin 1.Başkanı Ahmet Ali Bilgen, 2.Başkanı Yusuf Çakar’dır. Toplantı Prof.Dr.İsa Kayacan’ın hayat ve yaratıcılığı ile ilgili panelle başlandı. Panelde Yusuf Çakar ve Hüseyin Kayacan sunum eşliğinde İsa Hocamızın yaşam öyküsünü anlattılar. İsa Kayacan’ın yazarlığı ve araştırmacılığı ile ilgili  Sebahat Gümüş, Melahat Ecevit ve Zafer Azaklı, İsa Kayacan’ın yazarlığı M.Cem Yiğit, Turan Atasever, Anılarla İsa Kayacan konusunu Mustafa Ceylan, İsmail Kara, Gazetecilik Yönüyle İsa Kayacan adlı makale ile Burdur Gazeteciler Cemiyeti Onursal Başkanı  Ercan Taraşlı konuşa yaptı. Daha sonra Burdur Yeni Gün gazetesinin muhabiri  Kurşat Tuncel, İsa Kayacan’a yazılmış şiirler ve makaleler hakkında Ahmet Can, Adnan Taraşlı, Ömer Yurtseven, Şiirlerle İsa Kayacan konusunu Zeki Çelik, Ali Gözütok, Hüseyin Kaya, Anılar ve şiirler konusu Ahmet Canbaba, Hatice Canbaba, Mansur Ekmekçi, İsa Kayacan ve Türk Dünyası konusunu Eskişehir Osmangazi Üniversitesinin öğretim Üyesi,  Azerbaycan Gazeteciler ve yazarlar Birliği Üyesi Prof.Dr.Tamilla Aliyeva  konuşma yaptı.  Panel Burdur’daki Atatürk Kültür Merkezinin salonunda oldu. Burdur ve çevresinden, Türkiye’nin çeşitli bölgelerinden İsa Kayacan Hocamızı sevenler salonda idi.  Antalya’dan İsa Hocamızın manevi oğlu Mustafa Ceylan ve Mansur Ekmekçi,  İzmir’den Turan Atasever,  Isparta’dan Melahat Ecevit, Zeki Çelik, Kütahya’dan Bekir Goncu, Ankara’dan her zaman hocamızın hizmetinde canla başla duran vefalı kızı Gül Kayacan ve en yakın arkadaşı İsmail Kara, aynı zamanda İsa Hocanın canı kadar sevdiği Azerbaycan’dan ve onu çok seven Azerbaycan Türkleri adından ben vardım.
Panel sona erirken İsa Kayacan’ın kızı Gül Kayacan ailesi adından Burdur Valiliğine, Belediye Başkanına, BAYŞA-DER’e babasına gösterdikleri saygı içi teşekkür etti.
İ.Kayacan’ın ebediyete kavuşmasının bir yılı ile ilgili Azerbaycan’dan, Türkmenistan’dan, Kazakistan’dan, Balkanlardan, Kerkük’ten çok sayıda şair, yazar aradı.  Azerbaycan’dan Bakı Devlet Üniversitesinden Öğretim Üyesi, şair yazar Sona Çerkez mektup göndererek İsa Kayacan’ın ölümünün 1 senesinde toplantı geçirildiğini, onun ruhu için dualar okunduğunu yazdı. Sona Çerkez daima İ.Kayacan’a yeni basılmış kitaplarını gönderiyordu, Hocamız da o kitaplar hakkında tanıtım makaleleri yazıyordu. Dünyanın çeşitli ülkelerinden arayanlar bu toplantıyı düzenledikleri izin Burdur BAYŞA-DER’in Başkanı Ahmet Ali Bilgen’e, Şair ve Yazarlar Derneğinin her bir üyesine teşekkür ettiler. Onlar İsa Hocanın Türk Dünyası için gördüğü güzel işleri anlattılar. Anma töreninde İsa Hoca’nın kitaplarından oluşan sergi açıldı, her kes sergiye büyük ilgi gösterdi.
Sabahı gün İsa Hocanın anma törenine gelen misafirler ve İsa Hocamızı çok seven Burdurlu şair ve yazarlarla birlikte İsa Beyin doğup büyüdüğü bütün eserlerinde severek yazdığı Tefenni ve Ece köyüne yollandı. Yol boyu İsa Kayacan Hocamızla ilgili anılar söyledik, zaten o yanımızda idi, her zamanki gibi susuyor, bizleri dinliyordu. Bir az Tefenni’de kaldıktan sonra İsa Hocamızın doğduğu Ece köyüne yollandık. Doğduğu ev uçulup dökülmüştü. Ama İsa Hocanın şiirlerindeki ağaçlar, su kuyusu yerinde idi. Onlar da bizim gibi mahzun idiler, “dertten” dilleri lal olmuştu, bir şey söyleyemediler. Biz de onlar gibi İsa Hocanın hüznü ile yaşıyorduk. Onlar dertli biz dertli… İ.Kayacan Hocamızın kızı Gül hepimizi duygulandırdı. Elini İsa Hocamızın çok sevdiği elma, nar, ceviz ağaçlarını gövdesine sürdü, fısıltı ile:-Babam mutlaka sizleri özlemiş, her geldiğinde sizleri kucaklar, yüzünü gövdenize sürerdi. Şimdi babamın yerine ben sizi kucaklıyorum. Babamın sizinle ilgili çok anıları vardır. Babamı unutmayın…
Ece köyündeki camide Prof.Dr.İsa Kayacan’ın ruhuna dualar okundu, gelenlere helva dağıtıldı. Sonra İsa Kayacan’ın adını taşıyan ve İsa Beyin kendi eliyle kurduğu kütüphane ziyaret edildi. O anda İsa Hocamızı yanımızda his ettik. Her tarafta onun kitapları, onun elinin düzeni vardı. Kütüphaneyi ziyaret eden şair ve yazarlar kendi kitaplarını kütüphaneye hediye ettiler. Anma töreni köy meydanında – açık havada, İsa Hocanın çok sevdiği çınarların altında oldu. Toplantıya başlar başlamaz bir anlık rüzgâr geldi, o rüzgârdan heyecanlanan çınarlar yapraklarını ellerimize döktüler. Aslında o rüzgar sıradan bir rüzgâr değildi, o rüzgar İsa Kayacan idi, sevdikleri onu köy meydanında anarken  Ankara’da mezarda kalamamış, uçup Ece’ye gelmiş, çınardan yapraklar alarak bizim ellerimize dökmüştü, o yapraklar  İsa Hocanın elleri idi, bizim ellerimize dökülerek, ellerimizi okşayarak teşekkür ediyordu. Bu olay toplantıya gelenleri çok duygulandırdı, her kes elindeki yaprağı öptü, İsa Hocanın elini öper gibi..
Ece köyünün muhtarı, İsa Hocanın okul arkadaşları, köy aksakalları konuşmalar yapıp gelen misafirlere hem yerlileri İsa Kayacan’ın adını böyle onurlandıkları için teşekkür ettiler. Türkiye’nin dört tarafından gelen Kayacan severler onun hakkında anılarını dile getirdiler, yazdığı eserlerden konuştular.
İsa Kayacan’la bağlı toplantıların sunuculuğun hocamızın manevi kızı şair, yazar Aysel Al yaptı. Bütün toplantı iştikakçıları, BAYŞA-DER ’in Başkanları Aysel Al’a teşekkür ettiler.
Böylece, Burdur’dan ayrılmak zamanı geldi, ayrılık zor olsa da ayrılmak zorundaydık, çünkü İsa Kayacan Hocamızın ikinci anma töreni Ankara’da idi. Oraya yetişmek zorunda idik. Yolculuktan önce İsa Hocamı her zaman evinde ağırlayan emekli öğretmen, şair yazar Sabahattin Gümüş’ün misafiri olduk. Aslında bu misafirlik de sıradan misafirlik değildi. Bir şairin evinde Hocamızın aziz ruhunu yâd edecektik. Sabahat Hanım İsa Hocamızın çok sevdiği yemeklerden bize ikram etti, dualar okundu, helva ikram edildi. İsa Hocamızla ilgili anılar bizi gözyaşlarına boğdu. İsa Hocamın kutsal ruhunun bu kadar aziz tutulduğunu gördüğümde gözyaşlarımı sildim, sadece onurlandım, keşke her kes bu kadar sevilseydi. Ne güzeldir halk, millet tarafından böyle yüksek değerlendirilmek… İsa Hocam cennetten mutlaka bizi görmektedir.
Ankara yolculuğu başlandı. Mustafa Ceylan, Aysel Al ve ben. Yol uzunu söz, sohbet İsa Hocamız oldu. Bazen duygulandık, bazen tatlı sohbetlerini hatırlayıp gülümsedik.
Bu da   İsa Hocamızın yeniyetme çağından bir parça ekmek için geldiği, burada çok meşhur olacağını, buradan bütün dünyayı kucaklayacağını, burada ebedi  kalacağını aklının kıyısından geçirmediği Ankara…  Başkentimiz bizi moralsiz karşıladı. Her yan sis, duman, soğuk. Belki de Ankara İsa Hocamızla birlikte geleceğimizi “düşünmüştü”. Kim biliyor. Şimdi İsa Hocasız geldiğimizi gördüğünde yüzümüze bakmak bile istemiyordu. Ama biz gelmiştik, İsa Hocanın ruhunu sevindirmek için gelmiştik. Gelmeseydik ömür boyu kendimizi af etmeyecektik. Aysel’n fakirhanesinde onun alil acele kurduğu kahvaltılık sofrasında ekmeğimiz gözyaşıyla karışık yedik. Anılar, yine anılar.
Prof.Dr.İsa Kayacan’ın vefatının 1.Yıldönümü Anma Toplantısı Türk-İş Konfederasyonu Konferans salonunda idi. Toplantıya hem Ankara’dan, hem de Türkiye’nin çeşitli yerlerinden çok sayıda bilim insanı, eski bakanlar, eski Millet Vekilleri,  gazeteci, yazar, şair, İsa Hocanın dostları, aile üyeleri, sevenleri  katılmıştı. Paneli İsa Kayacan Hoca ile şiir, sanat yolunda birlikte adımlayan Kerkük Kültür Derneğinin Başkanı Dr.Şemsettin Küzeci açtı. Onu da diyelim ki, bu toplantının düzenlenmesinde Türkmen eli Kültür Merkezi, Gülce Edebiyat dergisi, İLESAM, Türkiye Gazeteciler Federasyonu,  Türk-İş, Dünya İletişimciler Derneği vs. içtimai birlikler el ele çalışmıştılar. Anma töreninin açılışında ilk önce İsa Kayacan’la çalışanlar söz aldılar, panelde ise Prof.Dr.Tamilla Aliyeva, Prof.Dr.İrfan Nasrettinoğlu, Abdulla Satoğlu, Mustafa Ceylan konuştular. Anma törenine katılanların her biri İsa Kayacan Hocamızın şiir, sanat dünyasından, vatan, millet sevgisinden söz açtılar. Gençlerin kalbinde yazıp yaratmak aşkının güçlenmesinde onun gördüğü işleri dile getirdiler. İsa Kayacan’ın torunu Filiz Kayacan’ın kızı Nazlı dedesinin örnek bir insan olduğunu, onun yolunu devam ettireceğini dile getirirken çok hüzünlendi, gözyaşları Nisan yağmuruna döndü. Gerçekten İsa Kayacan Nazlı’nın yazılarını, şiirlerini gazetelerde yayımlarken sanki dünya onun olurdu, yüzünde güneş doğuyordu. Nazlı sahnelere dedesinin elinden tutarak çıkıyordu. Şimdi gözleri salonda dedesini arıyordu, o ise torununa cennetten bakıyordu.
Anma töreninde İsa Kayacan’ın ruhuna dualar okundu, kızları Gül ve Filiz Kayacanlar babalarının ruhuna saygı gösterdikleri için toplantıya gelen, konuşmalar yapan her bir insana teşekkür ettiler:-Babamız bir daha kanıtladı ki, ölüm ayrılık değil, bu gün burada olanlar babamızın gördükleri işleri hatırlamakla onun ölmediğini dediler. Bu kadar eser veren, bu kadar insanın kalbinde sevgi tohumu eken, vatanı, milleti için canını feda eden insanları ölüm yenemez. İsa Kayacan yaşıyor, o ölmedi, onun ölümü ayrılık değil…

22 Ekim 2015 Perşembe

MEVZÛ VATANSA.., SERENDİP ALTINDAL

            SERENDİP ALTINDAL
            Sevdiğiniz, seveceğiniz ve sahipleneceğiniz o kadar çok şey vardır ki çevrenizde. Mesela doğumundan itibaren çevresini merakla izleyen ve her şeyleri tanımak isteyen bebeğinizin, minik; ama dünyayı yutmaya hazır devasa beynini, biraz büyüdüğünde size doğru koşarken özlemle açılan kollarını, o minicik ellerini, ayaklarını, sevgiyle dolu ışıltılı gözlerini ve ona ait olan her şeyi.
            Sonra da her köşesi ayrı güzelliklerle, sürprizlerle dolu doğanızı, sizce çok özel ve anlamı büyük olan kişisel eşyalarınızı, inanç ve iman özgürlüğünüzü, seçme, seçilme, sevme ve sevilme haklarınızı, arkadaş ve dostlarınızı; hepsinin üstünde ve varlığınızın ana unsurları olan ailenizi de bilmem saymaya gerek var mı? Bunların üstünde de olmazsa olmaz müktesep vatandaşlık haklarınızı, milli varlığınızı, size asal sıfat ve vasıflarınızı veren, sizi siz yapan ulusal kimliğinizi, bilmem ilave etmeli miyim?
            Çünkü bunlar sizin de bizatihen sahip olduğunuz veya da olmak zorunda olduğunuz bilgilerdir aslında. Ne var ki hep sizin kalacağını zannettiğiniz bütün bu değerlerinizin üstünde, kara bulutlar dolaşıyor şimdilerde. Yaşadığınız güncelle birlikte, kafanızda oluşan imajı, kuru laflarla fazla şekillendirmeden hemen konuya girelim. Ki yerleşik Cumhuriyetçi-Demokrat Anayasamıza göre,  Milletin Meclisi denen bir çatının altında, adına Hükümet dediğimiz ve her şeyimizden sorumlu bir üst kurula, bizi ya ihya ederek özümüzle tamamlayacağı veya helak ederek yok edebileceği bir bağımlılığımız var demektir böylece.
            Olmak veya olmamak adına çok büyük sorumluluklar vereceğimiz Hükümetin oluşabilmesi için de, yasalar gereği önce bizim, yani milletin karar vermesi ve kaderini kendi eliyle onaylaması gerekmektedir. İşte 1 Kasım da yine böyle bir karar verme arifesindeyiz. Burada size esasen bildiklerinizi tekrarlamaya da hiç gerek yok. Elbette geçmişi ve geleceği hakkında yorum yapabilme hakkına sahiptir veya öyle de olmalıdır yetişkin, vatandaşlık hakkına sahip bütün seçmen bireyler.
İşte şimdi belki de, yaşamakta olan, bir sağlık engeli olmayan – ki kararsızlık bu defa asla affedilemez, oysa aslında o da bir sağlık sorunudur  - ve bu seçimde de oy kullanmak zorunda olan bizlerin, bugüne kadar hiç karşılaşmadığımız bir konumda, hayati bir kararı vermek zorunluluğumuz hâsıl olmuştur. Şimdi dörtdörtlük düşünelim ve sadece kendi adımıza değil, çocuklarımızın geleceği, hatta doğmamış torunlarımızın gelecek müktesebatları adına bile doğru bir karar vermek zorunda olduğumuzu da bilelim artık dostlar.
Ve bilelim ki bu seçim, büyük bir olasılıkla yeniden dirilişimizin de kapısını açacaktır. Çünkü gerçek durum işte bu kadar ciddidir. Ve hiç unutmayalım ki, olumsuzluk halinde, bu belki de kişisel karar verebilme haklarımızı kullanabileceğimiz, son seçimimiz olacaktır aziz vatanımızda. Ve şayet bundan böyle, bizim seçme ve seçilme – ki seçme hakkı olmayanın dolaylı olarak seçilme hakkı da kalmayacak demektir - haklarımız olmayacaksa, torunlarımızın da haydi haydi olmayacak demektir.
            Aynı bağlamda da belirtmeliyim ki, bu yazım bir seçim bildirgesi veya bir partinin reklam kampanyası taslağı değildir. Çünkü okurlarımı esasen yönlendirilmeye ihtiyaçları olmayan akli olgunlukta ve ahde vefa sahibi vatandaşlarım olarak kabul ediyorum. Ve nasıl olsa sadece kalıpsal değil; anlamsal olarak da çok iyi biliyorsunuz ki, şayet MEVZU VATANSA GERİSİ TEFERRUATTIR. Ve görülüyor ki bundan sonra da artık tek konumuz, yiğitler yatağı aziz VATANIMIZ, TÜRKİYEMİZDİR…
            Son yıllarda beton kışlalara, toplu mezarlara dönüştürülen ve artık nefes almakta zorlanarak, Batıda olan emsallerinin aksine, bizde ölüme mahkûm edilen anakentlerimizi, yeniden yaşama döndürmek zorundayız. Yoksa çok yazık olacaktır bu güzel ülkeye. Bunun da yolu Anadolu’nun en ücra köşelerine, köylerine kadar uzanacak olan çağdaş ve sosyal yaşamı, kalkınmış Batıda olduğu gibi oluşturmaktan geçiyor. Bunun için de, belki de son fırsatınız olacak Kasım seçimlerinde reylerinizi, bütün bunları düşünerek ancak yeni ve bağımsız bir milli Hükümet adına kullanmanız gerekmektedir.
            Başta da mülteci sorununu bizatihi yaratanların iddia etiği gibi Türkiye’de sadece göçmen sorunu yoktur veya ondan önce de yine elleriyle yaratmış oldukları, “köylerden anakentlere göçe mecbur bırakılanlar” sorunumuz vardır. İlk önce de kent ve köy yaşamını altüst eden bu zorunlu göçer sorunu çözülmeli ve ülke genelinde bozulan sosyal yaşam düzeni yeniden sağlanmalı ve geleneksel milli aile yapısının balansı tekrar oluşturulmalıdır.
Yarattıkları beton mezarlarda, mantar gibi ve peş peşe uluslararası emperyalist sermaye adına açılan AVM’ler için, kredi kartı mağduru yeni tüketiciler gerekiyordu. İşte bütün bu kap kaç da bu nedenle oluşturulmuş, aileler dağıtılmış, köylümüz topraklarını işleyemez, hayvanını yetiştiremez hale getirilmiş, Batıkentlere göçe zorlanarak durum, millete de kalkınma yaftası altında yutturulmuş ve sonuçta iki cephede de hayatlar kahredilmiştir.
            Diğer yanda birde, Dolar düşüyor diyorlar, bunun size faydası nedir. Çünkü Dolar düşürüldüğünde fark sadece Dolar borcu olan kapitalistin cebine artı olarak geri dönüyor. Bununsa yaşam mücadelesi veren normal vatandaşa elbette hiç bir getirisi olmuyor. O halde Cumhuriyet tarihimizin en ağır dış borcunu sırtımıza yükleyen mundar ithalatçının – ki bütün ülke ihracatımız aslında ithalat endekslidir – ağzıyla ve onun safında sevinme enayiliğimize de hiç gerek kalmıyor.
Çünkü mevcut Hükümet, vatandaşı olarak sizin vergi borçlarınızda, bilakis indirim yapmayıp, bırakın sizi hasılaya ortak etmeyi, aksine yeni vergiler icat ederek, nöbetini tuttuğu; ama tabanında delik olan ve yama da tutmayan hazineye sürekli artı artık sağlayan, çağlar ötesi Makyavel Prensliği vergilerini de sizden toplamaya devam edecektir nasılsa. Yani (+ veya -) Dolar farkı, katıyla hep vatandaşın cebinden çıkacaktır. Aynı Hükümet olasılığında, aynı minval üzere bundan sonra da kaybeden hep vatandaş olacaktır biline. Diğer kahredici kayıpları ise söylemeye, elim, dilim varmıyor. Bilmem yine de anlatabildim mi?
                                                                      Serendip Altındal

20 Ekim 2015 Salı

TEHLİKENİN FARKINDA OLMAK… Mehmet Halil Arık Emekli eğitimci – DENİZLİ

TEHLİKENİN FARKINDA OLMAK…
Mehmet Halil Arık
Emekli eğitimci – DENİZLİ
Mutluluklar paylaşılınca büyür, dertler paylaşılınca azalırmış.
Ülkemizin ve bu ülkenin mutlak elamanı olarak içinde bulunduğumuz durum gösteriyor ki; ve ne yazık ki; “dertlerin” paylaşımı daha çok zorlayacak gibi görünüyor bizi…
*
Bilmeyenimiz yoktur, Pandora’nın kutusu öyküsünü…
Pandora, mutluluktan, acıya, sevgiye, hoşgörüye, kine, nefrete, iyiliğe, kötülüğe, dostluktan savaşa, umuttan kaygıya… korkudan cesarete… ne bulduysa doldurmuş bir kutuya götürüp teslim etmiş bir dostuna ve sıkıca da tembihlemiş:
- Ben kutuyu teslim alıncaya kadar sakın açmayasın!...
Merak bu!... Hele bir de özel tembih varsa işin içinde; tut ki dayanasın!...
Arkadaş da dayanamamış merakının gücüne, tembihe rağmen açmış kutuyu, şöyle bir kenarından yavaşça…
Olanlar olmuş işte o an!... İyisi-kötüsü, hoşgörüsü-kini, nefreti- öfkesi… mutluluğu-acısı kısaca ne varsa kutunun muhtevası, fırlayıvermiş bir anda dışarı…
Tek bir şey kalmış içerde hapis: Umut!...
O gün bu gündür insanoğlu, bekçiliğini yapar olmuş umudun, günün birinde kavuşmak dileğiyle umut sepetinde her ne var ise…
Bizlerde bu gün, bu ülkede, barış, huzur ve mutluluğun bekçiliğini yapıyoruz, umut adına, Pandora’nın kutusu başında!..
*
Heyhat!... Boşuna mı acaba “umut” bekçiliğimiz deyip hayal kırıklığına sürükleniyoruz günden güne!... Çığlığımız içimizde büyüyor.
Yitirilen hayatların kapımızı hergün hoyratça çaldığı bu günlerde,  “Oh!..Be!... Bu gün de sıra bizde değil(miş)!” cümlesi insancıl bir teselli olabilir mi?
Manşetlerden düşmeyen kanıksanmış ölüm haberlerinin müsebbibleri siyasetin hangi kirli elleri, kimlerin kirli emelleri!?...
*İstanbulda dinci saldırı:57 ölü…
Hızlı tren kazası: 52 ölü…
İstanbulda sel: 31 ölü…
Zonguldak, maden ocağı kazası: 30 ölü…
Rehhanlı: 52 ölü…
Soma: 301 ölü…
Ermenek, 18… Suruç; 34, Ankara 97… Ve arada sayılmadan üçlü-beşli-tekli sayılmadan atlanan yüzlercesi…
“Vereceğiz; ne isterlerse vereceğiz!..” cümleleriyle cesaretlendirilen ve ucu bölünmelere çıkacağı baştan belli aymazlık damgalı oy avcılığının, başkanlığa giden yolları bir biçimde kapanınca, birilerinin bozulan ihtiraslı kimyası 2 ayda 150’den fazla cana mal oldu!...
Kaç tanesinin faili buldu layığını…? Kaç tanesinin kırıldı kirli elleri?... Kaç tanesinin koparıldı  nefret dilleri…? Kaç tanesinin ortadan kaldırılabildi bu ülke üzerindeki tehlikeli emelleri?...
Oy uğruna feda edilince bunca canlar; korunup kollanınca hukuku Habur kapısında arayanlar, muteber kişi sayılınca hukukla değil de parmakla aklananlar… “istifa”nın erdemini istihzalı gülüşle alaya alıp koltuğuna çivilenmiş bakanlar ve “saray”dan destek alanlar var oldukça,   barışın kapısında, huzura giden yolda UMUT bekçiliğimiz boşuna mı!?  
-         Hayır!... Hayır!...
-         Tehlikenin farkında olmakla başlar çözümün ilk adımı!...
-         7 Haziran olmadı… diyenlere inat!. İşte l Kasım.
-         Çözüme milat olsun!...
***
ZULÜMSE ÖLÜM,
KAHROLSUN BE GÜLÜM!...

Varsın kaderde var olsun ölüm…
Biz yaşarken gelemez be gülüm!...
Yaşamak hak, yaşatmak görev!...
Emir inmişse yüceden;
            Ne haltetmeye var öyleyse zulüm!...
*
Yükselmişken barışın çığlığı arşa,
Bu arzuyu ölüm
            Silemez ki gülüm!...
Erdemin ilkesiyse yurtta barış, dünyada barış,
Nedir bu ihtiras,
            Nedendir bu öfke, kimedir bu kin,
Daha ne kadar sürecek bu faşizan yarış!?...
*
Umut güneş, umut dağ, umut derya…
Altedemez bu gerçeği üçbeş palikarya!...
Kaç zaman engeldir bulut güneşe gülüm!...
Yastayız!... İsyandayız!...
Ölümden öte… hayındır zulüm!...
*
Her kahpece ölümle kapkara kesilir gönlüm,
Kahpece ölüm varsa,
            Vicdan susamaz be gülüm!...
*
Umut yarıda kalmışsa kahrolsun ölüm!...

Mehmet Halil Arık
Emekli eğitimci – DENİZLİ
11.Ekim 2015

14 Ekim 2015 Çarşamba

Buyurun cehenneme; "Hüsnü Mahalli" İntiharcılar spor olsun diye eylem yapmazlar.

Buyurun cehenneme
Hüsnü Mahalli
İntiharcılar spor olsun diye eylem yapmazlar.
Günlerce ya da haftalarca süren bir hazırlık ve prova dönemi var.
Örneğin intiharcı olmak isteyenler, ya intiharcı olarak seçilenler yoğun bir beyin kilitleme seanslarına tâbi tutulur ve yapacakları işin kutsal olduğuna inandırılırlar.
Şeyh Hazretleri intiharcıya “Kendini havaya uçurup düşmanları yok ettikten sonra Melaikeler gelir parçalarını toplar ve Allah'ın huzuruna bırakırlar. Yüce Rabbimiz sana tekrar can verecek ve Cennetin kapısını sana açarak buyur edecek” der ve onu ‘kutsal yolculuğuna’ gönderir.
İntiharcı eylemi gerçekleştireceği yere bir kaç kez gider, incelemelerde bulunur ve o ‘kutsal gün’ için kendini hazırlar. İntiharcı o ' kutsal gün' öncesinde patlayıcılarla ilgili kurs görür ve genel olarak yanında birileri olur.
Kaide, IŞİD, Nusra ve benzeri ruh hastası terör örgütlerini biraz olsun tanıyanlar intiharcılarla ilgili bu basit bilgileri bilir.
Peki Başbakan Davutoğlu ne dedi ?
'Türkiye’de intihar eylemi yapabilecek kişilerin belli bir listesi var. Takip ediyorsunuz ama bunun öyle bir eylemi gerçekleştirme anına kadar müdahale edemiyorsunuz. Demokratik hak ve özgürlüklerden feragat etmeden yürütülmesi gereken bir mücadele.
İlk duyduğumda bunun sürçü lisan olabileceğini düşündüm.
Tüm eleştirilere karşın bir düzeltme yapılmadığına göre demek ki Başbakan Davutoğlu söyleminde ciddi.
Oysa  MİT’in elinde IŞİD ve diğer tüm terör örgütleri ile ilgili sınırsız ve çok önemli bilgiler vardır.
IŞİD saflarında savaşan teröristlerin büyük bölümü Türkiye sınırlarından Suriye’ye girdi.
CIA’(ye göre bu teröristlerin sayısı en az 35 bin.
23 Şubat 2015’teki demecinde Başbakan Yardımcısı Arınç, IŞİD’e katılan Türk gençlerinin sayısının bin olduğunu söyledi.
Arap medyasına konuşan AKP’li Zahit Gül “IŞİD saflarında 7 bin Kürt kökenli Türkiyeli var” dedi.
Elbette MİT en doğrusunu bilir.
‘Alevi Esad’ı yıkarlar’ diye herkes onlara yardım etti.
Önceki gün Nusra lideri Colani, militanlarına “Özellikle Alevi hedeflere saldırın ve hepsini öldürün” dedi.
IŞİD, Nusra ve diğer gruplarda kaç intiharcı var bilinmez ama karar vermişse intiharcıyı durdurmak  hiç kolay değil.
Örneğin IŞİD’çi intiharcı en az kendisi gibi Müslüman olan Nusra’cıların arasına dalıp onlarcasını öldürebiliyor. Çünkü Şeyhi ona “Nusracılar kafir ve katli vaciptir” demiştir.
Aynı şey Nusracı bir intiharcı için geçerli.
İntiharcının kafası işte böyle bir yapıda.
MİT ve güvenlik birimlerinin bu kafaları bilmemesi imkansız.
MİT ve güvenlik birimlerinin bu tiplerin her an eyleme geçeceğini bilmemesi imkansız.
Adamlar ‘makul şüpheli’ değil yüzde yüz ve peşinen suçlu.
Yani canavar.
Ankara katliamını gerçekleştirenler en az iki hafta önce görevlendirilmiş, bölgede en az beş kez prova yapmış ve belli mekanlardan malzemelerini sağlamışlardır.
Başbakan Davutoğlu’nun sözünü ettiği liste MİT’te olduğuna göre intiharcıların her adımı takip edilmiştir.
Neden yakalanmadılar?
Bu sorunun hiç bir şekilde yanıtı yoktur.

Eylemi yapıp havaya uçtuklarına göre şimdi 'cennetten' bize el sallıyorlardır
Savcılar ‘delil oluştuğuna göre’ onlar için tutuklama talebinde bulunur.
Polis de gider onları cehennemden alır getirir.
Bir daha söylüyorum: IŞİD ve Nusra’da yüzlerce belki de binlerce intiharcı var.
Her iki örgüt Suriye ve Irak’'ta sayısı belli olmayan çocukları kaçırıp intiharcı olarak yetiştiriyor.
Bir düşünün bu intiharcılar Türkiye’ye girdi ve güvenlik birimleri bunların listesini Başbakan Davutoğlu'na verdi. O da “Demokrasi ve özgürlük var” dedi.
Şimdi şu korkunç tabloyu bir düşünelim :
İki ruh hastası Ankara'daki  katliamı yaptığına göre yüzlerce ruh hastası acaba ne yapar ?
Beyler tablo korkunç ama söylediğim şey çok ciddi.
Bu adamlar ruh hastası, sapık ve manyak.
Bu adamlar hepimizi düşman  bellemiş ve bizi öldürmekle direkt cennete gideceklerine inanıyorlar.
Onlara göre biz makul şüpheli değil ayetli suçluyuz.
Onlar ise ‘demokratik hak ve özgürlüklerden feragat etmeden kutsal mücadele veriyorlar’.
Tek farkla: Allah adına.
Onun için listelerine kimse dokunamaz.
‘Allahsızlar’ için listeye bile gerek yok!
Hepsi de makul yani maktul şüpheli..
Hüsnü MAHALLİ, hmahalli@hotmail.com
14 Ekim 2015, 11:12