29 Ekim 2016 Cumartesi

CUMHURİYET; TÜRKİYE’NİN DOĞUM GÜNÜ - Eğitimci, Araştırmacı, Şair – Yazar: ARZU KÖK

CUMHURİYET; 
TÜRKİYE’NİN DOĞUM GÜNÜ
Eğitimci, Araştırmacı, Şair – Yazar: ARZU KÖK
Suriye'de, Kafkaslarda, Trablusgarp'ta, Balkanlarda, Çanakkale'de ve Anadolu'da İstiklal Savaşı’nı planlayan, yöneten ve başaran Gazi Mustafa Kemal Atatürk ve onun kurduğu cumhuriyetin nimetlerinden yiyip içip keyif çatanlar, şimdilerde Cumhuriyet kutlamalarına, milli bilinç aşılayan antlara, bayramlara karşı çıkmaktalar... Bayram kutlanmasın diye toplu bir araya gelmeler yasaklandı valilikler kararıyla…
Cumhuriyetin kuruluşundan vefatına kadar geçen sürede, yani gerçek anlamda Cumhurbaşkanlığı yaptığı Cumhuriyetin ilk 15 yılında Mustafa Kemal, cehaletle, ekonomik sefaletle savaşıyor, Türk Ulusunu ayağa kaldırıyor, özgüven ve milli bilinç aşılıyor, varlığının farkına varmasını sağlıyordu. Bir imparatorluğun küllerinden Cumhuriyeti kurduğunda, 619 sene hüküm süren Osmanlı, Anadolu insanını tamamen unutmuştu. Halkı çuhalarla örtünen, onları sefalet içerisinde süründüren ve bundan zerre kadar haberi olmayan Osmanlıyı özleyen cahiller, vicdanlarına başvursunlar derim. Osmanlı 619 yıl boyunca Anadolu'ya tek çivi çakmamış, sadece analar cömert Mehmetçik doğurmuştur. Osmanlı da saltanatının devamı için onları cephelerde kırdırmış, vergi almış, vermeyeni de dipçikle ezmiştir...
Cumhuriyetle birlikte halk kendisine nasıl bir değer verildiğini anlamıştır. Devlet, halkının refahı için uğraşmış, " Yurtta barış, dünyada barış..." demiş, savaş yorgunu halkını yeni savaşlara sokmamıştır Mustafa Kemal Atatürk... Komşu da olsa hiçbir devletin iç işine de karışmamıştır. Kurduğu Cumhuriyet ile mazlum milletlere örnek olmuştur. İstiklal Savaşını başlatırken en büyük mucizesi, Anadolu halkını belli bir amaç etrafında ve aynı şemsiye altında toplayıp birleştirmesi, birlik, bütünlük sağlamasıydı... Örgütlü cehalet ve öncüleri bunu da unutmuş olsalar gerek. Mustafa Kemal Atatürk; hiç bir şekilde ne mezhep, ne ırk, ne aşiret, ne de sınıf ayırımı yapmamıştır. Herkesi eşit tutmuş ve düşmana karşı, vatan için, iffet için direniş başlatmıştır. Asla ayrımcılığa girmemiştir.
Yazıktır ki, son yıllarda ülkemde Cumhuriyetin temel prensiplerinden uzaklaşılmış,  93 yıldan beri ekilegelen cumhuriyet düşmanlığı tohumları ürün vermeye başlamıştır. Artık bu düşmanlar açıktan açığa tüm kinlerini kusmaya başladılar.
Cumhuriyetin temel ilkelerinden biri olan hak ve hukuka saygınlık rafa kaldırıldı; adalet sistemi, siyasi gücün bir kolu haline getirildi ki bu yaşanılabilecek en büyük felaketlerden biridir. Cumhuriyetin kurucu felsefesi, Kemalist inanç ve düşünce sistemi, laiklik, yargının bağımsızlığı, basın özgürlüğü darbe üstüne darbe aldı...
Cumhuriyetin temel ilkesi olan dış politikanın ana ekseni "Yurtta barış, dünyada barış" ilkesi çiğnendi. Yanlış uygulamalar ve ilkel anlayışlı dış politikalar nedeniyle ülkemize çok şey kaybettirildi. Günümüzde tüm çıplaklığıyla yaşıyoruz bunu, tüm komşularımız bize adeta düşman oldu.
Eğitim sistemimiz içler acısı... Aklın ve mantığın asla kabul edemeyeceği kararlarla sistem felç haline getirildi.
İsrafın zirve yapmış durumda. Ekonomik sarsıntı içinde olan halkın gözünün içine bakarak onlarca lüks zırhlı araçlar için "çerez parası" diyen bir zihniyetin elindeki ekonomi, devletin borçlarını, cari açığı zirveye çıkarttı.
Hangisinden söz etsem bilemedim doğrusu. Al birini vur diğerine. Hangisinden konu açsam diğeri feryat figan bağırıyor…
Cumhuriyete ve onun temel ilkelerine, çağdaş toplum olmaya engel zihniyetin öncülerine sorulması gereken şey; Mustafa Kemal Atatürk de dâhil olmak üzere, Cumhuriyetin kurucu kadroları kaç kez "özel uçak" kullanarak, ailesiyle, yüzlerce yandaşıyla yurt dışına çıktı? Hangisi koruma ordusuyla dolaştı?
Cumhuriyet kurulduğu günden beri düşmanları tarafından hırpalanmasına rağmen insani değerlerin üstünlüğü ve ilkeleriyle yoluna devam ediyor. Yerli ve yabancı komploculara, takiyyecilere, vefasız entellere, örgütlü cehalete rağmen Türkiye Cumhuriyeti Devleti ayaktadır, yaşıyor, yaşamaya da devam edecektir.
93 Yaşında olan Türkiye Cumhuriyeti, Türk Ulusunun aydınlık geleceğidir. Cumhuriyet Türkiye'nin doğum günüdür.
Doğum günün kutlu olsun güzel ülkem…
Arzu KÖK

18 Ekim 2016 Salı

DOĞAR DOĞMAZ AĞZI KAPANAN ÇOCUKLAR.. (Sedat Kaya, Datça)

DOĞAR DOĞMAZ AĞZI KAPANAN ÇOCUKLAR..
İKTİBAS: (Sedat Kaya, Datça), 18 Ekim 2016
Amerika Kıtasında Ekim ayının ikinci pazartesi "Kolomb Günü"dür.
Şenliklerle, şölenlerle kutlanır..
Tıpkı bizim "İstanbul'u... Fetih Günü" gibi..
Amerika üç gündür Kolomb Günü'nü kutluyor..
Bazı ülkelerde milyonlar çılgınca eğleniyor..
Peki kutlanan ne?..
***
1492 yılında Cenovalı kaşif Kristof Kolomb'un Nina, Pinta ve Santa Maria gemileri Amerika kıyılarına yanaştığında onları Arawak kızılderilileri karşıladı..
Kızılderililerin inancında Tanrılar sakallıydı ve denizden gelmişlerdi..
Sakallı istilacıları görünce onları doğaüstü sandılar..
Yüzerek selamladılar..
Mısır, patates ikram ettiler..
Atları, iş hayvanları, demir silahları yoktu..
Ama kulaklarına ince altın süsler takıyorlardı..
İşte o altınlar sonları oldu..
***
Kolomb kızılderililerle ilgili ilk izlenimlerini İspanya Kraliçesine şöyle yazmıştı..
“Bu insanlar o kadar yumuşak başlı, barışsever ki, yeryüzünde bunlardan daha iyi bir ulus bulunmadığına Majestelerinizin önünde ant içebilirim. Komşularını kendileri kadar seviyorlar, konuşmaları son derece tatlı ve kibar, konuşurken hep gülümsüyorlar; gerçi çırılçıplak dolaşıyorlar ama davranışları terbiyeli ve övgüye değer”
Seyir defterine de şunları eklemişti.
"Onlara kılıçlarımızı gösterdik. Demir silahları ilk kez gördükleri belli. Kesmenin ne demek olduğunu bilmediklerinden, bazıları kılıçların keskin tarafını tutunca ellerini kestiler. Bu insanlar ne herhangi bir mezhebe bağlılar ne de puta tapıyorlar. Kötülüğü tanımıyorlar, birbirlerini öldürmeyi bilmiyorlar. Hiç silahları yok... Kızılderililer son derece sade, dürüst ve eli açık insanlar. Herhangi birinden sahip olduğu herhangi bir şey istenince hemen veriyorlar. Kötülüğün ne olduğunu hiç bilmiyorlar, çalmıyorlar, öldürmüyorlar. Komşularını kendileri kadar çok seviyorlar. Dünyada onlar kadar tatlı dilli insanlar yoktur. Her zaman gülüyorlar."
Bir de not düşüyordu.
"Bu insanların çalıştırılması, ekin ekmesi, gerekli her işe koşulması ve bizim (Avrupalalıların) gelenek ve göreneklerimizi benimsemesi gerektiği kanısındayım"
***
Ardından katliam başladı..
Sakallı yabancılar altın ve değerli taş aramak için köyleri yağmaladı, yakıp yıktı..
Yüzlerce kadını, erkeği, çocuğu kaçırdılar..
Kadınlara tecavüz ettiler..
Direnen erkeklerin kulaklarını kestiler, kafa derilerini yüzdüler..
Gemilerine atıp köle olarak satılmak üzere Avrupa’ya götürdüler.
Kolomb’un 12 Ekim 1492’de San Salvador sahiline ayak basmasının üzerinden on yıl bile geçmeden bütün kabileler, yüzbinlerce insan yok edildi..
Ardından akın akın geldiler..
Tüm Amerika Kıtasını cehenneme çevirdiler..
Katliamlara papazlar da katıldı..
Katolik olmayı kabul etmeyen Kızılderili şamanları ayaklarından asılarak canlı canlı yakıldı..
Kolomb Amerika'ya vardığında dünya nüfusunun 5'te biri kızılerili idi..
Sayıları 70 milyonu geçiyordu..
1492'den bugüne sadece 2 milyon kaldılar..
***
Dünya tarihinin en büyük soykırımını yapan Avrupalı istilacıların bu katliamı kitaplara şöyle yansıdı..
" İspanyollar istilacılar her geçen gün daha kibirli oluyordu. Aceleleri varsa yerlilerin sırtına biniyorlardı. İspanyolların canavarlığı sınır tanımıyordu.. Birgün ikisi de birer papağan taşıyan iki yerli çocuğa rastlayan iki papaz, papağanları aldılar ve sırf zevk olsun diye çocukların kafasını kestiler”
Las Casas
"Ben Küba’da iken üç ayda yedi bin çocuk öldü. Acıdan çılgına dönen bazı anneler bebeklerini nehirde boğuyorlardı... Böylece erkekler madenlerde, kadınlar ağır çalışma içinde ve çocuklar da süt bulamadıkları için ölüyordu. Bu kadar büyük, güçlü ve verimli topraklar kısa sürede boşaldı. İnsanlığa o kadar yabancı olan tüm bunları kendi gözlerimle gördüm ve şimdi bile yazarken ürperiyorum."
Las Casas
“Tanrı’nın hususi takdiriyle savaştan kaçan kızılderililerin tamamına yakını çiçekten öldürdük. Tanrı topraklarımızı temizledi”
"Massachusetts Körfezi Kolonisi’nin ilk valisi John Wintrop
"Kızılderilileri yakıyorduk..Onları böyle ateşte kızarırken ve bu ateşi söndüren kan gölünde görmek korkunç bir manzaraydı, çürüyen cesetler ve bunlardan yayılan koku berbattı fakat zafer tatlı bir fedakârlık gibiydi Bizlere olağanüstü yardımlarda bulunarak bu kadar gururlu ve kibirli bir düşmanı elimize düşüren, bu kadar çabuk bir zafer bahşeden Tanrı’ya şükranlarımızı sunarız."
Plymouth Kolonisi’nin Valisi William Bradford
"Kızılderililerin hamal olarak kullanılmasını kınamıyorum. Ancak bir adamın bir domuza ihtiyacı varken 20 tane öldürüyordu. 4 Kızılderili'ye ihtiyaç duyduğunda bir düzine alıyordu. Metreslerini omuzlarda taşınan hamaklar içinde fakir Kızılderililer'e taşıtan birçok İspanyol vardı. Bu uygulamalar esnasında yerlilerin maruz kaldığı kötü muameleler, zararlar, soygunlar, haksızlıklar ve büyük kötülüklerin sayılması istense bunun sonu gelmez. Çünkü onlar için Kızılderilileri öldürmek, yararsız hayvanları öldürmekte birdi. "
Cieaze de Leo
"Kızılderililerin eğer altını yoksa çocuklarını satarlardı. eğer çocukları da kalmamışsa kendi hayatlarını verirlerdi. Bu haraçları veremediklerinden ötürü Kızılderililer işkence acıları altında ya da gaddarca zindanlarda öldürülürdü. Zira İspanyollar onlara hayvani bir vahşilikle muamele ediyor ve onları hayvandan daha aşağı görüyorlardı.. Kızılderililerin cesetleri köpeklerin önüne yem olarak atılıyor, vücutlarından yaralara iyi gelebilecek bir yağ üretiliyordu. Kızılderili kadınlar sıra hâlinde direk ve ağaçlara, çocukları da onların ayaklarına asılıyordu."
Papaz Motolinia
"Sırf eğlence olsun diye, kadın erkek demeden yerli halkın ellerini, burunlarını ve kulaklarını kesip kopardıklarını ve bunun bölgenin değişik yerlerinde defalarca tekrarlandığını kendi gözlerimle gördüm.
Memeden kesilmemiş bebekleri annelerinin göğsünden alarak onları en uzağa fırlatma konusunda birbirleriyle yarıştılar.”
Bartolome de Las Casas
"Askerler pek çok Kızılderili'yi uykularında öldürdüler. Annelerinin göğüslerinden çekilip alınan bebekler anne-babalarının gözleri önünde kılıçla parçalanıyor ve bebeklerin parçaları ateşe atılıyordu. Kundaktaki bebekler beşikleri içinde parçalanıyor, kafaları eziliyor, en taş-yürekli adamın bile vicdanını sızlatacak bir vahşilikle öldürülüyorlardı..Bazı bebekler nehre atıldı, onları kurtarmak için anne ve babaları da suya atladı. Ama askerler ne çocukların ne de anne-babaların sudan çıkmalarına izin vermediler, hepsi boğuldu.”
David de Vries
***
Gerçeğin ta kendisidir..
Kızılderili kadınları çocukları doğduğunda elleriyle onların ağzını kapatırlar..
Nefes alması için ellerini bir süre çekip, bebeğin tekrar ağlamasına fırsat vermeden aynı hareketi tekrarlarlar. .
Ağlamamak, gözlerini dünyaya açan bir Kızılderilinin aldığı ilk derstir..
Beyaz adamdan kaçarken, kucaktaki bebeğin ağlaması her şeyin sonu demektir..Dersini iyi alamayan bir bebeğin çıkaracağı ses, kurşun yağmurundan ölmek demektir.
***
Amerika Kıtası bugünlerde "Kolomb Günü" nü kutluyor..
Şenlikler, şölenler yapılıyor..
Milyonlar çılgınca eğleniyor..
Kolomb'tan bu güne 524 yıl geçti..
524 yılda 70 milyondan fazla insan katledildi..
Bir kültür yok edildi..
Beyaz adamın bu eğlencesi(!), kızılderililerin sonu oldu..
İyi kutlamalar.
(Sedat Kaya, Datça)
18 Ekim 2016

8 Ekim 2016 Cumartesi

ALBERT EİNSTEİN’İN ÖZEL MEKTUBU!.. Erdal Akalın

ALBERT EİNSTEİN’İN ÖZEL MEKTUBU!..
1980’lerin sonunda ünlü dehanın kızı olan Lieserl, Einstein’ın yazdığı 1400 mektubu Yahudi Üniversitesine bağışladı; tek bir şartı vardı: babasının ölümünün üzerinden 20 yıl geçene kadar içerikleri yayınlanmayacaktı. Bu okuyacağınız mektup Lieserl Einstein için olanlardan bir tanesi olup, yirmi yıllık zaman aşımı sonrası ortaya çıkarılmış ve yayınlanabilmiştir.
AK-ŞAKA köşesi olarak bu mektubu ve tabii ki içeriğini dikkatlerinize sunuyorum;
“İzafiyet kuramını açıkladığım zaman çok az kişi beni anladı, şimdi insanlığa ulaşması için yazacaklarım da bu dünyada yanlış anlaşılma ve önyargıyla çarpışmaya mahkum.
Mektupları gerektiği sürece korumanı istiyorum, ta ki toplum şimdi açıklayacaklarımı kabul edecek düzeye gelene kadar.
Bilimin açıklayamadığı son derece kuvvetli bir güç var. Bu güç herkesi kapsıyor ve yönetiyor, evrenin çalışmasını sağlayan her olgunun arkasında bile o var ve henüz bizim tarafımızdan tanımlanamadı.
Bu evrensel güç SEVGİDİR.
Bilim insanları, evren için birleşik bir kuram ararken, görülemeyen en kuvvetli evrensel gücü unuttular.
Sevgi ışıktır, onu alıp verenleri aydınlatan.
Sevgi yer çekimidir, çünkü insanların birbirine çekim hissettmelerini sağlar.
Sevgi kuvvettir, çünkü bizdeki en iyiyi çoğaltır, ve insanlığın kör bencilliklerinde tükenmemesine izin verir.
Sevgi için yaşarız ve ölürüz.
Sevgi Tanrıdır ve Tanrı sevgidir.
Bu güç herşeyi açıklar ve yaşama anlam katar. Bu bizim çok uzun süredir göz ardı ettiğimiz bir çelişkidir, çünkü belki insanın evrende kendi özgür iradesiyle kullanamayacağı tek enerji olduğu için sevgiden korkuyoruz.
Sevgiye görünürlük verebilmek için, en ünlü denklemimde basit bir yer değiştirme yaptım.
Eğer E=mc2 yerine, dünyayı iyileştirecek olan enerjinin ışık hızının karesiyle çarpılacak sevgiyle sağlanabileceğini kabul edersek, şu sonuca varıyoruz: sevgi en kuvvetli güçtür, çünkü sınırı yoktur.
İnsanlığın evrendeki bizim düşmanımız haline gelen diğer güçleri kullanmakta ve kontrol etmekte ki başarısızlığından sonra kendimizi başka çeşit bir enerjiyle beslememiz zorunludur.
Eğer türümüzün hayatta kalmasını istiyorsak, eğer hayatta bir anlam bulmamız gerekiyorsa, eğer dünyayı ve içinde yaşayan her duyarlı varlığı kurtarmak istiyorsak, sevgi tek ve biricik cevaptır.
Belki bir sevgi bombası, gezegenimizi harap eden açgözlülük, nefret ve bencilliği tamamen yok edebilecek kadar güçlü bir cihaz, yapmaya hazır değiliz.
Buna rağmen her bireyin enerjisini açığa çıkartmayı bekleyen küçük ama kuvvetli bir jenaratör var.
Bu evrensel enerjiyi almayı ve vermeyi öğrendiğimiz zaman sevgili Lieserl, sevginin hepsini yendiğini, herşeyin ötesine geçtiğini doğrulayabileceğiz, çünkü sevgi hayatın en özlü kısmıdır.
Bütün hayatım boyunca kalbimin içinde sana dair sessizce atanları ifade edemediğim için çok derin bir pişmanlık duyuyorum. Belki artık özür dilemek için çok geç, ama zaman göreceli olduğu için sana söylemem gerekiyor : seni seviyorum ve nihai cevabı bulduğum için sana teşekkür ederim.
Baban Albert Einstein” // Erdal Akalın (07.10.2016)