GEÇMİŞTEN GÜNÜMÜZE
TÜRK KÜLTÜRÜNDE ŞEHİRLEŞME
(AKADEMİK KURUL/KOMİSYON: “DERLEME”)
Şehir, muhtelif
meskenleri, sosyal kuruluşları, bunlara destek olan tesisleri, kendine mahsus
bir ticareti, kültür özellikleri olan; belirli, müstakil bir yeri kapsayan,
nispeten sürekli yerleşme merkezidir.
Bir şehrin oluşunda
nüfus çokluğunun, kapladığı sahanın büyüklüğünün rolü vardır. Eski şehirlerde
büyüklük, bir kale içinden millerce uzanan arazilere kadar değişkenlik
gösteriyordu. Şehrin bir başka özelliği tarımla uğraşmayan insanların yerleşme
merkezi oluşudur. Ancak tecrit edilmiş bir yerleşim alanı da değildir.
Çevresindeki kasaba ve köyler arasında bir merkez durumu görür ve bu durumuyla
çeşitli sosyal ve ekonomik faaliyetleri yürütür. Çevredeki köylerle ilişki,
bazı zamanlar doğu illerinde o dereceye ulaştı ki, Avrupa feodalizmine çok
benzer şekle geldi.
Medeniyetler
düzeyine erişmiş ve çevresiyle etkileşime girerek belirli bir kültür düzeyine
ulaşmış siyasi oluşumlar, şehir kurmaya veya mevcut şehirlere yerleşmeye mecbur
kalırlar. Bunun sebebini İbn Haldun, ünlü eseri Mukaddime'de şöyle
anlatmaktadır:
"Bunun sebebi
şudur: Uruklar, boylar ve sülaleler devlet kurduktan sonra şehir ve kasabaları
ele geçirmeye mecburdurlar. Bu da iki sebepten ileri gelmektedir. Bu iki
sebepten biri, devletin sükûnet ve rahatlığı icap ettirmesi ile ağırlıkları ve
konargöçerlik hayatında eksik olan imar ve bayındırlığı bütünlemek ihtiyaç ve
mecburiyetidir. İkinci sebep ise devleti ele geçirmek üzere harekete geçmeleri
beklenenlerden korunmaktır. Çünkü etraftaki şehirlerin devleti ele geçirmek
isteyenler için bir sığınak teşkil etmesi mümkündür. Bunlar isteklerine ermek
için bu şehirleri birer sığınak edinebilirler. Şehir ve kalelere sığınanlara
galebe çalmak son derece zor ve zahmetlidir. Duvar arkasında savaşarak korunmak
suretiyle düşmanı yaralamak ve öldürmek kolay olduğu için, az sayıda kuvvetle
sayıları pek çok olan askere karşı koyulabilir. Bunlar çok askere ve büyük
kudret ve şevkete muhtaç olmazlar. Şevket ve asabiyyetler, savaşlarda düşmana
karşı koymak ve dayanmak için gereklidir. Surlarda yaşayanlar ise duvarlar
sayesinde dayanabilirler, büyük asabiyyete ve sayı çokluğuna muhtaç olmadan
karşı koyabilirler. Bundan dolayı, devletle çekişenlerden kaleye sığınmış
olanlar, kale ve şehri ele geçirmek isteyenleri kuvvetten düşürür, onların
istila kuvvetlerini hırpalarlar. Bundan ötürü, devlet kuran göçer evliler,
etraflarında şehir ve kaleler bulunduğu takdirde hasımlarının sığınmalarına
engel olmak üzere o kale ve şehirleri ele geçirirler. Etraflarında kale ve
şehirler bulunmadığı takdirde sosyal hayatın eksikliklerini tamamlamak ve
ağırlıklarını yerleştirmek için yeni baştan şehir ve kaleler vücuda getirirler.
Bu suretle kendi uruk ve boylarından, izzet ve şerefte onlardan yüksek bir
derece kazanmak isteyenarin ümitlerini kırarlar. Bundan, devlet kuranlar için
kalelerde yerleşmenin bir zaruret olduğu anlaşılır. Ötesini her türlü noksandan
münezzeh olan Allah bilir. Onun yardımıyla başarılar kazanılır. Ondan başka yetiştiren
ve besleyen yoktur (Haldun, 1978: 249-250).
Buzul Çağı'ndan
beri Orta Asya'nın her yerinde yaşam olduğu kesin denilebilse bile, bununla
ilgili buluntular çok azdır. Denis Sinor bu konuda şöyle diyor:
"Yukarı
Paleolitik insanı, buzul döneminde, İç Asya bölgelerinin egemeni olurken, bunun
için gerekli buluşları yapmıştı; dünya ile ilişkisini kurduğu 'sanat' aracını
ve kendi dünyasını oluşturmuştu." (Sinor, 1990: 150)
Türkler'in ilk
yurdunda, henüz bildiğimiz kabileler belirginleşmeden önceki insanlar yalnızca
çetin iklimden korunmayı amaç olarak görüyorlardı.Bu dönemlerde, soğuk ayları
geçirmek için, yarı yarıya toprağa gömülü barınaklar yapıyorlardı.
Eski yaşam
toprağa bağlı değildi. Avcıların bozkıra egemen olduğu konargöçer toplumlar
egemendi. Zamanla yerleşik toplumlarla etkileşmeler, sosyal ihtiyaçlar ve
savunma anlayışının değişmesi, Türk boylarını zamanla yerleşik yaşama -hiç
değilse hayati öneme sahip bölgelere kaleler kurmaya- zorladı.
Çin kaynaklarında,
Choular'ın müstahkem hükümdar şehirleri kurdukları anlatılır. Choular, M.Ö. 11.
yüzyılın ikinci yarısında Çin'e karşı, sınırları geniş olmasa da siyasi bir
birlik kurabilmiş Proto-Türk topluluğudur. Chou anlayışına göre, hükümdar
şehrinin planı kare olurdu. Çinliler'e göre Proto-Türk ve peşi sıra gelen Türk
topluluklarında bu tarz, evren içinde evrenin ufak bir modelini simgeleyen
hükümdar ve ailesinin oluşturduğu küçük evrene bir atıftı. Esas yön kabul
edilen güney taraftaki burç yaz mevsimini, kırmızıyı, Çin'in kuş burcunu
(Türkler'de Kızıl Sağızgan denilen burç) betimlerdi. Hükümdarın savaşçı ruhunu,
gücünü ve erkekliğini yansıtırdı. Kuzey taraftaki surlar ise karanlığı, kışı,
geceyi, Çinliler'in kaplumbağa burcunu ( Türkler'de Kara Yılan) ve kadınlığı
sembolize ederdi. Hükümdar şehrinin doğu yönü güneşin doğuşunu, bahar
mevsimini, sabahı, göğün rengini, Çinliler'in Ejder burcu dedikleri;
Türkler'deki Kök-Luu'yu temsil ederdi. Batı tarafı ise güneşin batışını,
sonbaharı, akşamı, beyaz rengi, Çin'in Kaplan burcunu (Türkler'deki Ak-Bars)
hatırlatırdı. Şehrin planı, Göktürkler'de olduğu gibi kışın başlayan bir takvim
sistemine göre düzenlenmişti. Şehrin planına göre sahibinin rütbesi
aksediyordu; imparator şehri 12 kapılı, büyük bey şehri 9 kapılı, orta derece bey
şehri 7 kapılı, düşük derece bey şehri ise 5 kapılı olurdu. Şehirlerin dokuzar
adet sokağı olurdu. Birbirine düzgün açılarla bakan bu sokakların dört tanesi
uzun olur ortada buluşarak şehrin geneli haç şekline gelirdi. Türkçe metinlerde
bu dört "bertil yol" olarak geçer. Gelişmiş surların hemen iç
tarafında, şehrin etrafını kare biçiminde saran bir de devriye sokağı bulunur,
surların güvenliğini artırırdı. Şehirdeki erkekler sokakların doğu veya güney
tarafından yürürlerdi. Kadınlar da tam tersi, kuzey veya batı tarafından
yürürler, sokağın ortası arabalara ayrılırdı. Şehrin tam ortasında, Kutup
Yıldızı ve Ayı burcunun altında, hükümdar köşkü bulunurdu. Bu köşke eski
Türkçe'de "Temür Kazuğ" veya "Yitiken" denirdi. Hükümdar
köşkü; Türk inanışındaki evrenin merkezinde duran kutsal dağı sembolize ederdi.
Hükümdar şehri böylece, inanıştaki tüm kutsallıkları kendinde toplayan bir yer
durumundaydı. Şehir kurulurken dört tarafa çakılan sınır kazıklarının bulunduğu
yere, şehir bitince kuleler yapılırdı. Bu kuleler kutsal mekanın dört
köşesindeki dört kutsal muhafız dağlarını temsil ederdi. Güneş olarak temsil
edilen hükümdar her mevsimde o mevsimin dağını ziyaret ederdi. Shensi
(Ch'ang-ngan) ve Honanda (Loyang) Choular'ın iki başkenti idi. En meşhur Chou
şehirlerinden biri, Chou boyundan olan Wu kralı Ho-lü'nün şehri idi. Söz konusu
şehrin güney kapısında ejder ve yılan şekillerinin olduğu söylenir (Esin, 1948:
9).
Anlatılan bu şehir
ve kaleler elbette bir bilgi birikimi ve ulaşılabilmiş belli bir kültür düzeyine
işaret etmektedir. Bu yüksek medeniyet yapısına katılmamış bir kültürün söz
konusu mimari eserleri meydana getiremeyeceğine dair İbn Haldun, mevzubahis
eserinde şöyle demiştir:
"Şehirler ancak
insanların bir araya toplanması, çokluğu ve birbiriyle yardımlaşmaları
sayesinde kurulabilir. Devlet, şehir ve heykeller vücuda getirmek üzere geniş
ülkesinin etrafından işçiler toplar. Bu yapılar için gereken ağır şeyleri
nakletmek üzere çok defa, kuvvet ve kudret artıran, ağır şeyleri kaldıran,
nakleden ve geometri kaidelerine göre yapılmış olan makinaların yardımına
başvurulur. Çünkü beşer kuvveti bu gibi ağır şeyleri kaldırmaktan acizdir.
Birçok kimse, eski kavimlerin bıraktıkları büyük eser ve büyük yapıları,
mesela, kisraların taklarını, Mısır'ın piramitlerini, Batı Afrika'daki kemerler
üzerinde birbirine bağlanarak yapılan su kanallarını ve şarşal eserlerini
gördüklerinde, o kavimlerin bunları bir araya toplayarak veyahut ayrı ayrı
olarak kendi cismani kuvvetleriyle yapmış olduklarına inanmışlar ve bu eserlerin,
o kavimlerin gövdeleri ile orantılı olduğu cehaletine kapılarak onların vücutça
iri olduğu kanısına varmışlardır. Bunlar, geometri ilminin, ağır şeyleri
kaldıran ve taşıyan makinelerin yardım ve faydalarından ve geometri ilmine
dayanan sanayiden gaflet ederler. Şehir ve ülkelerde dolaşan birçok kimselerin,
Arap olmayan kavimlerin ilim, fen ve makinelerin yardımı ile büyük yapılar
vücuda getirmiş ve ağır nesneleri taşımak hususunda ne gibi hilelere başvurmuş
olduklarını gözleriyle görmeleri, bu sözlerimizin doğruluğuna tanıklık eder.
Halkın, vücut ve kuvvetçe bize nispetle kat kat üstün olduğu vehmine kapılmış
oldukları Ad kavmine nispet edilen ve "Ad binaları" adını verdikleri
eski kavimlerden kalma ve hâlâ da mevcut olan eserlerin çoğu ilim, geometri ve
makinelerin yardımı ile vücuda getirilmiştir. Yoksa, halkın inandığı gibi, o
kavimlerin vücutları bizimkinden büyük ve kuvvetleri bizimkinden fazla değildir
(Haldun, 1954: 252)."
Göçer evli
kabilelerle ilgili eski yerleşim izlerinin ilklerinden biri İskitler'den
kalmadır. İskitler'in 25 yüzyıl önce yayılmış olduğu Karadeniz'in kuzeyi ve
Tuna ötesindeki ormanlarda eski Türk kültürünü yansıtan yerleşimler görülmeye
başladı. Özellikle Doğu Kırım'daki Bosporos Krallığı şehirleri civarında bazı
konargöçer kabilelerin yerleşikliğe geçişi görülür. Karadeniz sahilindeki eski
Yunan şehri Nikonium (günümüz Odessa yakınları) yakınında ve Dinyester
Deltası'nın doğu yakasında köy çapında pek çok yerleşim yeri bulunmuştur. Aşağı
Dinyeper'de etrafı surlarla çevrili bir şehir ortaya çıkarılmıştır. Bu şehir,
M.Ö. 5. yüzyılın sonuna tarihlenir. Bu şehirde etraftaki konargöçer halkın
ihtiyacını karşılamak amacıyla, demir ve tunç araç gereçleri yapan metalciler
ikamet ediyordu. İç kalede ise muhtemelen hükümdara ait kısım vardı. Günümüzde
Kamenskoe Gorodişçe denilen yerde Kamen Şehri M.Ö. 4. yüzyıldan itibaren en az
150 yıl boyunca İskitler'in ticari, siyasi ve ekonomik başkenti idi. Çevredeki
tarım alanlarında da ziraat köyleri de İskit ekonomisinde önemli yer tutar (Sinor,
1990: 151).
Kaşgarlı Mahmud'un
belirttiğine göre, Alp-Er-Tunga'nın Türkistan'da birçok merkezi vardı. Ancak
bunların en önemlisi, Kaşgar'da kurduğu ordu kentti. Bahsedilen kalıntılar
bulunmuştur. Yine Kaşgarlı'nın eserine göre Alp-Er-Tunga'nın oğlu Bars Han'ın
kendi adına yaptığı askerî şehri Issık Göl yaknlarındadır. Bu askeri
kurganların hepsi dağ geçitlerinin yüksek kesimlerinde kurulmuştu. Bunların
bulunan kalıntılarının bazılarından, M.Ö. 11. ve 2. yüzyıllar arasına
tarihlenen Wu-sun çömlekleri, bazılarından ise Batı Türkistan beylikleri ve
Karluklar'dan kalma eşyalar bulunmuştur (Esin, 1948: 10-11).
İslam öncesi Türk
yerleşmeleri yoğun olarak Harezm, Maveraünnehir, Soğdiyana, Fergana, Orta ve
Yukarı Amu Derya boyları, Sistan, Dihistan, Cürcan, Çu ve Talas nehirleri ve
Issık Göl çevresi ile Tarun Nehri yörelerinde gelişmeye başlamıştır.
Maveraünnehir ve çevresinde İslam etkisiyle kentleşme artacaktır (Akşin, 2009:
369).
Türklerde askeri
mimari örneği, Kırgız ülkesinde M.Ö. 1. yüzyılda inşa edilmiş ordu kurganıyla
da görülür (Esin, 1948: 131).
Birkaç yüzyıl
sonraki Hunlar'da ise, Avrasya'nın sert koşullu bölgelerinin gerektirdiği
şekilde konargöçer yaşantı sürmüş, sivil şehirleşme yaşanmamıştır. Hunlar'ın
yaşamı yerleşik olmadığından, şehirleşmeye uymuyorlar; iklim değişikliği,
kuraklık, toplu göç gibi sorunlarda derhal komşu ülkelerdeki yerleşmeleri
yağmalıyorlardı. Konargöçerliğe önem veren Hunlar, kalelerin ve kalıcı
yerleşmelerin güvenli ve sağlıklı bir sistem olacağına inanmıyorlardı. Yine de
kısmen askeri mimari eserleri ve ustalık gerektiren ahşap ve kerpiç yapılar
bıraktılar. Avrupa'ya giden Hunlar'da ise zihniyet daha farklıydı. Yeni
yerleştikleri Tuna kuzeyi yörelerinde; çevreyi sürekli akınlara uğratmak,
komşuları olan büyük ve oturaklı devletlere karşı üstün olmak ve nihayet
çevredeki yerleşik yaşantılı kültürlerden esinlenmek için üs niteliğinde
yerleşmeler kurmuşlardı. Bunların çoğu muhtemelen geçici yerleşimlerdi. Söz
konusu yerleşimlerin günümüze kalan izleri Macaristan topraklarındaki altın
eşyalardır. Böylece, bu merkezler muhkem olsa bile, büyük olasılıkla surları
ahşaptı diyebiliriz (Çeçen, 2003: 57). Attila'nın sarayı ahşaptandı (Kafesoğlu,
1984: 312).
Asya Hunları
zamanında Çinliler'in mimaride ve şehirleşmede ilerlemiş oldukları muhakkaktır.
Ayrıca bazı Yüe-çi unsurlarının Tibet'e göç ettikleri devirlerde Çin askeri
mimarisinin konargöçer kabilelere tanıtıldığını görmekteyiz. Ne denli kabul
gördüğü tartışılsa da, Çin-Tibet mücadeleleri sırasında Küçük Yüe-çi boyunun
kabilelerinden paralı askerler alınıp istihkamlara yerleştirildiği
bilinmektedir. Ancak bu döneme ait Hun veya diğer akraba unsurların mimari ve
şehircilik namına yaptıkları herhangi bir yapıt yoktur. Daha önceki yüzyıllarda
da Batı Türkistan'da yerleşik bir hayat olmadığı, özellikle İran ve Makedon
seferlerinin sonuçlarından açıkça tahmin edilebilmektedir. İran seferi
sırasında açlık ve hastalıklar, boş bozkırda atlı kavimleri kovalarken ortaya
çıkmış olmalıdır. Ancak sonraki yıllarda Türkler şehir kurmadılarsa da, bölgeye
yerleşen Grek unsurları Batı Türkistan'ı yerleşime açmışlardır. Sonraki
yüzyıllarda bölgeye göçen Sakalar ve Yüe-çiler yerleşmeseler bile bu şehirleri
alarak Grek beyliklerini yıkmışlardır. Saka göçleri zamanında (W. A. Smith'e
göre M.Ö. 2. yüzyıl) Fergana gibi boyların dayanak merkezini oluşturan
bölgelerde imar faaliyetleri gerçekleşmemiş, Türkistan'da o dönemlerde yerel
beylikler konargöçer şekilde yaşasalar da belirli coğrafi şekilleri kendilerine
dayanak kabul etmişlerdir. Yüe-çiler'in son dönemlerinde ise Baktria'da
kurdukları bir başkentten bahsedilir. Fan Yeh, bu başkentin adına Lan-Shih
demektedir. Varlığını bilsek de şehrin ne yerini ne de yapısını biliyoruz. Bu
başkent sadece toplu yaşanılan bir çadırkent dahi olabilir (Ögel, Yüe-çiler).
Selenga Nehri
kıyısında kalıntıları bulunmuş olan Ulan-Ude Şehri, klasik eski Hun mimarisini
yansıtır. Buluntuları 72x380 metrelik bir alana yayılan şehrin, malzemesi
dövülmüş balçık olan, dört sıra sur ve hendekten oluşan bir istihkamı vardı.
Yapısına bakılarak Ulan-Ude'nin bir ordu kent olduğu sonucu çıkarılır. 9x8
metre boyutlarında ve 1
metre kalınlığında duvarları bulunan, köşelerinde ve
ortasında tahta sütunlar bulunan kerpiç yapının da bir beye ait olduğu
sanılıyor. Ocağı ve bir bacası bulunan binanın altından gelen, merkezî ısıtma
kazanından evin altına uzanan borular evi ısıtıyordu (Esin, 1948: 12).
Bu şekildeki balçık
binaların yapısındaki ahşap unsurların mimari ustalığı (daha eski olan Pazırık
Kurganı'nda olduğu gibi) Altay'daki mezar kültüründen gelmektedir. Altay'da
bulunan, M.Ö. 7. yüzyıla tarihlenen Kudirge Mezarlığı, 30 adet oval mezarı
barındırır. Bundan daha eski olan Tuva'daki Türk mezarları, M.Ö. 7.-9.
yüzyıllara tarihlenir. Bu mezarların hepsinde ahşap malzemeler ustaca
kullanılır (Türkler Ansiklopedisi, 2002, 124).
Akhunlar da
Göktürkler gibi at sırtında yaşayan bir kavimdi ancak Akhunlar hiç şehirleşmede
ilerlemeyip işgal ettikleri Fars ve Sogd şehirlerinde oturup imara
kalkışmadıkları halde, Göktürkler'den başlayarak Türkler'de şehirleşmeye geçiş
görülür. Göktürkler demiri işleyen ve kullanan bir kavimdi. Bunun için de
kısmen de olsa yerleşim kurulması zorunluluğu doğuyordu. Bildiğimiz şekilde bir
şehir örneği olmasa da, erken Göktürk devirlerine ait demir ocakları ve
dökümhaneler bulunmuş ve incelenmiştir. Ayrıca başlıca geçim kaynağı
hayvancılık olmasına rağmen, Göktürkler'in güney bölgelerinde tarım köylerinin
kurulduğunu görmekteyiz (Çeçen, 2003: 134).
552 yılında ortaya
çıkan Göktürkler'in bu tarihten önceki yaşantılarıyla ilgili yazılı bilgi de
buluntu da kısıtlıdır. İlk kez milli bilinci devlet adına yansıtan
Göktürkler'in güçlü bir sosyal yaşantısı vardı. Belgelerin yetersizliğine
rağmen anlaşılan şudur: Göktürkler adlarını duyurmaya başladıklarından itibaren
kısmen yerleşik yaşam sürmüş ve şehirler kurmuşlardır. Ayrıca aynı dönemde
gelişmiş mimari bilgi gerektiren sulama kanalları yaptılar. Bu kanallardan
bazıları yakın zamanda Rus araştırmacılar tarafından fark edilmiştir. Aynı zamanda
yüksek matematik bilgisi gerektirdiği söylenen kanalın da karışık bir su
dağıtım yoluna bağlı oluşu dikkati çeker. 1935 yılındaki Sovyet çalışmaları, bu
bölgeyi tarıma açmak üzerineydi. İncelemeler sonucu o yöreye daha iyi bir
sistem yapamayacaklarını gören Ruslar, Göktürk kanalının aynısını yapmak
suretiyle sulamayı gerçekleştirmişlerdir. Göktürk tarımının da döneminin
bilinen tüm teknikleriyle yapıldığı anlaşılıyor. Doğu Türkistan'da bulunan,
Issık Göl yakınlarındaki Barshan (Barsgan) Kenti'nin günümüzde kalıntıları
ortaya çıkmıştır. Tanrı Dağları'nın kuzeyinde ise Çargelan, Çumgal, At-baş,
Çaldıvar, Şirdak-Beğ, Mana-keldi kentlerinin kalıntıları bulunmuştur (Meram,
1974:111,112).
Eski Türkler'de
şehre "balık" (balığ) denilirdi. Bu kelimenin bugün kullanılan
"balçık" kelimesiyle aynı kökendenden olduğu sanılmaktadır. Temelde
konargöçerliğe dayanan tüm Türk devletlerinde, biri yazlık diğeri kışlık olmak
üzere iki başkent vardı. Mete Han'ın yazlık sarayı, bugünkü Moğolistan
sınırları içinde kalan Ongin Çayı kenarında, Orhun yakınlarındadır. Göktürk
Hakanı İlteriş'in yazlık sarayı Çugay'da, kışlık sarayı ise Karakurum'daydı.
İstemi Yabgu'nun yazlık sarayı İğdağ'da, kışlık sarayı ise Issık Göl'deydi
(Hey'et, 1996: 64).
Doğu Göktürk
kağanları Orhun Nehri'nin kaynağının yakınlarındaki Ötüken bölgesinde
yaşamlarını sürdürüyorlardı. Burası ormanlık ve verimli çayırların olduğu bir
yöre idi. Burada oturmak devletin bekası için mutlak zorunluluk sayılır, bu
bölge "ıduk", yani kutsal sayılırdı. Uygur ve Moğol hükümdarlarınca
da burası kutsal sayılmıştır. Ancak burada ne bir ev ne de bir sur kalıntısı
vardır. İlerleyen dönemlerde bazı Göktürk hükümdarlarında Çin hayranlığı ortaya
çıkmış ancak kısa vadede şehir kurma düşüncesi doğmamıştı. Yine de
şehircilikten önce Göktürkler'de tarım gelişti, hatta abidelerin dikildiği
yıllarda tarım üstün bir duruma gelmişti. İleriki yıllarda yine de askeri ve
sivil mimari alanında Göktürk eserleri ortaya çıkmaya başladı. Çinli rahip
Hüen-Çang, Göktürk ülkesine geldiğinde burada birçok gelişmiş şehir gördüğünü
bildirir. Çin sınırından Maveraünnehir'e dek gelen Hüen-Çang, bazı şehirlerin
kilometrelerle ölçülen büyüklükte olduğunu, çoğunun Göktürk kağanına bağlı
beylikler olduğunu kaydeder.Yine de bu dönem şehirlerinde daha çok asker ve
yöneticiler ikamet ediyordu. Çünkü, Tonyukuk'un yazıtında belirttiği gibi,
Türkler'in yerleşik yaşama uymadığı kabul ediliyordu. Oğuzlar'da yerleşik
Türkler'e "yatuk" yani tembel deniliyor, şehirliler aşağılanıyorlardı
(Sümer, 1984).
Taş surlu ve kare
planlı bir Türk şehri olan Taşkent, 605'ten, Sâmânoğulları'nın şehri ele
geçirdiği 819 yılına dek karakteristik Eski Türk kültürünü yansıttı. Türk
beylerinin ordu şehirlerinden biri de Taşkent yakınlarındaki Aktepe'deki
kale-garnizondur. Bu kale iki kat surla çevrili olup, iki sur arasında hendek
bulunuyor, bu hendekleri köprüler birbirine bağlıyordu. Yine kare planlı olan
kalenin dört köşesinde birer tane olmak üzere kuleleri vardı (Esin, 1948:
13-14).
Hazar hükümdarları
da Göktürkler'de ve Basmıllar'da olduğu gibi Aşına (Asena) soyundan geliyordu.
Hazar kağanı tüm ülkenin sahibi kabul edildiği için özel mülk sahibi olmazdı.
Ayrıca bağlı beyliklerin işine karışılmadığı için kültürel etkileşim Hazarlar
arasında çok çabuk etki gösteriyordu. Bu ortamda konargöçerlikten şehirleşmeye
geçişin dönüm noktasının koşulları oluştu. Hazar Türkleri ele geçirdikleri
bölgelerde büyük şehirler kurup buralara yerleştiler. Yine de konargöçerlik hiç
bitmedi. Yerleşikliğe geçilmesinin bir diğer sebebi de yoğun ticaret ve göç
yollarında bulunulmasıydı. Bazı Hazar malları (mızrak uçarı ve eyerler gibi)
bölge dışına dek ün yapmıştı. Hazar kılıcı da meşhurdu. Bu ürünler hep büyük ve
bayındır şehirlerde üretilirdi. Hazar halkı şehircilikle iç içeydi. Kuzeydeki
şehirlerde Bulgarlar yaşıyordu. Bu şehirler arasında kurşun paralarla ticaret
yapılırdı. Bu ticaret yollarında kumaştan yapılan paralar da kullanılmıştır, bu
paralara ekin adı veriliyordu. Daha sonraları Uygurlarda da şehirler arası
ticarette kamdu adı verilen kumaş paralar kullanıldı. Kaynaklardan, Hazar
ülkesinde ticari malların ucuz ve halkın da refah içinde bulunduğu anlaşılır.
Tarım da gelişmişti. İdil ve Semender kentleri arası çok verimli olduğundan bu
bölgede beş binden fazla bağ vardı. Hazar kültüründe bilim ve sanatın da ileri
düzeyde olduğunu anlayabiliyoruz. Saksın Şehri Hazarlar'ın bilim merkezi idi.
Hazar devlet yapısında diğer Türk devletlerinden ayrı olarak, bir yazlık bir
kışlık değil; üç başkent bulunuyordu. Diğer önemli şehirler ise; Semerkant,
Yüzkent, Bezkent idi. Şehirler her ne kadar gelişmiş bir kültürü barındırıyorsa
da, halkın çoğu kışı şehirlerde geçirmesine rağmen yazın çadırlarda hayvancılık
yaparlardı (Çeçen, 2003: 168).
Hazarlar'da evler
genellikle ahşaptan olurdu. Ancak hakan sarayı ve kaleler taş ve kerpiçtendi.
Volga Bulgarları'nın sarayı da tahtadandı. Oğuzlar'da da 10. yüzyılda başlayan
şehircilik daha çok askeri ve ticari sahada gelişti. Karacuk (Farabsut),
Altuntepe, Yengikent(Yenikent), Sayram, Cend önemli Oğuz merkezleri idi
(Kafesoğlu, 1984: 312).
Klasik Türk
geleneğinin devamı olarak, Kimek hakanının da iki başkenti vardı. Arap seyyahı
Temim b. Bahr'ın belirttiğine göre hükümdarın şehri, Hudud el-Alam'da geçen
"Nimekiye" idi. Minorski, buna "Yimekiye" der. İdrîsî'nin
çizdiği haritada "Hakan Yimake" ve "Hakan Şehri" adında iki
şehir vardır. Muhtemelen kışlık başkent olan Hakan Şehri, İdrîsî'nin anlatımına
göre surlarla çevrili ve demir kapılar ile ateş kuleleri tarafından
desteklenmiş idi. Bazı sokaklarından akarsular geçen şehirde parklar ve yüksek
evler olduğunu da belirtir (Ankara Üni. Yay., 1987: 265).
Uygurlar devrinde
esas şehirleşme atılımı başlamıştır. Hunlar zamanından beri Orhun ve Selenga
nehirleri kıyılarında yaşadıkları bilinmektedir. Başta Uygurlar'a Çinliler
tarafından değişik isimler verilmekteydi: sırasıyla Kao-ch'e, Yüan-ho, Wuhu,
Wu-ho, Wei-ho, Wei-hu, Hui-ho, Hui-hu isimleri verilmiştir. Uygur adının ilk
geçtiği dönemlerde Uygur nüfusunun az olduğu bilinmektedir(İzgi, 1987:11). Bu
şekilde, Çin'e yakın olmalarına rağmen, askeri mimari dahil, şehirleşmeyle
ilgili herhangi bir adım atılmamıştır. Ancak klasik dönemde Uygurlar çok zengin
bir mimari miras bırakmıştır. Yeni bir anlayışla Uygurlar, Orta Asya ordu ve
otağ kültürünü, Çin'in mimarlık geleneği ile birleştirmiştir. Uygur şehir
mimarisi belirli şekillerde gelişti: surlarla çevrili şehir veya garnizon
kalesine balıg (balık), içinde hükümdar kalesinin bulunduğu şehir olarak
ordu-örgin (ordu-balık), özellikle sivil yerleşimlerin bulunduğu kent (balıktan
farkı kesin değildir), köyler (uluş), hayır işleri için yapılan dinî külliye
(ködüş), budist tapınağı (burkan-orun), kule tapınak (ediz-ev), budist türbesi
(stupa), yüksek köşk (kalık). Ordu-Balık'ta büyük bir Mani ibadethanesi vardı.
Önceleri Ordu-Balık, Bay-Balık, Karabalgasun gibi şehirler kuruldu, sonraları
şehirlerin sayısı arttı (Gömeç, 1998: 87).
Kao-Ch'ang (Turfan)
Uygurları zamanında Kho-Ch'ang (Turfan), Hoço ve Beşbalık kentlerinin öne
çıktığını görmekteyiz (İzgi, 1988: 31).
Uygurlar'da en büyük
şehirleşme çabası Bayan Çor (Moyun Çur) zamanında yaşandı. Onun devrinde
Araplar ve Çinliler arasında Talas'ta yapılan savaş sonucu Çinliler savaşı
kaybetmiş ve Tarım Bölgesi Uygur egemenliğine girmişti (751). Çin'de çıkan
karışıklıklar sonucu Uygurlar Çin'e karşı üstün konuma gelmişler ve batıda
Türkistan, doğuda Çin gibi bölgelerde yerleşik unsurlar barındıran halklardan
etkilenmişlerdir. Böylece sivil ve askeri olarak ilk kurulan görkemli Uygur
şehri, Bayan-Çor tarafından kurulan Ordu-Balık idi (İzgi, 1987: 15).
Miladî 982'de
yazılmış olan Hudud el-Alam'da Uygur ülkesi ve yerleşimlerinden şöyle
bahsedilmektedir:
"Bu ülkenin
doğusunda Çin ve güneyinde Tibet ve Karluk ülkeleri bulunur. Kısmen batısında
ve kuzeyinde de sadece Kırgız ülkesi vardır. Toğuz Guzz (Uygur) ülkesi Türk
ülkelerinin en genişidir. Aslında onlar kalabalık bir toplum idiler. Eski
zamanlarda Türkistan'ın hükümdarları Toguz Guzzlar'dan çıkardı. Onlar silahları
çok, savaşçı insanlardır, yazın ve kışın elverişli otlaklar bulmak için yer
değiştirirler.
1- Çinâncketh: Tokuz
Guzzlar'ın baş şehridir. Orta büyüklükte bir şehirdir. Burası devlet merkezidir
ve Çin ülkesine yakındır. Bu şehrin yazın çok sıcak, kışın çok hoş bir havası
vardır.
2- Bu şehrin yanında
Tafgân adı verilen bir dağ görülür. Bu dağın arkasında beş köy bulunur. Bu
köylerin isimleri şunlardır: Köz Erk, Çomul Keth, Penciketh, Barlığ, Camğar.
Tokuz Guzz hükümdarı yazın Penciketh Köyü'nde oturur. Tokuz Guzz ülkesinin
kuzeyinde bir bozkır olup bu bozkır Tokuz Guzz ile Kırgızlar arasındadır. Bu
bozkır Kimek ülkesine kadar gider.
3- K.m.siğiyâ (?):
Bu, iki dağ arasında bulunan bir köydür.
4- S.t.kath: Küçük
bir yöredir. Bu yörede üç köy vardır.
5- Erk (?): Küçük
bir şehirdir. Bu, Khulandgûn Irmağı'na yakın bir yerdedir. Burada çok meyve
vardır. Fakat üzüm olmaz. Yedi köy bu şehre bağlıdır. Erk ve yöresinden yirmi
bin kişi (asker) çıktığı söylenir.
6- K.râr khun (?
yahut: K.vârk hûn ?): Kum çölü içinde bulunan bir köydür; geliri azdır fakat
nüfusu çok bir köydür.
7- Beg Tigin
Köyleri: Bunlar beş köydür ve Soğdlar'a aittir. Bu köylerde Hıristiyanlar
(Tersayân), Zerdüştler ve puta tapanlar (? Budistler: Sâbiyân) yaşarlar: Burası
soğuk bir yerdir; çevresinde dağlar bulunur.
8- Kûm.s Art: Bir
dağın üstünde bulunan bir köydür. Bu köyün insanları avcılardır.
9- K.h.mûd
(Humu-Kumul?): Burası çayırlı, otu bol bir yöredir. Burada Toguz Guzzlar'ın
alaçık ve çadırları bulunur. Bunlar koyuncudur.
10- C.m.liketh:
Büyük bir köydür. Bu köyün beyine Beygu denilir. Beygulular orada otururlar.
Kimekler, Karluklar (Khallukhıyân) ve Yağmalar bu köyü daima talan ederlerdi.
11- T.nzağ (?) Art
(Toprağ?Art): Topraktan bir dağdır. Burası tacirlerin konağıdır.
12-Mab.nc C.râbas
(?): Bir konaktır; büyük bir çayı vardır ve otlağı geniştir.
13- B.l.kh.m.kân
(?): Bir konaktır; eskiden burada Tokuz Guzzlar yaşarlardı, şimdi örendir.
14- S.d.n.k (?): Her
zaman karlı ve yağmurlu bir konaktır.
15- H.k (?) Art: Bir
konaktır.
16- İr Közkü Keth
(?): İçinde çayırları ve pınarları olan bir konaktır.
17- Igrâc Art: Asla
karı eksik olmayan bir konaktır. Burada vahşi hayvanlar ve geyikler çoktur. Bu
dağdan çok geyik boynuzu elde edilir (Sümer, 1984: 46-47)."
Burada geçen Uygur
köy ve şehirlerinin yeri hakkında ihtilaf vardır.
13. yüzyılda Uygur
hükümdarı Burçuk'un ismi, günümüzde Maralbaşı denilen yerle aynıydı. Eski
Türkler'de yer isimlerini çocuklara vermek yaygındı. Burçuk ve çevresindeki
şehirler daha sonraki yıllarda Kıtay ve Cengiz hakimiyetini kabul ettiler.
Böylece hem yıkılmaktan hem de göç etmekten kurtuldular. Moğollar'a çok etkisi
olan Uygur kültürü, onların yerleşikliğe geçip yerel kültürlerle bütünleşmesini
hızlandırdı (Sümer, 1984: 48-49).
İleriki yıllarda
Uygur ve Karluk yerleşimleri olan Germsir, Toharistan, Herat gibi şehirler
Ögeday zamanında Moğol işgaline uğradı. Bunun sonucu buralara başarılı Moğol
komutanları yönetici olarak atandı. Cengiz Han döneminde yakılıp yıkılan bu
yöreler, yeniden şekillendirildi, hazineye katkı için düzenlenip yeniden imar
edildi (Alan-Kara-Yorulmaz, 2008: 278).
Çin kaynaklarında
Ko-lo-lo olarak geçen Karluklar, 8. yüzyılın başlarında Kara İrtiş yakınlarında
yerleşmişlerdi. Uygur ve Basmıllar ile birleşerek Göktürkler'e son veren
Karluklar, daha sonra Basmıllar'a saldıran Uygurlar'a yardım ettiler. Sonraları
Uygurlar'a yenilerek On Ok (Batı Türkleri) ülkesine kaçan Karluklar,
Türkistan'a yerleştiler. Çinli komutan Kao-Sien-Çi'nin komutasındaki Çin
orduları Talas'a geldiklerinde Karluklar Arap tarafında savaştılar. Böylece
Çinliler yenildi, Karluklar da Doğu Türkistan'a yerleşmeye başladılar. Temim b.
Bahr'a göre, 9. yüzyılın başlarında, Barsgan bölgesinde dört büyük şehir ve
dört kasaba bulunur, bunlardan mükemmel silahlı 20.000 atlı asker çıkardı. Bu
Barsganlılar Karluklar'dan daha güçlüydü, Temim b. Bahr'ın dediğine göre, 100
Barsganlı 1000 Karluk'a karşı koyabilirdi. Bu Barsganlılar ve çevre şehir
ahalisi, her yıl baharda toplanır, eski bir şehir kalıntısını tavaf ederlerdi.
Gerdizî, Sûyâb'a yakın Khôtkîyal Köyü'nden 5000 asker çıktığını yazar (Sümer,
1984: 50-58).
7.-14. yüzyıllar
arasında yapısı değişmeden duran İsficab Şehri'nin haç şeklinde dört büyük
sokağı vardı. Burada, ordu kışlası doğuda, çarşı güneyde idi. Can-kent
(Yengikent)'de kerpiç surlar yeryüzü şekillerine uyarak olabildiğince dörtgen
planlanmıştı, içindeki kare planlı iç kalede hükümdar köşkü vardı. İlerleyen
zamanda Merv ve Karacuk da aynı şekil çerçevesinde gelişmiştir (Esin, 1948:
17-18).
Karahanlılar
Devleti'nde şehir olgusu ve şehir hayatı gelişmişti. Batı sınırını oluşturan
Talas Kenti, kalabalık tüccar topluluklarıyla kervanların uğrak noktası idi.
Pek çok ticaret yolunun birleştiği şehirde, batıdan gelen Müslüman tüccarlar da
barınıyordu.Burana Mescidi ve Babacı Hatun Türbesi İslam etkisiyle yapılmış en eski
mimarî eserlerdendir (Çeçen, 2003: 232).
Batı Türkistan'da
İslam'ın etkisi 8. yüzyılın başında görülmeye başlandı. Abdurrahman b. Muhammed
komutasındaki Emevi ordusu, vergi vermeyi reddeden Kabil kralına karşı sefere
çıkmıştı. Kabil vergiye bağlandıktan sonra, Kuteybe b. Müslim, Amu Derya
tarafına bir ordu ile gitti. Kuteybe, Belh ve Buhara'yı aldı. Semerkant ve
çevresini itaat altına aldı. Harezm'i de fethettikten sonra 713 yılında
Fergana'yı aldı. Böylece Maveraünnehir İslam egemenliğine girmiş oldu (Mahmud,
1962: 50).
Buradaki Karahanlı
şehirleri, İslam döneminde de gelişmeye devam etti. İbn Havkal, Sûret el-Arz
isimli eserinde Maveraünnehir'deki şehirler hakkında, bölgede kıtlık olduğunda
eldeki bolluk sebebiyle kalan yiyeceklerin halka yettiğini söyler. Savaş için
çok hayvan beslendiğini anlatır. Soğd, Fergana taraflarında öyle bol meyve
üretilirmiş ki, hayvanlar da onlardan yerlermiş. Soğd'da bir ev gördüğünü yazan
İbn Havkal, bu evin yolcu uğrağı olduğunu ve en az 100 yıldır kapısının kilitlenmediğini
söylemektedir. Bazı gecelerde, evde hazırlık olmasa bile, ortalama 150 yolcunun
muhafızları ve hayvanlarıyla gelip konakladığı olurmuş. Maveraünnehir genelinde
on binden fazla ribat olduğunu da belirten İbn Havkal, Sâmâniler'in, Horasan ve
Maveraünnehir bölgelerinin toplamından, yıllık 40 milyon dirhem haracın saraya
yollandığını yazar. Listelenen önemli yerleşimler şunlardır: Semerkant,
Erbencân, Uşrûsene, Hocende, Huttal, Âmul, Firebr, Zemm, Cürcâniyye, Merv,
Serahs, Ebîverd, Bâdgis, Tûs, Cüzecen, Tâlakân, Kûhistan, Nîşâbûr, Sağâniyân,
İştihân, Keşâniyye, Şâş, İlâk, Fergâna, Büst, Belh, Kişş, Harezm, Kunc-rustâk,
Bağ, Merverûz, Herat, Bûsenc, Kuvâdiyân, Tirmiz, Şûmân, Sermencî (Şeşen, 1998:
212).
Sonuç olarak anlıyoruz
ki, sanıldığı gibi Türk kavimlerindeki halkın hepsi konargöçer değildi. Eskiden
beri şehirler, kaleler ve ticarî mimarlık yapıları yapan Türk toplulukları,
ordu dahil olmak üzere, sadece çadır kentlerde değil, kerpiç, tahta gibi
malzemelerden, zaman zaman da taştan yapılar inşa etmişlerdir. Şehirleşme
özellikle Göktürkler döneminde başlayarak Uygur döneminde hız kazanmış,
Karahanlılar devrinde zirveye ulaşmıştır. Ancak bundan sonra Müslüman olan Batı
Türkistan halkları, klasik Türk şehirleri yerine İslam-Türk şehirleri şeklinde
imara girişmişlerdir. Orta Asya ve Uyguristan'daki, kaynaklarda sadece isim
olarak keşfedilen veya yazılı kaynaklarda bile geçmeyen balçık, ahşap ve taş
yapılar araştırılmakta veya keşfedilmeyi beklemektedir.
KAYNAKÇA:
ALAN
Hayrunnisa - KARA Abdulvahap -YORULMAZ Osman , İslam Öncesinden Çağdaş
Türk Dünyasına, İstanbul, 2008
BERKTAY Halil, HASSAN Ümit,ÖDEKAN Ayla (Yay. Yön. Sina Akşin), Türkiye
Tarihi, İstanbul, 2009
BUHARALI Eşref,Kimekler,Ankara Üniversitesi Yayınları, Tarihte Türk Devletleri,
c. 1, Ankara, 1987
ÇEÇEN Anıl, Türk Devletleri, 2. Baskı: Ankara, 2003 (ilk baskı: İstanbul, 1986)
ESİN Emel, Orduğ (Başlangıçtan Selçuklulara Kadar Türk Hakan Şehri), Tarih
Araştırmaları Dergisi, VI/10-11, Ankara 1948
GÖMEÇ Sadettin, Uygur Türkleri Tarihi ve Kültürü, Ankara, 1998
HEY'ET Cevat, Türkler'in Tarih ve Kültürüne Bir Bakış, Ankara, 1996
İbn-i Haldun, Mukaddime, , Cilt 2, Ankara, 1954
İslam Ansiklopedisi, MEB
İZGİ Özkan, Wang Yeng-Te'nin Seyahatnamesi, Ankara, 1988
İZGİ Özkan, Uygurların Siyasi ve Kültürel Tarihi (Hukuk Vesikalarına Göre),
Ankara 1987
KAFESOĞLU İbrahim, Türk Milli Kültürü, 30. Baskı, İstanbul, 1984
MAHMUD S. F., İslam Tarihi (Çevirenler: A. Kevenoğlu, Ayhan Sümer), İstanbul,
1962
MERAM Ali Kemal , Göktürk İmparatorluğu, İstanbul, 1974
NEAGOE Manole , Bozkırın Üç Atlısı, İstanbul, 2011
ÖGEL Bahaeddin, Eski Ortaasya Kabileleri Hakkında Araştırmalar: I- Yüe-çiler
SİNOR Denis, Erken İç Asya Tarihi, İstanbul, 1990
SÜMER Faruk , Eski Türklerde Şehircilik, İstanbul, 1984
ŞEŞEN Ramazan , İslam Coğrafyacılarına Göre Türkler ve Türk Ülkeleri, Ankara,
1998
Türkler Ansiklopedisi, Kurul (bşk. Yusuf Halaçoğlu), Ankara, 2002