24 Haziran 2015 Çarşamba

Gölgesi büyük para gibi adamlar‏; Rıfat SERDAROĞLU

Gölgesi büyük para gibi adamlar‏
Rıfat SERDAROĞLU
Konfüçyüs, yaklaşık iki bin iki yüz yıl önce şunu söylemiş;
“Bir yerde küçük insanların büyük gölgeleri varsa, o yerde güneş batıyor demektir.”
Konfüçyüs’ den yaklaşık iki bin iki yüz yıl sonra, sokak filozofu Bergamus ise şunu anlatıyor;
“Delikanlı, kendisini aldatan kız arkadaşına; Benim için sen para gibisin, der!
Kız; Yani bana çok mu değer veriyorsun!
Delikanlı; Hayır, ikiyüzlü olduğunu söylüyorum, der…”
İki bin iki yüz sene arayla söylenmiş bu iki söz aynı kapıya çıkar. Her devirde kendi küçük ama gölgesi büyük, ikiyüzlü insanlar bol miktarda olmuştur.
Olmaya da devam edeceklerdir. Onları tanıyıp, hak ettikleri şekilde davranmak da düzgün, namuslu ve doğru insanların işidir. Bundan çekinir, görmezden gelir, aman bana ne derseniz, bu omurgasız tiplerin çoğalmasına sebep olursunuz.
Unutulmamalıdır ki bu tipler, farelerden daha çabuk ve çok ürerler…
9. Cumhurbaşkanı Demirel’in vefatı sebebiyle, Ankara’da ve bizzat bulunduğum Isparta-İslamköy ’de bu tiplerden mebzul miktarda gördüm. Demirel’e en büyük kötülüğü yapanlar, gırtlaklarında hala Demirel’in ekmeği durduğu halde ona ihanet edenler, Demirel’den nefret edenler, Demirel sayesinde var olup arkasından kuyusunu kazanlar, ağız birliği etmişçesine Demirel’i övme yarışına girmişlerdi!
Havucu gören sıpalar gibi her biri bir mikrofona yapışmış, yalan yanlış şeyler anlatıp, utanmadan kendi reklamlarını yapıyorlardı… Sırayla anlatalım;
-AKP Yöneticileri;
Bunlar rahmetli Demirel’i günahları kadar sevmezler. Demirel bunların gerçek yüzlerini çok net olarak bilirdi. Sırf Demirel’e olan kinleri sebebiyle, kardeşinin tüm malına kanunsuz olarak el koymuşlardı.
Mahkeme kararıyla bu malları geri vermek zorunda kaldılar. Bademlerin, yüzlerine “üzgünlük” maskesi takıp, Demirel’i methetme yarışına girmeleri tam ibretlik bir durumdu!
-Rahmetli Erbakan’ın Yardımcısı, Erdoğan’ın ablası ve yurtdışı yatırım danışmanı Tansu Çiller;
Yüzünden büyük gözlükleri ve AK giysileriyle TBMM deki törene katılması ilginç idi. Acemiliği ve bilgisizliği sebebiyle, Türkiye’yi neredeyse İran’la bir savaşa sürükleyecek bu kişi için Rahmetli Demirel’in “Alın bu kadını buradan, yoksa ben pencereden atacağım” deyişini hatırladım. Sağlığında Demirel’in yanına gelemeyecek olan bu kişi, şimdi orada görüntü vermekten utanmıyordu!
-Köksal Toptan;
Kendisiyle şu an mahkemelik olduğum bu kişi yüzde 80 Demirel, yüzde 20 cemaat ürünüdür. Kendi menfaatinden başka bir şey düşünmez. Yaralı parmağa işediği hiç görülmemiştir. Bu kişi tüm siyasi hayatını Demirel’e borçlu olduğu halde, Demirel’e en büyük üzüntüyü yaşatanlardan biridir. AKP’ ye kendini kullandırmış, işi bitince de yine AKP tarafından ıskartaya çıkartılmıştır!
-Soylu Süleyman;
Sadece kendisi değil, Gaziosmanpaşa eski DYP İlçe Başkanı olan babası Hasan Soylu da, siyasette var oluşlarını Rahmetli Demirel’e ve onun dostlarına borçludurlar. Ekmek yediği kaba pislemeyi adet edinmiş ve ayağındaki donu dahi partisine aldırmaktan utanmayan bu kişi, AKP’ ye geçince her fırsatta Demirel’e hakaret etmiştir.
Bu sepet, İslamköy ‘de Demirel’in naaşı önünde, Bülent Arınç ile birlikte sap gibi durmaktan utanmamıştır…
Değerli Okurlar;
Siyasette herkes ile iyi geçinmek diye bir yol yoktur. Her partinin programı ayrıdır. Çok seslilik de demokrasi gereğidir. Önemli olan medeni insanlar gibi, tartışmayı bilmek ve karşınızdakine saygı duyabilmektir. Bu kültürü siyasi yaşamımıza yerleştirmek zorundayız.
O zaman iyi paranın, kötü parayı kovduğu gibi, bu kokuşmuş anlayışlar da ayıklanmış olacaklardır.
Bu görev hepimize düşmektedir. Kim, özü-sözü doğru olarak Türk Milletine hizmet eder, milletin hayrına işler yaparsa onu alkışlamalı, yüreklendirmeli ve sahip çıkmalıyız.
Kim önden “Deli Yürek”, arkadan “Fatih Ürek” gibi ise de onlardan yüz çevirmeliyiz. Hiçbir şey yapamaz isek, gördüğümüzde selam vermemeliyiz.
Çok şey mi istiyoruz? Hiçbir şey yapamıyorsanız, arada bir bunlar gibilerin yüzlerine ayna tutun. Ben yazıda bunu yaptım… Sağlık ve başarı dileklerimle… 24 Haziran 2015

19 Haziran 2015 Cuma

Ermeniler tarafından yapılan Türk, Kürt Soykırımı ve Tarihi Gerçekler

Türk, Kürt (Osmanlı/1912-1923) Müslüman’lara Karşı Mezalim; Vahşet, Kalleşlik, İhanet, Cinayet, Kıyım, Sürgün ve Soykırım Suçlusu Taşnak ve Hınçak partizanı Ermenilerdir…
Derleme: Mustafa Nevruz SINACI
Sözde Ermeni soykırımının 100. Yıl dönümü (24 Nisan 2015) vesilesiyle, aç, yoksul ve sadakaya muhtaç Ermenistan’ın Türkiye’yi hedef alan ve şerefli Türk milletini, haksız yere aşağılayıcı söylemlerini yoğunlaştırdığı görüldü. Özellikle, başta Papa olmak üzere, bazı iç ve dış (yabancı) devlet adamlarının bu konudaki söz ve tavırları da Ermenistan’ı, bu dayanaksız, asılsız ve mesnetsiz saldırgan politikalarında şımarttı, yüreklendirdi.
Tarihi gerçekleri saptıran ve hukukun üstünlüğü ilkesini hiçe sayan bu fiil, eylem ve söylemler karşısında devletimizi temsil edenlerin ve siyasetçilerin gösterdikleri tepkiler çoğu zaman yersiz, yetersiz, etkisiz ve anlamsız kaldı. Örneğin Avrupa Parlamentosunun (AP) son kararında görüldüğü gibi, adeta Türkiye’nin o tarihe dair uydurulan yalan, palavra ve menfur iddiaların, sanki gerçekmiş gibi sorumluluk yüklenerek,  bu sözde sorumluluğu kabul etmeye eğilimli olduğu biçiminde lanse edilmekte ve yorumlanmaktadır.
Oysa Mustafa Kemal ATATÜRK, Büyük Nutuk’ta Ermenilerin Müslümanlara karşı uyguladığı zulüm, işkence, imha ve yok etme politikasını şöyle anlatmaktadır: “Ermeni kıt'ali konusundaki sözler, gerçeğe uygun değildir. Aksine, güney bölgelerinde, yabancı kuvvetler tarafından silahlandırılan Ermeniler, gördükleri koruyuculuktan cesaret alarak bulundukları yerlerdeki Müslümanlara saldırmakta idiler. İntikam düşüncesiyle her tarafta hain ve insafsız bir şekilde öldürme, toplu katliam ve yok etme siyaseti gütmekte idiler. Ermeniler, …binlerce çaresiz ve suçsuz ana ve çocukları işkenceyle öldürmüşlerdir. Tarihte bir benzeri görülmemiş olan bu vahşeti yapan Ermenilerdir. Müslümanlar yalnızca aile efradı, can, mal ve namuslarını korumak için karşı koymuş, meşru müdafaada bulunmuş ve kendilerini savunmuşlardı."
            Tarihi gerçekler böyle iken; 1. Dünya Savaşındaki insanlık düşmanı hain ve işbirlikçi Emperyalistlerin propaganda belgelerinden etkilenip, bazı yabancıların o tarihlerde Osmanlıya düzen kurup, ihanet, alçaklık, kalleşlik ve nankörlükle Türklere yapılan zulmü görmezlikten gelip, Türkiye Cumhuriyetini hedef tahtası haline getirmeye çalışmalarını şiddetle kınıyor ve reddediyorum. Bu ihanet, alçaklık ve şeamet dünya durdukça Türk Milletine okutulmalı, genç nesillere ısrarla öğretilmeli ve gelecek nesillerin düşmanlarını bellemesi sağlanmalıdır.
            Kaldı ki, Türk Milletini haksız/hukuksuz, belgesiz, dayanaksız, yalan yere, riyakârca ve müfterice soykırım yapmakla suçlayanlar uluslararası hukuk, adalet ahlâkı, bilim ve bilinç kavramını da açıkça ve alçakça ihlal etmektedirler. Birleşmiş Milletlerin 9 Aralık 1948 tarihli “Soykırımla Mücadele Sözleşmesi” hangi olayın soykırım olarak tanımlanabileceği yetkisini sadece o olayın cereyan ettiği ülkenin ilgili mahkemesine veya yetkili kılınmış bir uluslararası mahkemeye vermektedir. En son Malta Mahkemeleri kararları hariç, ortada görülen bir dava veya usul ve hukuka uygun olarak açılma hazırlığı yapılan bir dava yoktur. Olayın objektif ve tarafsız kişiliğe sahip, saygın tarihçilerce çözülmesi tezi de karşılık bulamamaktadır.
            Bu anlamda, başta Osmanlı’yı haklı bulan ve bütün tutukluları beraat ettiren İngiliz Malta Mahkemeleri olmak üzere, başkaca görülen bütün davalar; Ortada Türkler tarafından yapılmış bir soykırım olmadığı” hüküm ve kanaatindedirler. Kaldı ki, Trabzon’dan Silifke’ye kadar uzanan hatta bir-kaç bin Müslüman toplu mezarı bulunmasına rağmen, şu ana kadar bir tane dahi Ermeni toplu mezarına rastlanmamıştır. (Prof. Dr. Ata Atun-KKTC/Mustafa Nevruz Sınacı, Küresel Almanak)   
            Bugün Ermenistan’ın beklentileri doğrultusunda Türklerin soykırım yaptığını iddia eden parlamentolar, uluslararası kuruluşlar ve siyasetçiler sözleşmenin bu hükmünü yok sayarak kendilerini mahkeme yerine koymak gafletine düşmektedirler.
            Bunlar, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin Perinçek davasında soykırım iddiasının tartışmalı bir konu olduğu hükmüne vardığını da unutturmak ve Amerika'daki 69 ünlü tarihçinin 1985 tarihinde yaptıkları açıklamada Ermenilerin soykırım iddialarını kabul etmediklerini de gözden kaçırmak istemektedirler.
            Türkiye karşıtı iftira kampanyaları ve asılsız propagandaların etkisi altına girenler:, Ermenilerin Birinci Dünya Savaşı yıllarında yüz binlerce masum, silâhsız, savunmasız ve korumasız Türk’ü kalleşçe öldürdüğünü görmezlikten gelmekte, gene Ermenilerin 26 Şubat 1992 tarihinde gerçekleştirdikleri Hocalı Katliamında 106 kadın ve 83 çocuk olmak üzere toplam: 613 Azeri soydaşımızı katlederek soykırım yaptıklarını unutturmaya çalışmaktadırlar. Ayrıca, Ermenistan’ın Yukarı Karabağ ve civarında yaşayan yaklaşık bir milyon Azeri’yi ev, yuva ve yurtlarında kopararak tehcire neden olduklarını, Azeri topraklarının % 20’sini işgal ettiklerini göz ardı etmektedirler.
            40’tan fazla Türk Büyükelçisi ve diplomatını katleden Ermeni ASALA terör örgütü anısına Erivan’da Yerablur Askeri Mezarlığında anıt dikerek bu terör örgütüne açıkça sahip çıkan, suçunu ikrar, itiraf ve iktisap eden Ermenistan, “hesap sorması değil, hesap vermesi” gereken, mâşeri vicdanlarda mahkûm, aklen ve evrensel hukuka nazaran mahpus bir ülkedir.
            Fitne, fücur, iftira ve sanal propaganda kampanyaları ile tarihten bugünün siyasi hesapları, haksız gasp, hileyle iktisap (Tanıma, Tazminat, Toprak), alenen yolsuzluk ve hırsızlık için malzeme çıkartmaya çalışmak yanlıştır. Yapılması gereken: Tarihi; namuslu, dürüst, onurlu ve sorumlu tarihçilere bırakmaktır. Bu istikamette Türkiye Büyük Millet Meclisi tarafından alınan “ortak tarih komisyonu kurulması” önerisini kabule yanaşmayan Ermenistan, bu çözümü de küstahça engellemiş bulunmaktadır.
            Şu hale nazaran: Ermenistan’ın izlediği bu onursuz, sorumsuz ve şaibeli politikaları şiddetle kınıyor, Türk siyaset adamlarını bu konuda daha kararlı bir tutum izlemeye davet ediyor, yabancı devlet adamlarını ve parlamentoları  da Türk milletini incitecek gerçek dışı suçlamalardan vazgeçmeye çağırıyorum. 
            AKIL, VİCDAN, İLİM VE İRFAN’LARA HİTAB
            Bütün Anadolu evlâtlarının çocukluğu, çılgına dönmüş ve adeta kudurmuş Ermeni çetelerinin Türk/Müslüman köylerini nasıl yakıp yıktıkları, köylüleri Camiye toplayıp hepsini hunharca yaktıkları!. Vahşet, kancıkça cinayet, hunharca katliam ve tecavüz olaylarının çokça konuşulduğu ortamlarda geçmiştir. Meselâ, 1980'li yıllarda Şebin Karahisar havalisindeki köylerde yaşayan ihtiyarlar 1980 öncesi iç çatışmalardan çok, hâlâ Ermenilerin Müslüman ahaliye yaptıkları eziyet, işkence, mezalim, soykırım ve katliamlardan söz ediyorlardı.
Elbette o yıllardaki işgaller içimizden kışkırtmalar dönemlerinde Osmanlının Ermenileri tehcir ederek Taşnak Hınçak gibi katliam örgütlerinin barınma alanlarını ortadan kaldırmadan Rus ve Fransız İşgal ordularının sağladığı Silah ve destek yardımları ile aşırı giden çeteleri ancak desteksiz bırakarak önleye bilirdi ve Tehcir uyguladı.
Tabii işin kötüsü bu tehcir sırasından bulundukları yeri terk etmek zorunda kalan Müslümanlarda yollardaki eşkıyalar tarafından soyuldu katledildi. Ermeniler tehcir sırasındaki verdikleri zayiattan çok fazlasını bölge halkına bil hassa Kürtlere daha ağırlıklı olarak Karadeniz deki dağlık yerleşim birimlerine de verdiler. Bu yüzden acılar tek taraflı değil herkes için acı idi ve kayıplarda her kesimden idi.
Okuduğum tarafsız yazılarda dahi o sıralarda Ermeni Çeteleri doğuda Ruslar ve güney doğuda Fransızlar tarafından kullanıldılar. Bu acımasız Katliamların haberleri ile dolukmuş olan Kahramanmaraş ve Gaziantep havalisi Bir Müslüman kadının başörtüsünü zorla çıkarmaya çalışan ve o sıralarda Ermenileri aşırı destekleyen  birkaç Fransız askerinin bu densizliği sonunda içlerinden birini vuran Sütçü İmam ve onu ararken kışkırtılan ahalinin ayaklanması ile Fransızların tam teçhizatlı modern silahları olan Fransız orduları sivil halkın çakar almaz Tüfekleri, zekaları ve araziyi iyi tanımaları sayesinde perişan edilip bozguna uğrayarak çekilmek zorunda kaldılar. Bu düzenli ordu kullanmadan halkımızın kazandığı çok önemli moral savaşlarından biri idi. Kaba taslak anlatmaya çalıştığım bu çok eksikli yazıya Vahdet adlı yeni çıkan bir gazetenin köşe yazarının yazısı ile devam edelim..
BİNLERCE YILLIK VAN ŞEHRİNE NE OLDU?
Bugün Van’a gidenler şehirde gerçek anlamda tarihi eserle karşılaşmazlar. Oysa Van köklü tarihi olan bir şehirdir. Bir Vanlıya bu soruyu yöneltirseniz, kalenin öte yüzünde eski Van harabelerini size gösterir. İşte size 100 yıllık bir şehir harabesi! Van Ermenileri 15 Nisan 1915'te isyan başlattılar. Osmanlı yönetimi 17 Mayıs’ta şehri boşalttı. Van’ı ele geçiren Ermeniler şehri yaktı. (Acaba gafil HDP’li başkan isyanın yıldönümünde faillerini lanetleyen bir konuşma yaptı mı?) Böylece Ruslar Van'ı kolayca işgal ettiler. 
Rus işgali yayıldı. Bitlis, Muş işgal edildi. Şimdi terör örgütü ve onun uzantısı siyasi parti Ermeni zulmüne ve Rus işgaline uğrayan bölge üzerinde hak iddia ediyor! Eğer bölgede Müslüman kıyımı olmuşsa ki, tehcire rahmet okuttuğu söyleniyor, bu kıyıma maruz kalanların çoğu Kürtler olmalıdır! Öyleyse neden HDP Avrupa Parlamentosu’nun “soykırımı tanıyın” kararını destekledi? Neden bu karar karşısında “Türkiye partisi” olduğunu haykıramadı? Ben derim ki bunların kuyrukları ve yularları Ermenilerin elinde!
Asala saldırıları bitti, PKK saldırıları başladı! İki örgüt kanka! Bu “kanka”lık kan kardeşliği değil, kan dökme kardeşliği. Kürtlük için çalışan bir kuruluş halkını katleden Ermeniler’le nasıl olur da işbirliği yapar? Bu sorunun cevabı zor değil aslında. Aynı durum Ermeniler için de söz konusu: Tehcir sırasında Ermeniler’i kıyıma uğratanların Kürt aşiretleri olduğu biliniyor! “Biz birbirimizi öldürürüz ama ortak düşman Türkiye’ye karşı işbirliği yaparız.” Mesaj budur.
Her konuşmasında haçı biraz daha belli olan sahte Selahaddin, Türkiye’nin reflekslerine asla sahip değil. Önümüzde güzel bir örnek var… Birinci Dünya Harbi patlayınca Said Nursi memleketi Bitlis ve çevresinde talebeleriyle milis birlikleri oluşturarak Rus-Ermeni ittifakına karşı mücadele etti. Talebeleriyle Van Kalesi’ni savunmak istedi, Van Valisi Cevdet Bey'in ısrarıyla Gevaş'a çekildi. Molla Said, 30-40 kadar asker ve talebeleriyle Rus kozaklarını durdurdu, halkın mal, can ve namusunu korudu. 
YÜZYIL ÖNCEDEN BAHSEDİYORUZ…
Saidi Kürdî (o zaman bu ismi tercih ediyordu) yüz yıl önce vahdet için silahı eline alıp düşmanı durduruyor. Yüz yıl sonra Kürtlük iddiasındaki Selahaddin, Ermeniler’le aynı safta yer alıyor! Biri bana bunu izah etsin! Diyelim ki… Ermeniler maramlarına erdiler… Bütün dünyanın baskısı ile sürüldükleri şehirlere dönmeye başladılar… Nereye döneceklerini sanıyorsunuz? Van’a, Bitlis’e, Muş’a, Siirt’e, Diyarbakır’a vs.
            BİR MESAJ
Değerli Büyüklerim, arkadaşlarım, kardeşlerim..
            Ermeni sorunu, maalesef Türkiye'de yeterince bilinmeyen bir konu, toplumda daha çok Ermenilerin ya da kendini Türk kimliğiyle gizleyen Kriptoların söylemleri duyuluyor ve onların söyledikleri gerçekmiş gibi kabulleniliyor. “Milli” eğitim sistemimiz gençlerimize bu konudaki gerçekleri öğretmiyor. Buna karşılık Ermeniler dört nesildir çocuklarını yalanlarla birer Türk düşmanı olarak yetiştiriyorlar.
            Broşürdeki bilgiler arasında özellikle olaylarda hayatını kaybeden Türk ve Ermenilerin sayıları ile zorunlu göçe tabi tutulan Ermeni sayısı ve Ermeni zulmünden kaçmak için yerinden yurdundan göç etmek zorunda kalarak çoğunluğu yollarda ölen Türklerin sayılarına dikkatinizi çekmek istiyorum.
            ABD'Lİ PROF. MCCARTHY:
            TÜRKLER DEĞİL ERMENİLER SOYKIRIM YAPTI
ABD'li tarih profesörü Justin McCarthy, soykırımı Türklerin değil Ermenilerin yaptığını açıkladı.(AA 24 Nisan 2015) Louisville Üniversitesi Tarih Profesörü Justin Mc Carthy, 1915 olaylarına dair Ermeni iddialarına ilişkin, “Elimizde binlerce ama binlerce belge var. Bu belgeler Türklerin değil, Ermenilerin soykırım yaptığını gösteriyor” dedi.
Mc Carthy, Toronto Üniversitesi’nde, Kanada Türk Dernekleri Federasyonu tarafından düzenlenen, “Doğu Anadolu’daki İnsanlık Trajedisinin 100. Yılı” konulu konferansta, 1915 yılında meydana gelen olaylarla ilgili bilgi verdi. 1915 Türkiye’sini anlamak için büyük fotoğrafa bakmak gerektiğini ifade eden Justin Mc Carthy, Rusya’nın o dönemdeki etkisinin gelişmeleri yönlendirdiğini söyledi. Söz konusu gelişmelerin din kaynaklı olduğunu anlatan Mc Carthy, ”Müslüman çoğunluğun ortasında kalan Ermeniler, Rusya’nın teşvikiyle devlet olmak istediler” diye konuştu.
İNSANLAR DEVLETE BAŞKALDIRDI
Bir devletin, vatandaşlarının yönetime başkaldırmasına karşı önlem almasının (zorunlu yer değiştirtme, sürgün, mecburi göç, tayin ve tehcir) soykırım sayılamayacağını belirten Mc Carthy, “Ermeniler yaşadıkları, bütün nimet, servet ve imkânlarını paylaştıkları, imtiyazlı bir topluluk olarak muamele gördükleri devlete başkaldırdılar. Hakikatte bunun adı nedir? Buna açıkça vatan hainliği denir” ifadesini kullandı.
Mc Crthy, isyancı Taşnak ve Hınçak Ermenilerinin, Van’ı işgal ettiklerinde şehirde katliam gerçekleştirdiklerini, Ruslara, geldiklerinde yapacak iş bırakmadıklarını ifade etti.
ERMENİLER İNGİLİZLERLE ANLAŞTI
Rusların teşvik ve tahrikleri ile devlet olma hayaline kapılan Ermenilerin, İngilizlere birçok teklifte bulunduğuna değinen Justin Mc Carthy, şunları söyledi: “O dönemde Osmanlı devletinin en kuvvetli, düzenli orduları doğu bölgesinde idi. Ermeniler, Bağdat demiryolunu tahrip etmeyi, bu yolla Osmanlı devletine darbe vurmayı teklif ettiler. Bağdat demiryolunun çalışamaz hale gelmesi, Osmanlı devletinin yarısının gitmesi, savaşın da kazanılmasının da garanti edilmesi anlamına geliyordu. Asi Ermeniler, İngilizlere güney ve doğuda karışıklık çıkararak yardımcı olmayı teklif ettiler.”
OSMANLI ERMENİLERİ BİLE ERMENİLERDEN KORKTU
Böylesi durumlarda devletlerin yapması gerekenin, insanlarını korumak olduğunu belirten McCarthy, ”Osmanlı da öyle yaptı. Ermenileri, olay çıkarttıkları bölgelerden başka yerlere taşıdı. Hatta Osmanlı, Ermenileri bile Ermenilerden korudu. Ermenilerin nefret ettiği Cemal Paşa, açlıktan ölmek üzere olan Ermenilere yiyecek dağıttı” değerlendirmesinde bulundu.
Mc Carthy, Ermenilerin doğuda Osmanlı askerlerini, devlet görevlilerin, valileri bile öldürdüğünü, astığını ve işkence ettiğini, bu olaylardan sorumlu bir tane bile Ermeni bulunamadığını aktararak, ”Şimdi kim soykırım suçlusu? Herhalde Osmanlı değil” diye konuştu. Tüm bu olaylar olurken, Osmanlı devleti yöneticilerinin, istese Ermenileri kolayca öldürebilecekken bunu yapmadığına dikkati çeken Justin McCarthy, ”sadece bu kişilerin yerlerini değiştirdiler” dedi. “Birileri 100 yıldır Osmanlı’nın Ermenileri katlettiğine dair belge arıyor” diyen Jsutin McCarthy, şunları kaydetti:
”Eimizde binlerce ama binlerce belge var. Bu belgeler Türklerin değil, Ermenilerin soykırım yaptığını gösteriyor. Osmanlı arşivleri açık ama Ermenilerinki değil. Tarih, insanların birbirini öldürmesine savaş der. 1915′te orada olanlar da soykırım değil, savaştı.”
Eski ABD Başkanlarından Ronald Reagan’a danışmanlık da yapmış olan uluslararası hukuk ve ABD anayasa hukuku uzmanı Bruce Fein de, bir olaya soykırım denilebilmesinin kriterleri olduğunu belirterek, ”1915 Türkiyesi’nde olanlara soykırım denilemez” ifadesini kullandı.
Öte yandan konferans salonuna gelen bir grup Ermeni, organizasyonu protesto etti. Eylemciler, daha sonra üniversitenin güvenlik görevlilerinin müdahalesiyle salonu terk etti.
ABD'Lİ PROF. JUSTİN MCCARTHY AÇIKLIYOR
Dünyayı kandıran Ermenilere Prof. Justin Mc Carthy'den anlamlı yanıt geldi.
McCarthy, "Ermeniler, İngilizlerle ve Ruslarla anlaşıp vatan hainliği yaptılar. Elimizdeki binlerce belge Türklerin değil, Ermenilerin soykırım yaptığını gösteriyor" dedi. Sözde Ermeni soykırımı konusunda ABD'li tarihçi Prof. Justin McCarthy'den çarpıcı bir açıklama geldi.
McCarthy, "Türkler Ermenilere değil, Ermeniler Türklere soykırım yaptı" dedi.
Louisville Üniversitesi Tarih Profesörü Justin McCarthy, Toronto Üniversitesi'ndeki "Doğu Anadolu'daki İnsanlık Trajedisinin 100. Yılı" konulu konferansta konuştu. 1915 Türkiye’sini anlamak için büyük fotoğrafa bakmak gerektiğini ifade eden Justin McCarthy, "Osmanlı, Ermenileri bile Ermenilerden korudu. Ermenilerin ise doğuda Osmanlı askerlerini, devlet görevlilerini, valileri bile öldürdü, işkence etti. Şimdi kim soykırım suçlusu? Herhalde Osmanlı değil" diye konuştu. Birilerinin 100 yıldır Osmanlı'nın Ermenileri katlettiğine dair belge aradığını söyleyen Mc Carthy, "Elimizde binlerce ama binlerce belge var. Bu belgeler Türklerin değil, Ermenilerin soykırım yaptığını gösteriyor. Osmanlı arşivleri açık ama Ermenilerin ki değil" açıklamasında bulundu.
ABD'li Tarihçi, McCarthy, "Elimizde binlerce ama binlerce belge var. Bu belgeler Türklerin değil, Ermenilerin soykırım yaptığını gösteriyor" dedi.
“ERMENİ KATLİAMI” İNGİLİZ PROPAGANDASI
Amerikalı ünlü tarihçi ve Osmanlı uzmanı Prof. Justin McCarthy, Londra’da verdiği konferansta, Ermeni katliamı iddialarının İngiliz propagandası olduğunu açıkladı. Ermenilerin sözde soykırım iddiaları için kendilerine neredeyse yegane kaynak seçtiği ünlü Mavi Kitap’ın, İngiliz hükümetince oluşturulan “Savaş Propaganda Bürosu”nca yürütülen dezenformasyon faaliyetinin bir parçası olduğu belgelendi.
İngiltere’deki Ermeni lobisinin, kendilerini “Yahudi Soykırımı kurbanları” ile eşdeğer göstermek için kullandıkları ve dünya çapında yayılamaya çalışılan Ermeni iddialarına başlıca “kaynak” Viscount Bryce ve Arnold Toynbee imzalı, ünlü Mavi Kitap (Blue Book), aslında İngiliz istihbaratının yalan haber ve iftira üretme makinesinin bir ürünü. Birinci Dünya Savaşı sırasında; Gerek Almanya’ya, gerekse Osmanlı Hükümeti’ne karşı yalan, uydurma ve iftira, karalama kampanyası yürüten ve bu amaçla İngiltere’de Wellington House’da özel bir Savaş Propaganda Bürosu (War Propaganda Bureau) kuran İngilizler., Anadolu’da faaliyet gösteren Amerikalı misyonerler ve İstanbul’daki Amerikan Büyükelçiliği’nin de işbirliği ile belgeye dayanmayan, tamamen dedikodu ve düzmece bilgilerle sözde Ermeni katliamları yarattılar.       Asıl amaç, İngiliz subayların kafasında Türk subaylarının kötü, korku verici ve güvenilmez kişiler olduğu intibaını güçlendirmekti. 
PROF. JUSTIN MCCARTHY, TARİHÇİ VE OSMANLI UZMANI
İngilizlerin bu faaliyeti yürüttüğü Wellington House’un tüm belgeleri ise, savaş sonrasında yakılarak imha edildi. Tesadüfen sağlam kalabilen birkaç belgeden biri olan Mavi Kitap (ki bu mavi kitaplardan başka ülkeler ve başka olaylar için de çok sayıda üretildiği biliniyor) Ermeniler’in “üzerine atladığı” bir “belge” niteliğine büründü.
ABD’Lİ TARİHÇİ ORTAYA ÇIKARDI
Amerikalı ünlü tarihçi ve Osmanlı uzmanı Prof. Justin McCarthy, bir süre önce Londra’da SOAS’ta (School of Oriental and African Studies) verdiği konferansta, bakın bu “mide bulandırıcı” faaliyeti nasıl anlatıyor:
“... Birinci Dünya Savaşı patlak verdiğinde Wellington House’da gizli bir propaganda birimi kuruldu (2 Eylül 1914-Z.A.). Bu birimin amacı, İngiltere’nin düşmanlarını karalamak ve Amerika nezdinde, İngiliz görüşüne destek sağlayabilmekti ve İngiltere’de savaş sırasında moralleri yüksek tutmaktı. Wellington House’daki birimin başında Charles Masterman adlı bir Liberal Milletvekili vardı. Llyod George’un (David, İngiltere Maliye Bakanı-Z.A.) çok yakın bir danışmanıydı. Bu büroda çalışanlar arasında İngiltere’nin ABD Büyükelçiliği de yapan ve ABD’de çok sayıda dostu bulunan Viscount Bryce adlı bir entellektüel de vardı. Onun yardımcıların biri de Arnold Toynbee adında genç bir tarihçiydi.”
7 (YEDİ) MİLYON BELGE
“Savaş sonunda Wellington House’ın çalışma kayıtları imha edildi ve hatta böyle bir birimin varolduğu bile 1935’e kadar gizlendi. Ancak, kaynaklara ilişkin bir defterin kazayla günümüze kalabilmesi sayesinde bu birimin kullandığı kaynakları öğrenebildik. Ayrıca, burada imal edilen yayınların neler olduğu ve o zamanın teknolojiyle inanılmaz bir çabayla ABD’ye sevkedilen 7 milyon adet belgenin varlığını ortaya çıkardık.      
Ne yazık ki Bryce-Toynbee belgeleri İngiltere ve ABD’de genel bir kabul gördü ve Ermeni milliyetçileri tarafından kullanıldı. Bunların etkilerini karşılamak için Türkiye’nin bir tepki gösterdiğine ilişkin bir bilgi yok.
PROF. JUSTIN MCCARTHY, TARİHÇİ VE OSMANLI UZMANI                     
Zamanın önde gelen yazarları, ki aralarında Arnold Bennett, John Buchan gibi isimler de vardır, Wellington House’da çalıştılar. Çok sayıda yayıncı da bunlarla işbirliği yaptı. Kitaplar, broşürler, bildiriler yayınladılar. Bazı kitaplara da, savaşla ilgili görüşleri etkilemek için bölümler sokuşturdular. Bu referansları belirlemek genellikle mümkün olamıyor.”
ASIL HEDEF ALMANYA
“Wellington House’daki çalışmaların ana amacı Almanya’ya karşı faaliyetti. Ama Osmanlı İmparatorluğu da, hedef alınan başlıca yerlerden biriydi. Her ne kadar İngiliz Silahlı Kuvvetleri’ndeki subaylar, Osmanlı meslektaşlarına karşı sempatik duygular içinde idiyse de, asıl amaç, İngiliz subayların kafasında Türk subaylarının kötü, korku verici ve güvenilmez kişiler olduğu intibaını güçlendirmekti.”
HAYALİ İSİMLER
“Wellington House tarafından Osmanlılar konusunda yayınlanan kitapların listesi ve yazarları, çok sayıda asılsız bilgi ve ismi içeriyor. Örneğin Fa’iz isimli Suriyeli bir İttihat ve Terakki Cemiyeti üyesinin anılarından sözediliyor. Böyle bir kişinin aslında hiçbir zaman varolmadığı da anlaşılıyor. Bu hayali kişinin, normalde bilmesinin mümkün bile olmadığı ve Talat Paşa’ya atfedilen düzmece özel konuşmalar kaleme alınıyor.”
“Wellington House, Amerikalılar ile İngilizler arasında o dönemde varolan çok iyi ilişkilerin ve İstanbul’daki ABD Büyükelçiliği’nin yanısıra Türkiye’de çalışan Amerikalı misyonerlerle olan çok iyi bağlantıları da ortaya koyuyor. Bu kişilerin ve kurumların Ermeni Milliyetçisi gruplar ve Osmanlı karşıtı çevrelerle çok yakın ilişkileri olduğu da anlaşılıyor. Elde edildiği öne sürülen bilgilerin çoğunun uydurulduğu da belli oluyor.”
MAVİ KİTAP, LLOYD GEORGE’UN SİPARİŞİ
“1915 yılında Doğu Anadolu’nan pek çok yerinde, savaş ve Ermeni ayaklanması sonucu kanun ve düzen bozuldu. Bryce ve Toynbee bu bölgelerde Türkler’in gerçekleştirdiği öne sürülen katliamları belgelemek amacıyla malzeme toplamaya başladılar. 1916 yılında Llyod George bunların Mavi Kitap adlı bir belgede toplanmasını istedi. Bu belge Parlamento’ya (İngiliz-Z.A.) sunuldu ve o gün bugün Ermeni radikal milliyetçilerinin klasik bir dokümanı haline geldi.”
“TOYNBEE TÜRK KARŞITIYDI”
“Toynbee’nin misyoner kaynaklardan aldığı bilgilerin doğruluğuna inandığı anlaşılıyor. Ama kendisi de bunları kendince biraz da süsledi. Çünkü neticede, ülkesi savaşta olan bir kişiydi ve ülkesi için yalan söylemenin mübah olduğuna inanıyordu. Daha sonraki kariyerinin gösterdiği gibi Türk karşıtıydı ama 1916’da Anadolu’daki Ermenistan’daki olayların çok uzağındaydı.”
“Toynbee’nin bilgi aldığı kaynaklara bakıldığında, onların da olayların çok uzağında kişiler oldukları ve güvenilirlik derecelerinin ya abartıldığı ya da çarpıtıldığı görülüyor. Örneğin, pek çok anektod, genellikle Batılı gözlemciler kastedilerek kullanılan ‘gezgin’lere atfediliyor. Ama bunların çoğunun sadece birkaç kilometrelik seyahat eden bir yerel Ermeni’ye ait olduğu ortaya çıkıyor. Anektodların onda birinde ise hiçbir kaynak gösterilmiyor. Diğer kaynaklar ise genellikle tamamen söylenti bazında bilgiler aktarıyorlar ve görgü tanığı gösteremiyorlar.”
DAİRESEL “BİLGİ” DOLAŞIMI
“Belgelerin kaynaklandırılması genellikle ‘dairesel’ bir seyir izliyor. Yani, çok sayıda olayda bilgiler İstanbul’daki ABD Büyükelçiliği’ne geliyor, buradan yayınlanan bilgiler yeniden kendi içindeki şahıslar aracılığıyla buraya geri geliyor. Büyükelçi Morgenthau ve Lepsius’un (Osmanlılar’ın Ermenilere karşı katliam gerçekleştirdiğini savunan iki yazar) raporlarında da bu ‘dairesel’ dolaşım gözleniyor.”
“TÜRKİYE’NİN TEPKİSİ YOK”
“Wellington House tarafından üretilen Almanya karşıtı propaganda kısa sürede unutuldu. Ama ne yazık ki Bryce-Toynbee belgeleri İngiltere ve ABD’de genel bir kabul gördü ve Ermeni milliyetçileri tarafından kendi davalarını daha da ileri taşımak için hep kullanıldı. Bunların etkilerini karşılamak için Türkiye’nin bir tepki gösterdiğine ilişkin bir bilgi yok. Söz konusu Mavi Kitap’ın yeni baskıları yayınlandı. Yakın zamanda üçüncü baskısı yapılan kitabın yayıncısı Ara Sarafyan, Wellington House’da hazırlandığına hiç değinmiyor ve kitaptaki kaynakların güvenilir olmadığı konusuna da hiç girmiyor. Sonuçta, İngilizlerin Birinci Dünya Savaşı propaganda faaliyeti, Türkiye’ye ve Türk halkına karşı zehirli etkisini hala sürdürüyor..”           
                ERMENİ SÜRGÜNÜ ALMAN TAVSİYESİ (*)
Prof. Ortaylı Ermenilerden özür kampanyasına karşı çıkarak “özür devletten devlete olur” dedi. Ortaylı “Ermeni tehciri (sürgünü) olayını, Sarıkamış sonrası, cephe gerisini temizlemek için ALMAN GENELKURMAYI’NIN TAVSİYE ETTİĞİNİ” söyledi.
Tarihçi Prof. İlber Ortaylı, bir grup yazar ve akademisyenin Ermenilerden özür dileme girişimi konusunda “Böyle özür olmaz, özür devletten devlete olur” dedi. Halen müdürlük görevini sürdürdüğü Topkapı Müzesi’nde sorularımızı yanıtlayan Ortaylı, Ermeni sürgününü o sırada askeri gerekçelerle Alman Genelkurmayı’nın tavsiye ettiği görüşünü vurguladı. Ortaylı 35 yıldır bu konu gündemde olmasına rağmen, Türkiye’nin Ermenice bilen konusuna hâkim Ermeni uzmanı yetiştirmemesini de “ağır bir ihmal” olarak niteledi.   
Prof. Ortaylı bu konudaki sorularımızı şöyle yanıtladı:
-Sayın Ortaylı, bir grubun Ermenilerden özür girişimi hakkında ne diyorsunuz?
Ortaylı- Özür devletten devlete konuşulacak iştir. Bir takım adamların kendilerini milletin temsilcisi yerine koymaları geçerliliği olan bir işlem değildir. Ermeni devleti ile görüşülür bu işler. Diasporadaki bazı Ermenilerle, buradaki adamların yaptıkları işler kimseyi ilgilendirmiyor. Ermenistan var ortada,  bunu onunla konuşacaksın. Ermenistan’la temas olursa öyle başlar bu işler. Devletler tartışır böyle işleri. Ayağa düşecek konular değil bunlar. Ayağa düşerse ne olur? Hiçbir netice alınmadığı gibi, insanlar birbirine düşman olurlar.
Kutuplaşma da artar.
-Peki bu özür işine girişenlerin amacı nedir sizce?
Ortaylı- Onların problemleri ayrı. O beni ilgilendirmiyor. ne istiyorlar bilmem. Onların hangi tutku ile hareket ettiğini bilemem. Ama işte kalkıp da TANER AKÇAM’IN KİTABI demesinler. Onu gerekçe göstermesinler. O kitabın BİLİMSEL BİR TARAFI YOK. O KİTAP SAMİMİ BİR KİTAP DA DEĞİL. Hiçbir şekilde güvenilemez. Tez mez diye de savunulamaz.
-Peki Ermeni tarihçilerle bu konuda bir temas oldu mu?
Ortaylı-Benim katıldığım herhangi bir şey olmadı. Ama bu konuda Ermenistan’la Türkiye’nin bilim çevrelerinin, establishment’in yani, Oturup karşılıklı konuşmaları, çalışmaları, tartışmaları lazım. Devamlı çalışmaları, görüşmeleri lâzım, devlet var karşında. Yani böyle özürdü, genosiddi gibi şeylerle olmaz. Bir takım adamların ortaya çıkması ile olmaz. Kim kimi tanıyor? Kim kimi temsil ediyor? Kimin adına konuşuyor? Amerika’daki kim yani? Orada 50 tane Ermeni kuruluşu var. Hangisi ne diyor?
ERMENİ KONUSUNDA ‘GENOSİD’ TANIMI İÇİN NE DİYORSUNUZ?
Ortaylı- Genosid değil tabii. Genosid devamlılık isteyen bir süreç. Osmanlı’da böyle bir şey yok. Böyle bir kültür yok. Millet-i sadıka demiş Ermenilere. Yaşam biçimi iç içe.
Almanların yaptığı ile bu iş aynı mı. Bu ALMANLARIN KENDİLERİNİ TEMİZE ÇIKARMAK İÇİN YAPTIKLARI BİR ŞEY. Yani herkes böyle bir şey yapıyor. BİZDEN EVVEL TÜRKLER YAPMIŞTI, diyebilmek için çıkarılan bir şey. Yarın kalkacak, Amerikalılar yaptı diyecek, öbür gün kalkacak Ruslar yaptı Ukrayna’da diyecek. Bunu yayacak böyle. Bir sürü kitap çıkmaya başladı. Stalin’in Yahudi katliamı diye. Bir anlamda yaymak istiyorlar. ‘ENDÜSTRİ DEVLETİ İŞÇİ SINIFINI EZER’ gibi bir tez haline getirmek istiyorlar. Universal bir şey haline getirmek istiyorlar.
            ALMANLARIN ERMENİ TEHCİRİNDEKİ ROLÜ NE?
Ortaylı- Zaten o sırada (1. Dünya Savaşı sırasında) GENELKURMAY BAŞKANIMIZ ALMANDI. Bizim Genelkurmay Başkanımız. Bronsart Paşa (Bronsart von Schellendorf). Ama Alman Genelkurmayının adamı tabii. Onlarla yazışıyor. Onlardan emir ve telkin alıyor. Buraya da telkin ediyor. Ermeni tehciri konusu da onların telkin ve tavsiyesi. Ruslar ilerlerken Ermeniler cepheyi geriden vuruyor. Onların Ermenileri sürmekte gerekçesi cephe gerisini teminat altına almak.
-Bu konuda belge var mı?
Ortaylı- Almanların askeri arşivlerinde bu konu mutlaka vardır. Ama ben ulaşamadım. Bonn’daki araştırmalarım sırasında “Armenische Frage” (Ermeni sorunu) diye bir dosya vardı kayıtlarda.  Onu istedim. Gelmedi. ‘Yerinde değil’ dediler.
-Ermeni tehcirinin Sarıkamışla bağlantısı var mı?
Ortaylı-Sarıkamış’ta ordu yenildi. Orada birlikleri ricat ediyor. Ruslar ilerliyor. İlerledikçe arkada Ermeniler var. Onlar yardım ediyor Rusların ilerlemesine. Almanların tavsiyesi de cephe gerisinden Ermenileri temizlemek.
-Tehcire uğrayan Ermenilerin sayısı konusunda görüşünüz nedir?
Ortaylı-Rakamlarla ilgili bir çalışmam yok, olmadı. Ama 1.5 milyon olmadığı çok açık. Hiçbir istatistik  1.5 milyon Ermeni göstermiyor o tarihlerde. Böyle bir rakam yok.
-Siz bu konulari hiç Ermeni tarihçilerle konuştunuz mu?
-Hayır konuşmadım. Tabii Türkiye gerekeni yapmamış. 35 yıldır bu dava gündemde. Ermeni tetkikleri yok. Ermenice bilen akademisyen yetiştirmiyor.
Yani böyle 10,15, 20 tane Ermenice bilen Ermeni uzmanın olur. Ermeni tarihini, edebiyatını kültürünü araştırırlar, yazarlar. Bunların sözü ve tezi daha çok dinlenir.
Yoksa boş iştir böyle herkesin eline kalemi alıp yazması.
Tabii şu da açık ki, bu tezi candan savunan insanlar oluyor, bu işten para kazanmak isteyen insanlar oluyor. Bu da var. Onun için bunun uzmanının yetiştirilmesi lazım. Aldırış etmediler. Türkler için böyle uzman muzman çok önemli değil. Ne işe yaradığını anlamıyorlar. Yani bu işi çok savunan birinin makalesine bakıyorsun, III. Nikola diye başlıyor mesela. Anladın mı? Onun tezini dinlemez kimse. (Not: III. Nikola yok!)
Dil bilecek. İz bilecek. Ermeni kitlesine, kültürüne katkısı bulunacak. Öyledir bu iş yani. 35 yıldır yetiştirememişiz işte.
Yine doğru dürüst kitap Esat Bey’in kitabı (Esat Uras). Sonra Esat’tan falan arınarak Kamuran’ın kitabı (Gürün). Onu da basmıyorlar. Başka da doğru dürüst bir kitap yok.
-Ermeni konusunun arkasından tazminat ve toprak talebi de gelir mi?
Ortaylı- Gelir. Gün gelir tazminat da talep eder. Şimdi etmeyeceğim diyor. Sonra eder. Yani genosidi kabul ettirdikçe, onu da eder ilerde. Günün birinde yeri gelince!
-Bu Ermeni konusuna daha geniş tarihi açıdan bakınca nasıl görüyorsunuz?
Ortaylı- 19. yüzyılda milliyetçilik çıkıyor. Yunan ayaklanmasından sonra Ermeniler de istiyor. Öyle bir hayal onlara da geliyor. Ha hepsi istiyor mu? Hayır. Haşa. Ama o isteyen azınlık kuvvetleniyor, harekete geçiyor. Adam öldürüyor, etnik temizlik yapıyor. Berlin Kongresi’ne( 1878) heyet yolluyor. Islahat tedbirleri ile birlikte böyle kışkırtmalar, kavgalar başlıyor. Ermeniler o bölgede Kürtlere, Çerkeslere karşı da çeşitli hareketlere girişiyorlar.
Nihayet 1914 yılında İstanbul’da Yeniköy Anlaşması yapılıyor. Büyük devletlerle Osmanlı arasında. Ermeni ıslahatı için. Bir nevi muhtariyet demektir o. Doğudaki 6 vilayete mali, kültürel muhtariyet veriliyor. Ermenilerin ağırlıkta olduğu yerler. Vali de Norveçli olacak. Tarafsız olacak diye öyle isteniyor. Harp çıktı. Harp çıkmasa o sene gidiyordu bu iş.
Berlin Kongresi’nden beri (1878) Makedonya muhtariyeti ile Ermeni muhtariyeti sürekli gündemdeydi.
-Bir de Hamidiye alayları meselesi var
Ortaylı- Kürtler Ermeniler o bölgede birbirlerini kesiyorlar. Hamidiye alayları bir nevi meşruiyet. Kürtleri kontrol etmek için. Abdülhamit Ermenileri de kontrol ediyor. Kürtleri kontrol etmek için de böyle bir mekanizma çıkarıyor. Hamidiye alayları ile de katliam artmış değil. Ortalık düzene giriyor. Ortaya çıkan o yani. Emir dinleyen bir alay ortaya çıkıyor.  Yoksa başıboş tamamen. Kürtler bir yerde intikam alıyor. Orada başladı ya Ermenistan’da etnik temizlik Berlin Kongresi’nden sonra. Ermeni ayaklanmaları arttı. Kürtler Ermenilerin taleplerine muhatap oluyorlar o yıllarda. Tabii reaksiyonları da sert oluyor.
-Ermeni tehciri bu tabloda nereye oturuyor?
Ortaylı- Bu imparatorluk parçalanıyor. O parçalanmalar sırasında ayaklanmalar oluyor. Ayaklanmalara en başta tahammül ediliyor. Zaten o sırada çok dış kontrol altındasın. Ama harbe girdiğin zaman iş değişiyor. İşte orada Bronsart Paşa bile ‘Bunları sürün buradan’ diye tavsiyede bulunuyor. Genelkurmayı Almanların. Yoksa her cami çıkışı adam öldürüyor Ermeniler. Kavga çıkarıyorlar. Dolu Yıldız arşivleri. Yani adam ayaklanma ve iç harp halinde artık. Ermenistan istiyor.
Bu davaya inanmayan Ermeniyi de temizliyor kendisi. Bir de öyle bir şey de var. Dışardan gelen komitacı da çok. Hınçaklar, Taşnaklar. Basıyor, bomba atıyor. Ama harp çıkınca işler değişiyor. Ben sana gösteririm haline geliyor. Ermeni tehciri karşılıklı kanlı, hazin olaylarla dolu... Buna karşı Ermeni sürgünü sırasında komşusunu, Ermenileri çok koruyan da var. Saklayan var, koruyan var, evlenen var. Çok var böyle. Bugün artık Ermenistan devleti var. Bu işler devletlerarasında yürütülür, orada görüşülür. Aklıselimle görüşülür. (*) Kerem Çalışkan, Prof. Dr. İlber Ortaylı ile röportaj, 23.12.2008)

4 Haziran 2015 Perşembe

TIR / TIR / TIIIIIRRRRRTTTTTTTTTTTTT; Adnan Menderes, DP ve AKP!.. (1) + (2) Rıfat SERDAROĞLU

Tır / Tır / Tııırrttt… (1)
RIFAT SERDAROĞLU
Büyük Devletler, gerektiğinde kendi menfaatlerini veya ülke dışındaki soydaşlarının yaşam haklarını korumak amacıyla silah gönderebilirler!
Bu şekilde yapılan gizli operasyonların bile o devlette kayıtları vardır.
-Silahlar nereden, kimin aracılığıyla, kaça alındı?
-Teslim edileceği yere kimler tarafından götürüldü?
-Ve en önemlisi bunların parası nasıl ve nereden ödendi?
Tüm bu soruların yanıtları, o devletin kayıtlarında olmalıdır…
Fakat aklı başında ve vatanını seven hiçbir devlet adamı, terör örgütlerine silah göndermez ve kafa kesicilere destek olmaz! Bunu yapma gafletinde bulunanlar hem kendilerinin feci sonlarını hazırlarlar, hem de ülkelerini çok zora sokarlar…
Sizlere Türk Devletinin yaptığı bir gizli operasyonu, üzerinden 58 (Elli sekiz) yıl geçtiği için anlatacağım.
Devletine ve Milletine hizmet etmiş, bu uğurda çok çileler çekmiş ve bugün için rahmete kavuşmuş vatanseverlerden yani gerçek "Devlet Adamlarından” söz edeceğim…
1957 seçimlerini, Demokrat Parti %47,87 oy ve 424 Milletvekili ile kazandı.
40 kişiden oluşan DP Parti Meclisi ilk toplantılarından birini yapıyordu!
Toplantı anında, Başbakan Menderes’in Özel Kalem Müdürü içeri girer ve Menderes’e bir şeyler fısıldar. Menderes “Buyursun, gelsin” der. İçeri bir beyefendi girer ve “Emrettiğiniz ürünler hazırlandı, Muhterem Başvekilim” der ve sorar; “Ben bu ürünleri kime zimmetleyeceğim?”
Menderes; “Hizmetiniz için teşekkür ederim. Teslim belgelerini imzalayacak iki arkadaşımı göndereceğim, çıkabilirsiniz” der ve toplantıya devam eder.
Toplantı bitiminde Menderes; “Sayın Serdaroğlu, Sayın Erdem sizler lütfen kalınız” der. Menderes- İzmir MV Eczacı Kemal Serdaroğlu- Antalya MV Sadık Erdem ve Özel Kalem Müdürü Ahmet Salih Korur, toplantıya devam ederler.
Menderes; “Kıbrıs’taki Rum mezalimi tırmanıyor, soydaşlarımız katlediliyor,
biz ise hem teknik yetersizlikten, hem de ABD baskısından açıkça destek olamıyoruz. Bu yüzden, Fatin Bey (Fatin Rüştü Zorlu) ve Korgeneral Daniş Karabelen önderliğinde, Rıza Vuruşkan-Burhan Nalbantoğlu-Rauf Denktaş-Kemal Tanrısevdi tarafından, TMT (Türk Mukavemet Teşkilâtını) kurulmasına onay verdik. Onlara silah gönderilecek. Biraz önce gelen Bey, MKE Genel Müdürü (Makine Kimya Endüstrisi) idi. Eğer kabul ederseniz bu silahlar size zimmetlenecek ve parası Tahsisat-ı Mestureden (Örtülü Ödenek) ödenecek” diyerek sözlerini tamamlar.
Serdaroğlu ve Erdem görevi kabul ettiklerini ifade ederler.
Menderes, “Başbakanlık Müsteşarı konunun organizasyonu için görevlendirilmiştir. Sizlerle o temas edecektir. Sizlerden ricam, silahların yerine ulaştığını bizzat görmenizdir” diyerek, teşekkürle DP’ nin en genç iki milletvekilini uğurlar.
Serdaroğlu ve Erdem, MİT ve Genelkurmay görevlileriyle beraber iki deniz römorkörü ile binlerce hafif silahı bir gece vakti bizzat TMT’ ye gizlice teslim ederler. Bu silahlar, adadaki binlerce Türk’ün hayatını kurtarır. Daha sonra silahların teslim edildiği yerleşim beldelerine, Serdarlı ve Erdemli isimleri verilir. Ama kimse niçin bu isimler verilmiştir, bilmez. Görev yerine getirilmiş, ağızlar mühürlenmiştir.
27 Mayıs 1960 ta Askeri bir darbe olur. Bu darbe, Türk Ordusunun “Emir-Komuta zinciri” içinde yaptığı bir darbe değildir. MBK (Milli Birlik Komitesi) denen bir grup subay, ülke yönetimine el koydular. MBK üyesi Teğmen rütbesinde bir subay, bir Orgenerale emir verebiliyordu!
DP yönetimine yakın oldukları gerekçesiyle 1400 Subay, MBK tarafından emekli edildi. Bunların içinde, Kıbrıs’a gönderilen silahlar hakkında bilgi sahibi olan Genelkurmay İstihbarat Dairesi Subayları da vardı. Darbe sonrası, yapılan ihbar ve araştırma sonucu, Kemal Serdaroğlu ve Sadık Erdem’e zimmetli binlerce adet silah olduğu bilgisine ulaştılar. Zamanın MİT Müsteşarı Behçet Türkmen’in gerçekleri saklaması ve ihanetiyle, iki milletvekili “Askeri Yönetime karşı halkı silahlandırmak” suçlamasıyla karşı karşıya kaldılar.
Babam Kemal Serdaroğlu, bir sene boyunca Yassıada da işkence gördü.
Kafasına, tas içinde canlı fare koymak- diz altlarına top mermisi koyup, omuzlarına asker oturtulması-gece belinden urganla bağlanıp, sürat motoruyla ada etrafında buz gibi denize atılıp dolaştırmak, bunlardan bazıları idi.
Bizlerin evleri, çiftliğimiz, fosseptik çukurlarına kadar defalarca arandı.
Babamın yakın arkadaşlarından, Jandarma dayağı yemeyen kalmadı…
Sonuçta...
Rahmetli Menderes, silahların tutarı olan 4.877.780 lirayı zimmetine geçirmekten suçlu bulundu ve tahsili için Aydın’daki arazilerine el kondu.
Menderes idam edildi, Serdaroğlu müebbet hapse mahkûm oldu. Mahkûmiyetten sonra gerçek anlaşıldı ama suçsuz yere çekilen acılar, bizlere kaldı. Babam 1988 yılında vefat etti. Bu olayı hiçbir yerde konuşmadı.
Sadece bana, bir kısım belgeleri de göstererek anlattı.
Değerli Okurlar!
Bunlardan bahsetmeyi hiç istemezdim. Fakat Bademler, kutsal duyguları ve vatan sevgisini öylesine çirkin bir şekilde istismar edip, siyasi rant uğruna kullanıyorlar ki, gerçek “Devlet Adamı” nasıl olur, Vatanseverler, vatanları ve insanları için nasıl görev yapıp, kenara çekilirler, sizlere hatırlatmak istedim.
Bademler şu sorulara mutlaka yanıt verilmelidirler;
-El-Nusra’ya, dolayısıyla El-Kaide ve IŞİD’e gönderildiği söylenen silahlar nereden alındı?
-Kimler bu silahların alımında aracılık etti?
-Silahlar, Türkiye’ye hangi yoldan getirildi?
-Bu silahların parası nasıl ve kim tarafından ödendi?
Bu soruların yanıtları, emperyalist devletlerin istihbarat örgütlerinin tümünde resim ve belgeleriyle zaten vardır. Üstüne, Cumhur’un Başı’ nın-Başbakan Davutoğlu’nun çelişkili beyanlarını, AKP yetkililerinin açıklamalarını ve basında çıkan fotoğrafları-yazıları da ekleyin, geleceğiniz nokta;  Türkiye’nin “Teröre Destek Veren Ülkeler” arasına sokulması faciasıdır.
Çırpınmamız ve üzüntümüz, ülkemizi bu ayıptan kurtarabilmek içindir.
Burada bir suç varsa o suç tamamen AKP Hükümetlerinindir. Türk Devleti ve Türk Milletinin bu çirkinliklerle hiçbir ilgisi yoktur.
Yarın, yazının ikinci bölümünde Badem’in, rahmetli Menderes’i ve Demokrat Partiyi istismarını anlatacağım.
Katırdan at, bademden demokrat olamayacağını bir defa daha göreceğiz…
TIR / TIR / TIIIRRTT (2)
RIFAT SERDAROĞLU
Bademler, Türk Siyasetinin iki ana damarından biri olan Demokrat Partiyi ve Başbakan Adnan Menderes’i sürekli olarak sahiplendiklerini söylerler!
Menderes ve iki Bakanının Yassıada da kurulan darbe Mahkemesi tarafından suçsuz yere ve vahşice asılmaları olayını ise hep istismar ederler. Fakat DP’ nin Kurucusu ve Cumhurbaşkanı, Kurtuluş Savaşımızın “Galip Hoca ”sı Celal Bayar’ ın adını hiç anmazlar ve ondan nefret ederler…
Eyy Badem, anladık sen kendini DP ve Menderes’ten yana sayıyorsun ama bakalım DP ve Menderes senden yana mı?
Dünya görüşünüz, Türkiye’ye ve dünyaya bakışınız, İslam Dini ve Lâiklik hakkındaki görüşleriniz, Atatürk ve Devrimleri hakkındaki düşünceleriniz, Siyaset anlayışınız, Para-Servet-Güç hakkındaki tutumlarınız benzer mi, yoksa bu konularda aranızda Kuzey ve Güney kutupları arasındaki kadar fark var mı?
Adnan Menderes kimdir?
-Menderes, gençliğini doya-doya yaşamış entelektüel biri idi.
-Menderes, İzmir Amerikan Kolejinden ve Ankara Hukuk Fakültesinden mezun olmuş çağdaş bir Türk aydını idi.
-Menderes, Kurtuluş Savaşımıza katılmış, “İstiklal Madalyası” almış ve Büyük Atatürk’ün takdirini kazanmış biri idi.
-Menderes, Başbakan olduğunda dededen kalan 33.000 dekar araziye sahipti. İdam edildiğinde sadece 3.000 dekar arazisi kalmıştı. Arazilerinin büyük bir kısmını ya satmış, ya da topraksız köylüye dağıtmıştı. Yani Menderes, siyaset yapıp çift-çubuk, han-hamam sahibi olmamış, aksine çiftlik satarak siyaset yapmıştı.
-Menderes’in çok iyi eğitimli üç oğlu vardı. Hiçbirinin devletle iş yapmasına izin vermedi. Çocukları ve Muhterem eşi, örnek ve saygın insanlar olarak yaşadılar.
-Menderes, hiçbir zaman “İslam Devleti” kurmak gibi bir hayale kapılmadı.
Menderes’in yönetim şekli ve siyaset anlayışı elbette ki eleştirilebilir. Geçmişe yönelik bu tarz eleştirmeleri, zamanın siyasetçileri zorlayan şartlarını, ülkenin o anki sıkıntılarını, ülkenin olanaklarını ve dünyadaki gelişmeleri inceleyerek yapmak gerekir.Fakat hiçbir gerekçe, darbelere haklılık kazandırmaz ve hiç ama hiçbir gerekçe, siyasetçilerin asılarak cezalandırılmalarına yol açmaz, açmamalıdır…
Devam edelim;
-HIRSIZ kelimesi geçtiğinde, kimse bu kelimeyi Menderes ile bağdaştıramaz.
-Hiç kimse; Menderes eskiden kaçak gecekonduda otururdu, siyasete girdi köşe oldu, diyemez.
-Hiç kimse Menderes’in çocukları, babalarının nüfuzunu kullanıp, haksız servet elde ettiler diyemez.
-Hiç kimse, Menderes için, müteahhitlerden para toplayıp gazete satın aldı diyemez.
-Hiç kimse Menderes için, yurtdışı bankalarında 8 gizli hesabı var diyemez.
-Hiç kimse Menderes, haram yedi ve çocuklarına haram yedirdi diyemez.
-Hiç kimse Menderes’in Bakanlarının, para karşılığında kendilerini satıp, çoluk çocuğun önüne yattığını söyleyemez.
-Hiç kimse Menderes için, çocuklarıyla birlikte avanta paraları sıfırladı diyemez.
-Hiç kimse Menderes için, sabah söylediğini, akşam inkâr edecek kadar yalancıdır diyemez.
-Hiç kimse Menderes için, ülkesinin bütünlüğünü tehlikeye atacak uygulamalarda bulundu diyemez.
Kimin için mi derler?
Ne bileyim ben yahu? Onu da siz 7 Haziran’ da siz bulun ve gereğini yapın, lütfen gari…
Not; Cumhur’un Başı, Can Dündar için; “Bu haberi yapan kişi, bunun bedelini AĞIR ÖDEYECEK. Öyle bırakmam onu” dedi. Bu sözlerin söylendiği andan itibaren Can Dündar’ın başına gelecek her türlü belanın tek sorumlusu Cumhur’un Başı ’dır. Tarihe not düşün. “TUT TAYYİP TUT, CAN’I TUT.” Aman bırakma, sıkı sımsıkı tut…