11 Temmuz 2014 Cuma

Türkiye’de Yaşanan Tahrik Eylemleri ve Irak’ta Gelişen Son Durum Hastalıklı Olan Sadece İktisadi Anlayışımız Değil…! Prof. Dr. Talip ÖZDEŞ / Sde.org.tr

Türkiye’de Yaşanan Tahrik Eylemleri ve Irak’ta Gelişen Son Durum; Hastalıklı Olan Sadece İktisadi Anlayışımız Değil…!
Soma’daki kömür madeninde yaşanan faciayı, hastalıklı bir iktisat anlayışının ve yapılanmanın sonucu olarak okumak mümkündür. Kömür madenleri, maden işçileri ve facia gibi maden kazaları gündeme geldiğinde, 19. Yüzyılın İngiltere’sinde madenlerde yaşanan feci durumlar akıllara gelmektedir. 19. Yüzyıl ilkel kapitalizminin en vahşi manzaraları kömür madenlerinde yaşanmıştır. En ilkel şartlarda köle gibi çalıştırılan insanların emeğini sömürerek büyüyen şirketlerin sermayelerini daha fazla büyüterek sömürge alanlarını genişletmeleri amaçlanmıştır. Doğal olarak mantık değişmedikçe sonuçlar da değişmiyor. 19. Yüzyıl Avrupa’sına damgasını vuran ilkel kapitalizmin mantığı günümüze de yansıyorsa, o günlerde yaşananlara benzer sahnelerin bugün de tekerrür etmemesi için hiçbir neden yoktur. Söz konusu mantık açısından sadece üretim çarkının bir dişlisi olarak telakki edilen insan emeği ve hayatı çok ucuz! Adına serbest piyasa denilen, kuvvetli olanın piyasaya yönelik oyun ve hileleri karşısında korunmasız duruma düşürülen bir toplum var! Emek sömürüsü ile elde edilen servet, süper zenginler oluşturma amacına yönelik olarak bir yerlere pompalanmaktadır. Facianın temelinde ne pahasına olursa olsun sadece üretim artışına ve kâra endekslenen, mülkün gerçek sahibinin Allah olduğunu unutan, helal-haram ayırımı olmayan, sonuna kadar dünyevileşmiş bir ekonomi anlayışı yatmaktadır. İlkel kapitalizm zihniyeti üzerine inşa edilen modern kapitalizm de ne pahasına olursa olsun daha fazla iktisadi büyümeyi, daha fazla kâr elde etmeyi hedeflerken, bu büyümenin nasıl olacağı, insan ve çevre üzerindeki menfi etkilerinin nasıl giderileceği üzerinde yoğunlaşmıyor.
Ancak sorunlu ve hastalıklı olan sadece iktisadi anlayışımız değil; siyaset zihniyetimiz de bir o kadar sorunlu ve hastalıklı gözüküyor. İktidar ve muhalefetiyle siyasi partilerin, sivil örgütlerin yaşanan faciayı siyaset malzemesine ve polemiğe dönüştürmeksizin konunun üzerine gitmeleri, sorumluları ortaya çıkarmaya gayret edip yapıcı önerilerle çözüme katkı sağlayıp sistemi olumlu yönde dönüştürmeye çalışmaları beklenir. Beklenen şey, iktidar partisini itibarsızlaştırmak ve güçsüz konuma düşürmek için acılar ve ölümler üzerinden politika yapmak, meydana gelen birtakım hadiseleri daha büyütüp trajik ve çözümsüz hale getirmek olmamalıdır. İktidarla muhalefet arasındaki ilişkinin böyle bir ikileme oturması, demokrasi için bir zaaf oluşturmaktadır. Pragmatist siyaset anlayışı üzerine kurulan politikalar, iktidarın ayağını kaydırmaya çalışırken, ülkenin istikrarını, birlik ve beraberliğini bozmaya yönelik plan ve projelere, dış müdahalelere de davetiye çıkarmış oluyorlar. Uluslararası bağlantıları deşifre olan, ülkeyi milyarlarca dolar zarara uğratan Gezi Parkı eylemlerine, 17 Aralık operasyonuna, Okmeydanı’nda sergilenen mezhep tahrikçiliğine, barış sürecini akamete uğratmayı hedefleyen sokak eylemlerine ve barbarizme destek vermek nasıl bir politik anlayışın tezahürüdür?
Tahrik Eylemlerinin Hedefi Ne?
Soma’nın akabinde Gezi provokasyonunun devamı mahiyetinde Okmeydanı’nda belirli aralıklarla anarşi ve terör ortamları sergileyenlerin, Lice olaylarını bahane edip çocuk ve gençleri sokağa sürerek terörün maşası haline getirenlerin, yol kesenlerin, sağa sola molotof kokteyli ve bombalar atıp topluma öfke, şiddet ve düşmanlık pompalayanların olayları kendi politik ve ideolojik amaçları için kullandıkları, global aktörlerin ve emperyalizmin parçası oldukları iyice anlaşılmıştır. CNN, New York Times, Guardian, Independent, Der Spiegel, Bild gibi medya organlarının Suriye’deki katliamlara ve insanlık dışı eylemlere gözlerini ve kulaklarını tıkayarak sessiz kalırlarken, savaş muhabirleriniülkemize göndererek mezhep çatışmasını tahrik eden Köln bağlantılı Gezi Parkı eylemlerine, Ok Meydanı’ndaki anarşiye, etnik merkezli Vandalizm ve sokak terörüne nasıl destek verdikleri herkes tarafından bilinmektedir. Bunların etnik ve mezhebi farklılıklar üzerinden ülkeyi kutuplaştırıp kaos yaratmaya, farklı toplum kesimleri arasında çatışma zeminleri yaratarak ülkenin huzur ve istikrarını, birlik ve beraberliğini bozmaya, barış sürecini sona erdirmeye, ülkeyi bir Suriye veya Irak durumuna düşürmeye çalışmaktan başka herhangi bir insani projelerinin olmadığı açıkça belli olmaktadır.Emperyalizmin ülkemize ve İslam dünyasına yönelik plan ve stratejilerinin piyonu ve maşası haline gelen bu sefihlerin bütün çabası, hukuk, ekonomi ve siyasette birçok müspet gelişmelere imzasını atan bir hükümeti iktidarsızlaştırmak, toplumu kaos ortamına sürüklemek, sokağa sürüp kurban ettikleri çocuk ve gençlerin cenazeleri üzerinden ahlaksızca politika yapmak! Ancak bu millet sahnelenen bütün bu senaryolara hiç de yabancı değil! Hiç kimse ülkeyi anarşiye, teröre ve kuralsızlığamahkûm ederek faciaların önleneceğini, toplumsal problemlere çözüm getirileceğini iddia etmesin!Birileri tarafından ülkenin tekrar anarşi, terör ve darbelere mahkûm edildiği, dünya siyasetinde hiçbir ağırlığının kalmadığı; huzur, emniyet, istikrar ve kalkınmanın olmadığı günlere döndürülmesi amaçlanıyor.
İçerideki Tahrik Ülkeyi Dışardan Kuşatmayı, Gelişmeleri Bloke Etmeyi Hedefleyen Global Planın Bir Parçası mı?
İçeride meydana gelen olaylar dışarıda meydana gelen hadise ve gelişmelerden bağımsız olmayıpTürkiye başta olmak üzere top yekûn İslam dünyasını güçsüzleştirip bağımlı hale getirmeye çalışan global bir plan ve stratejinin parçası olarak okunmalıdır. New York’taki Dünya Ticaret Merkezi’ne yapılan şaibeli saldırının ardından El-Kaide bahane edilerek Afganistan ve Irak’ın ABD ve Batılı güçler tarafından işgal edilmesiyle İslam dünyasına karşı başlatılan süreç değişik taktik ve manevralarla devam ettirilmektedir. Ne Tunus’tan başlayarak Mısır, Libya ve Orta Doğu’yu etkisine alan Arap Baharı’nın tersine döndürülmesine yönelik plan ve gelişmeler, ne Suriye’de Esad rejimine Mısır’da askeri darbeye destek verilmesi, ne Kuzey Afrika’dan Orta Doğu’ya, Afganistan ve Pakistan’a kadar uzanan çizgide şiddeti önceleyen Selefi hareketlerin yaygınlaşması söz konusu bu stratejiden bağımsız düşünülmemelidir. Türkiye ve İslam dünyası içeriden ve dışardan kuşatılıp bloke edilmekistenmektedir. Siyasette Müslüman halkları yönetim mekanizmaları üzerinde etkin hale getirecek çoğulcu demokratik gelişmelerin, İslam ülkeleri arasında gerçekleştirilmeye çalışılan siyasi ve iktisadi birlikteliklerin,  enerji, ulaşım ve diğer alanlarda hedeflenen mega projelerin ve yatırım hamlelerininönü kesilmeye çalışılmaktadır. Daha özelde tarihi misyonuna sahip çıkan, Afganistan, Irak, Suriye ve Filistin konularında aktif rol almaya çalışan, komşularıyla, Türk ve İslam dünyası ile ilişkilerinde dinamik politika izleyen, bölgesinde etkin, siyasette ağırlığı olan, gelişen, huzurlu ve istikrarlı bir Türkiye istenmiyor. Birinci Dünya Harbi sonrasında gerçekte sahip olduğu toprakların çok az bir kısmına hapsedilen Türkiye’nin kendisi için çizilen sınırların dışına çıkmaması isteniyor.
Yaklaşık yüzyıl önce Osmanlı Devleti’nin bir eyaleti konumundaki bölgelerde isyan ve ayaklanmaları teşvik eden, Hicaz demiryolu projesini engellemek için entrikalar çeviren, Suriye, Musul ve Kerkük’ü Osmanlı’dan koparan, Orta Doğu’nun haritasını cetvelle çizip petrolüne el koyan, Afganistan ve Irak’ın işgaline imza atan aktörler, bugün Orta Doğu’da yeni haritalar çizmenin, olayları kendi politika ve stratejileri doğrultusunda yönlendirip yönetmenin peşindedirler. Ne yazık ki dün olduğu gibi bugün de İslam dünyası içerisinde İngiliz siyasetinin, Siyonist lobilerin vb. aktörlerin işbirlikçileri var, ihanete ortak olanlar var, gafletle tuzağa düşüp emperyalizme maşa olanlar var! Ortaya çıkan gelişmeler, Türkiye’nin Kerkük ve Musul üzerindeki varlığını, özellikle Irak’ın kuzeyi ile beraber tesis ettiği enerjihattını tehdit edebilir.
IŞİD, el-Şebab, Boko Haram gibi Haricilik benzeri tekfirci gruplar ve örgütler, ABD ve Batılı güçlerin işgallerle, katliam ve tecavüzlerle İslam coğrafyasında yarattıkları cehennemlerde ortaya çıkmaktadır. Milyonlarca insanın katledilip sakat bırakılması, ülkelerin tahrip edilmesi, zenginliklerin yağmalanmasıİslam coğrafyasında ABD ve müttefiklerine karşı büyük bir öfke, kin ve intikam duygusunun birikmesine vesile olmuştur. Bütün bir coğrafya adeta barut fıçısına döndürülmüştür. Dolayısı ile bugün Irak’ta meydana gelmekte olan hadiseler karşısında ihtiyatlı olmak, peşin yargılar, sloganik değerlendirmeler karşısında dikkatli olmak gerekmektedir. Çünkü tozun dumana karıştığı, dünya ve Orta Doğu siyasetinde etkinliği olan aktörlerin kendi stratejileri doğrultusunda olay ve gelişmelere müdahil olmaya çalıştıkları bir atmosferde önümüze gelen fotoğraf yeterince netleşmiş değildir. Böyle bir durumda fotoğraf netleşmeden duygusal reflekslerle kesin tavır ortaya koymaktan ziyade, olay ve gelişmeleri yakından takip edip akl-ı selimle yönlendirmeye çalışmak, hakları ve kazanımları muhafaza edip devam ettirecek politikalar üretmek daha tutarlı olur.
IŞİD hareketinin oluşumunda Selefi akım kadar ABD işgalinden sonra tasfiye edilen Saddam ordusunun subay ve askerlerinin, ABD ve Avrupa destekli Maliki yönetimince dışlanan Sünni toplum kesimlerinin, Suriye muhalefet hareketinden kopan bazı grupların da rol aldığı, geleneksel reflekslerden ve politik çıkarlardan hareketle bazı Körfez ülkelerinin de bu harekete destek verdiği anlaşılmaktadır. Yani bugün Irak’ta meydana gelen olay ve gelişmelerin büyük ölçüde bölgenin iç dinamiklerinden kaynaklandığısöylenebilir. ABD ve Batılı müttefiklerinin işgal sonrası Irak’ta oluşturdukları sun´î yapılanma çöküş noktasına gelmiştir. Bugün global aktörlerin yapmak istediği şey, Irak, Suriye ve Orta Doğudaki iç ve dış dinamikleri analiz ederek gelişen olayları kendi politika ve stratejileri doğrultusunda yönlendirmektir.Bu siyaset başından beri Annan Planı’nın etkisizleştirilmesini, Suriye muhalefetinin silahlı çatışma ortamına çekilerek parçalanmasını, demokratik birlikteliklerin ortadan kaldırılmasıyla IŞİD ve benzerişiddet yanlısı hareketlerin gelişmesi için gerekli zeminin yaratılmasını beraberinde getirmiştir. Bu siyasetten hedeflenen şey, Müslüman toplumlar, halklar ve gruplar arasında kabile, etnik ve mezhebi farklılıklar üzerinden tefrikalar yaratılarak, tekfirci zihniyet ve şiddeti önceleyen yöntemler de devreye sokularak çatışmalar yaratılması, kendisinden olmayana karşı hissedilen nefret ve öfkenin akıl ve ruhları teslim almasıyla Müslüman’ın Müslüman’a vurdurulmasıdır. Çatışma zeminleri yaratılıp insanlar birbirleriyle vuruşturulurken kullanılan silahlar hep aynı merkezlerden (aktörlerden) temin edilmektedir. Bütün bunlar yapılırken İslam dünyasının özellikle siyaset ve zihniyet planındaki birtakım köklü ve geleneksel zaaflarından, içerisine düşürüldüğü kaos ve öfke ortamından önemli derecedeistifade edilmektedir.
Görünen o ki Orta Doğu coğrafyası, Irak ve Suriye üzerinden Sünni-Şii eksenli bir çatışma zeminine çekilmeye çalışılmaktadır. Irak’ta bu politikaların provalarının ABD işgalinden sonra yoğun bir şekilde yapıldığına şahit olmuştuk. İslam dünyasında bu fitne planına alet olabilecek hiçbir siyasi yönetim ve yapılanma, kendisini İslam’a nispet etse bile, ortaya çıkabilecek menfi durumların tarihisorumluluğundan kurtaramaz. Uluslararası camiada Suriye’deki demokratik muhalefete yeterli desteği vermeyip tezgâh altından Esad yönetiminin yanında olanlar, çifte standartlı politikayla ona karşı etkin olabilecek yaptırımları harekete geçirmeyenler, Suriye muhalefetini zaafa uğratanlar Irak’ta ortaya çıkan tablonun da sorumlusudurlar. Petrol hesabı yapanlar, ürettikleri silahlara Pazar arayanlar için, ne pahasına olursa olsun saltanatlarını sürdürmeyi amaçlayanlar için masum insanların katledilmesi fazla önem arz etmiyor! Bir zamanlar bölgeyi Osmanlı’dan koparanların ortak siyaseti, küreselleşmenin etkisiyle ve bölgenin iç dinamikleriyle ortaya çıkan Arap Baharı’nın olumlu atmosferinin ortadan kaldırılması, demokratik gelişmelerin önünün kesilmesi, etnik, mezhebi ve ideolojik farklılıklar üzerinden şiddet ve çatışmaların devam ettirilmesi doğrultusunda gözükmektedir. Suriye ve Mısır’daMüslüman Kardeşler hareketinin öncülüğünü yapıp aktif görev aldığı çoğulculuk esasına dayalı demokratik hareketler desteklenmek yerine; selefi-radikal hareketlere, meşru hükümetlere darbe girişimlerine ve diktatörlüklere dolaylı veya doğrudan destek verilmesi bu politikanın bir sonucudur.
Gelişmeler ülkemizin istikrarını, mevcut iktidarın ve ülkenin konumunu, dolayısı ile barış sürecini, petrol üzerinden Kuzey Irak yönetimiyle kurulan iktisadi işbirliğini tehdit edebilir. Mevcut durum iç siyasetteki gelişmelerle de bağlantılı olarak Mısır, Suriye, Irak ve bütün Orta Doğu’da ortaya çıkanolayların ve gelişmelerin masaya yatırılarak dakik bir şekilde analiz edilmesini, bu bağlamda ciddi bir durum muhasebesi yapılmasını gerekli kılmaktadır. Türkiye, Irak’la olan tarihi bağlarından, Orta Doğu ve İslam dünyasına yönelik misyonundan ve tarihi devlet tecrübesinden hareketle bölgede elde ettiği kazanım ve çıkarlarını koruyup garanti altına alacak şekilde bir siyaset geliştirmek durumundadır. Bunun için kısmen özerk/federal yönetimler olsa bile, Irak’ın birlik ve bütünlüğünü koruyacak bir iç barış projesinin hayata geçirilmesi, çoğulculuk ve demokrasi anlayışı üzerine oturacak, toplumun farklı kesimlerini denge içerisinde temsil edebilecek merkezi bir yönetimin oluşturulması için harekete geçilebilir. Suudi Arabistan, diğer Körfez ülkeleri ve İran da böyle bir projeye ikna edilebilirse bölgenin kaderi müspet yönde değişebilir. 
(-A+A, 11 Temmuz 2014 www.sde.org.tr)

3 Temmuz 2014 Perşembe

Elektrik enerjisi fazlası olan bir ülkede: "Su içinde 24 saat nöbetteler!.."‏

Dizlerine kadar "su içinde" 24 saat nöbetteler!
Çok geç kalmış uyanışlar. Bu topraklarda yaşayan insanlar bencil.
Bıçağın ucu kendi etine girene kadar hiç sesi çıkmıyor.
Bana zarar vermeyen yılan bin yaşasın lafı var ortada.
Küresel oligarklar ve onların işbirlikçileri bu bencilliği çok iyi kullandılar.
Kalabalığı tek tek yakaladılar. Salam politikası uyguladılar.
Toplumun kesimlerini tek tek halkın önüne, yani aslanların önüne attılar.
Memurları halka şikayet ettiler, halkın desteğini aldılar, ezdiler ve geçtiler.
Sonra işçileri halka şikayet ettiler, halkın desteğini azdılar ve tükettiler.
Sonra sıra sıra köylü ve küçük esnafı sıraya soktular.
Her defasında toplumun kalanı kıyıma destek verdi.
Sonunda halktın tamamı tezgahtan geçmiş oldu.
Bu yöntemlerle emeği fiyatını en dip noktaya çektiler.
Ülkenin ulusal varlıklarını yok pahasına yabancılara peşkeş çektiler.
Bir de şu meşhur din olgusu var. Bunu da çok iyi suistimal ettiler.
Eğriyi doğru göstermekte, doğruyu eğri göstermekte çok işe yaradı.
Milleti kendi ordusuna, komşusuna düşman etmekte kullandılar.
Ülkenin zaten derinlerde duran fay hatlarını iyici genişlettiler.
Artık Kürtler, Türkler, Sünniler, Aleviler, çağdaş insanlar, dindar insanlar,
Özetle ortada ne kadar toplumsal katman, kesim varsa,
Hepsi birbirine şüphe ve öfkeyle bakıyor. Aslında bütün bu hazırlıklar gerçekten de toplumu kanlı bir iç savaşa hazırlamanın alt yapısı. Yoksa insanlar durup dururken komşusunu neden kessin. İlla ki, bir öfke, bir nefret lazım. Onu körüklediler.
İşe yarar nirengi noktaları hakında şüphe ve şaibe yarattılar.
Toplum çıpasız kaldı, sürükleniyor. Bütün değerler aşındırıldı.
Dayanışma, toplumsal aidiyet hissi, doğaya, topluma karşı sorumluluk.
Hatta temel ahlaki kurallar. Her şey eksik, bozuk.
Iki yol var.
Ya bizlerde bu gidişe uyacağız. Madem ki daha akıllıyız. Aptallardan daha çok çalacağız.
Yakalanmayacak, sefalanacağız. Suyun üstünde kalacağız. Ahlakı insanlara kötüyü göstererek anlatacağız. Hem ezilmeyecek, hem de somut örneklerle ahlakı anlatmış olacağız.
Ya da bu güne kadar hiç etkisi olmayan eski yöntemi denemeye devam edeceğiz.
Dilimizde tüy bitene kadar gırtlak paralamaya, dokuzuncu köyden onuncu köye doğru gitmek üzere valiz hazırlamaya devam edeceğiz.
Tercih sizin.
Ben doğrusu giderek umudumu yitiriyorum. Bir millet, bir ulus, bir devlet olduğuna inancım giderek azalıyor. Sanki ortada şahsi menfaatlerinden başka hiçbir şeyi düşünmeyen bir insan kalabalığı var. Mümkün olsa komşusunu kesip yiyecek. Ve zaten onu yapması için yönlendirilmiş bir kalabalık... Oraj POYRAZ & L2fSIJNoA0xfSNxA
Su içinde 24 saat nöbetteler!
Arhavili yaşam savunucuları Cihani bölgesindeki HES projesine karşı 24 saat nöbete başladı…
Yusuf Yavuz
Artvin’in Arhavi ilçesinde Cihani bölgesinde MNG Holding tarafından yapımı planlanan Kavak HES’in iptali için dava açan yöre halkı, yargı süreci sona ermeden şirketin iş makinelerini alana sokması üzerine tepki gösterdi.
HES şirketinin satın aldığı arazide iş makinelerinin çalışmasını engelleyen yurttaşlar, yasal süreç tamamlanıncaya kadar 24 saat dere nöbetine başladı.
MNG holdingin Cihani ve Kamilet Vadisi’ndeki HES projelerini durdurulana kadar dere nöbeti ve direnişin süreceğini duyuran Arhavi Doğa Koruma Platformu, HES talanının geç olmadan durdurulması çağrısında bulundu.
İŞ MAKİNELERİNİ DURDURUP 24 SAAT NÖBETE BAŞLADILAR
Arhavi’nin Konaklı ve Kemerköprü Köyleri arasında yeralan Cihani mevkiinde, MNG Holding tarafından yapımı planlanan Kavak HES projesi için çalışma yapmak isteyen iş makinelerinin köylülerce engellenmelerinin ardından Arhavi Doğa Koruma Platformu’nca yapılan basın açıklamasında HES çalışmasının hukuksuz olduğuna dikkat çekilerek dere başında 24 saat nöbet tutulmaya başlandığı duyuruldu.
‘GEÇ OLMADAN HES TALANI DURDURULSUN’
"Yıllardır ülkenin her köşesinde devam eden ve vadileri talan eden HES belası bütün ağırlığı ile köyümüze çökmüş bulunmaktadır.
Köyümüz her geçen gün yaşanmaz hale gelmekte; dereler, vadiler, köyler iş makinelerinin gürültüsü altında delik deşik edilerek yok edilmektedir.
Bu talan çok geç olmadan durdurulmalıdır" ifadelerine yer verilen açıklamada, şöyle denildi:
‘YAĞMA YOK, BİZ HALKIZ VE HAKLIYIZ!’
"Bu bir çılgınlıktır, bu bir akıl tutulmasıdır.
Düşman işgali altındaki ülkelere reva görülmeyecek bu kıyıma son verilmelidir.
Daha dün hiçbir yasal dayanağı olmadan dereye iş makinesi ile dalan MNG taşeronuna gereken cevap verilmiştir.
Şirket ÇED raporuna göre çıkan hafriyatın depolanacağı alanı kullanmamış bunun yerine deremizi şantiye alanına çevirmiştir.
Gerekli raporlar valilik ve çevre il müdürlüğünde olmasına rağmen kurumlar sessizliğe bürünmüş, MNG holdingin doğa katliamı meşrulaştırılmıştır.
Hukuk hiçe sayıldığı gibi, bölgede yaşayan halkın itirazları göz ardı edilmiş ve jandarma şirketin dere yatağında yaptığı çalışmayla ilgili tutanak tutmamıştır.
Bundan böyle Cihani’de, Kamilet’te her türlü kanunsuzluğa karşı Arhavi halkı olarak gerekli cevabı verecek, deremizi bu derebeylere dar edeceğiz.
Yağma yok, biz halkız ve haklıyız.
Bizim doğayı korumaktan başka hiçbir amacımız yoktur"
‘DERELER ÖZGÜR AKINCAYA KADAR MÜCADELEDEN VAZGEÇMEYECEĞİZ’
Halkın gücü karşısında hiçbir gücün duramayacağının iyi bilinmesi gerektiğinin altı çizilen açıklamada, Çihani’deki mücadelenin HES durduruluncaya kadar devam edeceği vurgulanarak, şu görüşlere yer verildi: "Çocuklarımızdan emanet aldığımız bu coğrafyayı yine çocuklarımıza teslim edeceğiz.
Bu onurlu mücadelemizi tarih altın harflerle yazacak, deremizi talan edenleri de tarih lanetleyecektir.
Deremizi ve doğamızı talan edenlere sesleniyoruz; bu yıkımı durdurun, bu talanı durdurun aksi halde halkın öfkesi dereden önce sizi boğacaktır. Arhavi’de ve her yerde dereler özgür akıncaya kadar mücadelemizden asla vazgeçmeyeceğiz.
‘YAŞAM ALANLARIMIZ İÇİN SU İÇİNDE NÖBETTEYİZ’
Dün köyümüzden gençlerin iş makinesini durdurmak için dereye girdiği bu alanda, şimdi hep birlikte deremiz, doğamız ve yaşam alanlarımız için bu suyun içindeyiz.
MNG Holding’in Cihani’deki ve Kamilet Vadisi’ndeki HES projeleri durdurulana kadar nöbetteyiz, direnişteyiz, dere başlarındayız! Arhavi’de dereler özgür aksın! MNG elini suyumuzdan çek!"
(REF: a45UyF587661-140703095249-01, add_anadoluhareketi@googlegroups.com)