19 Ağustos 2017 Cumartesi

GEÇMİŞTEN GÜNÜMÜZE TÜRK KÜLTÜRÜNDE ŞEHİRLEŞME (AKADEMİK KURUL/KOMİSYON: “DERLEME”)

GEÇMİŞTEN GÜNÜMÜZE
TÜRK KÜLTÜRÜNDE ŞEHİRLEŞME
(AKADEMİK KURUL/KOMİSYON: “DERLEME”)

            Şehir, muhtelif meskenleri, sosyal kuruluşları, bunlara destek olan tesisleri, kendine mahsus bir ticareti, kültür özellikleri olan; belirli, müstakil bir yeri kapsayan, nispeten sürekli yerleşme merkezidir.

            Bir şehrin oluşunda nüfus çokluğunun, kapladığı sahanın büyüklüğünün rolü vardır. Eski şehirlerde büyüklük, bir kale içinden millerce uzanan arazilere kadar değişkenlik gösteriyordu. Şehrin bir başka özelliği tarımla uğraşmayan insanların yerleşme merkezi oluşudur. Ancak tecrit  edilmiş bir yerleşim alanı da değildir. Çevresindeki kasaba ve köyler arasında bir merkez durumu görür ve bu durumuyla çeşitli sosyal ve ekonomik faaliyetleri yürütür. Çevredeki köylerle ilişki, bazı zamanlar doğu illerinde o dereceye ulaştı ki, Avrupa feodalizmine çok benzer şekle geldi.

            Medeniyetler düzeyine erişmiş ve çevresiyle etkileşime girerek belirli bir kültür düzeyine ulaşmış siyasi oluşumlar, şehir kurmaya veya mevcut şehirlere yerleşmeye mecbur kalırlar. Bunun sebebini İbn Haldun, ünlü eseri Mukaddime'de şöyle anlatmaktadır:

            "Bunun sebebi şudur: Uruklar, boylar ve sülaleler devlet kurduktan sonra şehir ve kasabaları ele geçirmeye mecburdurlar. Bu da iki sebepten ileri gelmektedir. Bu iki sebepten biri, devletin sükûnet ve rahatlığı icap ettirmesi ile ağırlıkları ve konargöçerlik hayatında eksik olan imar ve bayındırlığı bütünlemek ihtiyaç ve mecburiyetidir. İkinci sebep ise devleti ele geçirmek üzere harekete geçmeleri beklenenlerden korunmaktır. Çünkü etraftaki şehirlerin devleti ele geçirmek isteyenler için bir sığınak teşkil etmesi mümkündür. Bunlar isteklerine ermek için bu şehirleri birer sığınak edinebilirler. Şehir ve kalelere sığınanlara galebe çalmak son derece zor ve zahmetlidir. Duvar arkasında savaşarak korunmak suretiyle düşmanı yaralamak ve öldürmek kolay olduğu için, az sayıda kuvvetle sayıları pek çok olan askere karşı koyulabilir. Bunlar çok askere ve büyük kudret ve şevkete muhtaç olmazlar. Şevket ve asabiyyetler, savaşlarda düşmana karşı koymak ve dayanmak için gereklidir. Surlarda yaşayanlar ise duvarlar sayesinde dayanabilirler, büyük asabiyyete ve sayı çokluğuna muhtaç olmadan karşı koyabilirler. Bundan dolayı, devletle çekişenlerden kaleye sığınmış olanlar, kale ve şehri ele geçirmek isteyenleri kuvvetten düşürür, onların istila kuvvetlerini hırpalarlar. Bundan ötürü, devlet kuran göçer evliler, etraflarında şehir ve kaleler bulunduğu takdirde hasımlarının sığınmalarına engel olmak üzere o kale ve şehirleri ele geçirirler. Etraflarında kale ve şehirler bulunmadığı takdirde sosyal hayatın eksikliklerini tamamlamak ve ağırlıklarını yerleştirmek için yeni baştan şehir ve kaleler vücuda getirirler. Bu suretle kendi uruk ve boylarından, izzet ve şerefte onlardan yüksek bir derece kazanmak isteyenarin ümitlerini kırarlar. Bundan, devlet kuranlar için kalelerde yerleşmenin bir zaruret olduğu anlaşılır. Ötesini her türlü noksandan münezzeh olan Allah bilir. Onun yardımıyla başarılar kazanılır. Ondan başka yetiştiren ve besleyen yoktur (Haldun, 1978:  249-250).

            Buzul Çağı'ndan beri Orta Asya'nın her yerinde yaşam olduğu kesin denilebilse bile, bununla ilgili buluntular çok azdır. Denis Sinor bu konuda şöyle diyor:

            "Yukarı Paleolitik insanı, buzul döneminde, İç Asya bölgelerinin egemeni olurken, bunun için gerekli buluşları yapmıştı; dünya ile ilişkisini kurduğu 'sanat' aracını ve kendi dünyasını oluşturmuştu." (Sinor, 1990: 150)

            Türkler'in ilk yurdunda, henüz bildiğimiz kabileler belirginleşmeden önceki insanlar yalnızca çetin iklimden korunmayı amaç olarak görüyorlardı.Bu dönemlerde, soğuk ayları geçirmek için, yarı yarıya toprağa gömülü barınaklar yapıyorlardı.

            Eski yaşam toprağa bağlı değildi. Avcıların bozkıra egemen olduğu konargöçer toplumlar egemendi. Zamanla yerleşik toplumlarla etkileşmeler, sosyal ihtiyaçlar ve savunma anlayışının değişmesi, Türk boylarını zamanla yerleşik yaşama -hiç değilse hayati öneme sahip bölgelere kaleler kurmaya- zorladı.

            Çin kaynaklarında, Choular'ın müstahkem hükümdar şehirleri kurdukları anlatılır. Choular, M.Ö. 11. yüzyılın ikinci yarısında Çin'e karşı, sınırları geniş olmasa da siyasi bir birlik kurabilmiş Proto-Türk topluluğudur. Chou anlayışına göre, hükümdar şehrinin planı kare olurdu. Çinliler'e göre Proto-Türk ve peşi sıra gelen Türk topluluklarında bu tarz, evren içinde evrenin ufak bir modelini simgeleyen hükümdar ve ailesinin oluşturduğu küçük evrene bir atıftı. Esas yön kabul edilen güney taraftaki burç yaz mevsimini, kırmızıyı, Çin'in kuş burcunu (Türkler'de Kızıl Sağızgan denilen burç) betimlerdi. Hükümdarın savaşçı ruhunu, gücünü ve erkekliğini yansıtırdı. Kuzey taraftaki surlar ise karanlığı, kışı, geceyi, Çinliler'in kaplumbağa burcunu ( Türkler'de Kara Yılan) ve kadınlığı sembolize ederdi. Hükümdar şehrinin doğu yönü güneşin doğuşunu, bahar mevsimini, sabahı, göğün rengini, Çinliler'in Ejder burcu dedikleri; Türkler'deki Kök-Luu'yu temsil ederdi. Batı tarafı ise güneşin batışını, sonbaharı, akşamı, beyaz rengi, Çin'in Kaplan burcunu (Türkler'deki Ak-Bars) hatırlatırdı. Şehrin planı, Göktürkler'de olduğu gibi kışın başlayan bir takvim sistemine göre düzenlenmişti. Şehrin planına göre sahibinin rütbesi aksediyordu; imparator şehri 12 kapılı, büyük bey şehri 9 kapılı, orta derece bey şehri 7 kapılı, düşük derece bey şehri ise 5 kapılı olurdu. Şehirlerin dokuzar adet sokağı olurdu. Birbirine düzgün açılarla bakan bu sokakların dört tanesi uzun olur ortada buluşarak şehrin geneli haç şekline gelirdi. Türkçe metinlerde bu dört "bertil yol" olarak geçer. Gelişmiş surların hemen iç tarafında, şehrin etrafını kare biçiminde saran bir de devriye sokağı bulunur, surların güvenliğini artırırdı. Şehirdeki erkekler sokakların doğu veya güney tarafından yürürlerdi. Kadınlar da tam tersi, kuzey veya batı tarafından yürürler, sokağın ortası arabalara ayrılırdı. Şehrin tam ortasında, Kutup Yıldızı ve Ayı burcunun altında, hükümdar köşkü bulunurdu. Bu köşke eski Türkçe'de "Temür Kazuğ" veya "Yitiken" denirdi. Hükümdar köşkü; Türk inanışındaki evrenin merkezinde duran kutsal dağı sembolize ederdi. Hükümdar şehri böylece, inanıştaki tüm kutsallıkları kendinde toplayan bir yer durumundaydı. Şehir kurulurken dört tarafa çakılan sınır kazıklarının bulunduğu yere, şehir bitince kuleler yapılırdı. Bu kuleler kutsal mekanın dört köşesindeki dört kutsal muhafız dağlarını temsil ederdi. Güneş olarak temsil edilen hükümdar her mevsimde o mevsimin dağını ziyaret ederdi. Shensi (Ch'ang-ngan) ve Honanda (Loyang) Choular'ın iki başkenti idi. En meşhur Chou şehirlerinden biri, Chou boyundan olan Wu kralı Ho-lü'nün şehri idi. Söz konusu şehrin güney kapısında ejder ve yılan şekillerinin olduğu söylenir (Esin, 1948: 9).

            Anlatılan bu şehir ve kaleler elbette bir bilgi birikimi ve ulaşılabilmiş belli bir kültür düzeyine işaret etmektedir. Bu yüksek medeniyet yapısına katılmamış bir kültürün söz konusu mimari eserleri meydana getiremeyeceğine dair İbn Haldun, mevzubahis eserinde şöyle demiştir:

            "Şehirler ancak insanların bir araya toplanması, çokluğu ve birbiriyle yardımlaşmaları sayesinde kurulabilir. Devlet, şehir ve heykeller vücuda getirmek üzere geniş ülkesinin etrafından işçiler toplar. Bu yapılar için gereken ağır şeyleri nakletmek üzere çok defa, kuvvet ve kudret artıran, ağır şeyleri kaldıran, nakleden ve geometri kaidelerine göre yapılmış olan makinaların yardımına başvurulur. Çünkü beşer kuvveti bu gibi ağır şeyleri kaldırmaktan acizdir. Birçok kimse, eski kavimlerin bıraktıkları büyük eser ve büyük yapıları, mesela, kisraların taklarını, Mısır'ın piramitlerini, Batı Afrika'daki kemerler üzerinde birbirine bağlanarak yapılan su kanallarını ve şarşal eserlerini gördüklerinde, o kavimlerin bunları bir araya toplayarak veyahut ayrı ayrı olarak kendi cismani kuvvetleriyle yapmış olduklarına inanmışlar ve bu eserlerin, o kavimlerin gövdeleri ile orantılı olduğu cehaletine kapılarak onların vücutça iri olduğu kanısına varmışlardır. Bunlar, geometri ilminin, ağır şeyleri kaldıran ve taşıyan makinelerin yardım ve faydalarından ve geometri ilmine dayanan sanayiden gaflet ederler. Şehir ve ülkelerde dolaşan birçok kimselerin, Arap olmayan kavimlerin ilim, fen ve makinelerin yardımı ile büyük yapılar vücuda getirmiş ve ağır nesneleri taşımak hususunda ne gibi hilelere başvurmuş olduklarını gözleriyle görmeleri, bu sözlerimizin doğruluğuna tanıklık eder. Halkın, vücut ve kuvvetçe bize nispetle kat kat üstün olduğu vehmine kapılmış oldukları Ad kavmine nispet edilen ve "Ad binaları" adını verdikleri eski kavimlerden kalma ve hâlâ da mevcut olan eserlerin çoğu ilim, geometri ve makinelerin yardımı ile vücuda getirilmiştir. Yoksa, halkın inandığı gibi, o kavimlerin vücutları bizimkinden büyük ve kuvvetleri bizimkinden fazla değildir (Haldun, 1954: 252)."

            Göçer evli kabilelerle ilgili eski yerleşim izlerinin ilklerinden biri İskitler'den kalmadır. İskitler'in 25 yüzyıl önce yayılmış olduğu Karadeniz'in kuzeyi ve Tuna ötesindeki ormanlarda eski Türk kültürünü yansıtan yerleşimler görülmeye başladı. Özellikle Doğu Kırım'daki Bosporos Krallığı şehirleri civarında bazı konargöçer kabilelerin yerleşikliğe geçişi görülür. Karadeniz sahilindeki eski Yunan şehri Nikonium (günümüz Odessa yakınları) yakınında ve Dinyester Deltası'nın doğu yakasında köy çapında pek çok yerleşim yeri bulunmuştur. Aşağı Dinyeper'de etrafı surlarla çevrili bir şehir ortaya çıkarılmıştır. Bu şehir, M.Ö. 5. yüzyılın sonuna tarihlenir. Bu şehirde etraftaki konargöçer halkın ihtiyacını karşılamak amacıyla, demir ve tunç araç gereçleri yapan metalciler ikamet ediyordu. İç kalede ise muhtemelen hükümdara ait kısım vardı. Günümüzde Kamenskoe Gorodişçe denilen yerde Kamen Şehri M.Ö. 4. yüzyıldan itibaren en az 150 yıl boyunca İskitler'in ticari, siyasi ve ekonomik başkenti idi. Çevredeki tarım alanlarında da ziraat köyleri de İskit ekonomisinde önemli yer tutar (Sinor, 1990: 151).

            Kaşgarlı Mahmud'un belirttiğine göre, Alp-Er-Tunga'nın Türkistan'da birçok merkezi vardı. Ancak bunların en önemlisi, Kaşgar'da kurduğu ordu kentti. Bahsedilen kalıntılar bulunmuştur. Yine Kaşgarlı'nın eserine göre Alp-Er-Tunga'nın oğlu Bars Han'ın kendi adına yaptığı askerî şehri Issık Göl yaknlarındadır. Bu askeri kurganların hepsi dağ geçitlerinin yüksek kesimlerinde kurulmuştu. Bunların bulunan kalıntılarının bazılarından, M.Ö. 11. ve 2. yüzyıllar arasına tarihlenen Wu-sun çömlekleri, bazılarından ise Batı Türkistan beylikleri ve Karluklar'dan kalma eşyalar bulunmuştur (Esin, 1948: 10-11).

            İslam öncesi Türk yerleşmeleri yoğun olarak Harezm, Maveraünnehir, Soğdiyana, Fergana, Orta ve Yukarı Amu Derya boyları, Sistan, Dihistan, Cürcan, Çu ve Talas nehirleri ve Issık Göl çevresi ile Tarun Nehri yörelerinde gelişmeye başlamıştır. Maveraünnehir ve çevresinde İslam etkisiyle kentleşme artacaktır (Akşin, 2009: 369).

            Türklerde askeri mimari örneği, Kırgız ülkesinde M.Ö. 1. yüzyılda inşa edilmiş ordu kurganıyla da görülür (Esin, 1948: 131).

            Birkaç yüzyıl sonraki Hunlar'da ise, Avrasya'nın sert koşullu bölgelerinin gerektirdiği şekilde konargöçer yaşantı sürmüş, sivil şehirleşme yaşanmamıştır. Hunlar'ın yaşamı yerleşik olmadığından, şehirleşmeye uymuyorlar; iklim değişikliği, kuraklık, toplu göç gibi sorunlarda derhal komşu ülkelerdeki yerleşmeleri yağmalıyorlardı. Konargöçerliğe önem veren Hunlar, kalelerin ve kalıcı yerleşmelerin güvenli ve sağlıklı bir sistem olacağına inanmıyorlardı. Yine de kısmen askeri mimari eserleri ve ustalık gerektiren ahşap ve kerpiç yapılar bıraktılar. Avrupa'ya giden Hunlar'da ise zihniyet daha farklıydı. Yeni yerleştikleri Tuna kuzeyi yörelerinde; çevreyi sürekli akınlara uğratmak, komşuları olan büyük ve oturaklı devletlere karşı üstün olmak ve nihayet çevredeki yerleşik yaşantılı kültürlerden esinlenmek için üs niteliğinde yerleşmeler kurmuşlardı. Bunların çoğu muhtemelen geçici yerleşimlerdi. Söz konusu yerleşimlerin günümüze kalan izleri Macaristan topraklarındaki altın eşyalardır. Böylece, bu merkezler muhkem olsa bile, büyük olasılıkla surları ahşaptı diyebiliriz (Çeçen, 2003: 57). Attila'nın sarayı ahşaptandı (Kafesoğlu, 1984: 312).

            Asya Hunları zamanında Çinliler'in mimaride ve şehirleşmede ilerlemiş oldukları muhakkaktır. Ayrıca bazı Yüe-çi unsurlarının Tibet'e göç ettikleri devirlerde Çin askeri mimarisinin konargöçer kabilelere tanıtıldığını görmekteyiz. Ne denli kabul gördüğü tartışılsa da, Çin-Tibet mücadeleleri sırasında Küçük Yüe-çi boyunun kabilelerinden paralı askerler alınıp istihkamlara yerleştirildiği bilinmektedir. Ancak bu döneme ait Hun veya diğer akraba unsurların mimari ve şehircilik namına yaptıkları herhangi bir yapıt yoktur. Daha önceki yüzyıllarda da Batı Türkistan'da yerleşik bir hayat olmadığı, özellikle İran ve Makedon seferlerinin sonuçlarından açıkça tahmin edilebilmektedir. İran seferi sırasında açlık ve hastalıklar, boş bozkırda atlı kavimleri kovalarken ortaya çıkmış olmalıdır. Ancak sonraki yıllarda Türkler şehir kurmadılarsa da, bölgeye yerleşen Grek unsurları Batı Türkistan'ı yerleşime açmışlardır. Sonraki yüzyıllarda bölgeye göçen Sakalar ve Yüe-çiler yerleşmeseler bile bu şehirleri alarak Grek beyliklerini yıkmışlardır. Saka göçleri zamanında (W. A. Smith'e göre M.Ö. 2. yüzyıl) Fergana gibi boyların dayanak merkezini oluşturan bölgelerde imar faaliyetleri gerçekleşmemiş, Türkistan'da o dönemlerde yerel beylikler konargöçer şekilde yaşasalar da belirli coğrafi şekilleri kendilerine dayanak kabul etmişlerdir. Yüe-çiler'in son dönemlerinde ise Baktria'da kurdukları bir başkentten bahsedilir. Fan Yeh, bu başkentin adına Lan-Shih demektedir. Varlığını bilsek de şehrin ne yerini ne de yapısını biliyoruz. Bu başkent sadece toplu yaşanılan bir çadırkent dahi olabilir (Ögel, Yüe-çiler).

            Selenga Nehri kıyısında kalıntıları bulunmuş olan Ulan-Ude Şehri, klasik eski Hun mimarisini yansıtır. Buluntuları 72x380 metrelik bir alana yayılan şehrin, malzemesi dövülmüş balçık olan, dört sıra sur ve hendekten oluşan bir istihkamı vardı. Yapısına bakılarak Ulan-Ude'nin bir ordu kent olduğu sonucu çıkarılır. 9x8 metre boyutlarında ve 1 metre kalınlığında duvarları bulunan, köşelerinde ve ortasında tahta sütunlar bulunan kerpiç yapının da bir beye ait olduğu sanılıyor. Ocağı ve bir bacası bulunan binanın altından gelen, merkezî ısıtma kazanından evin altına uzanan borular evi ısıtıyordu (Esin, 1948: 12).

            Bu şekildeki balçık binaların yapısındaki ahşap unsurların mimari ustalığı (daha eski olan Pazırık Kurganı'nda olduğu gibi) Altay'daki mezar kültüründen gelmektedir. Altay'da bulunan, M.Ö. 7. yüzyıla tarihlenen Kudirge Mezarlığı, 30 adet oval mezarı barındırır. Bundan daha eski olan Tuva'daki Türk mezarları, M.Ö. 7.-9. yüzyıllara tarihlenir. Bu mezarların hepsinde ahşap malzemeler ustaca kullanılır (Türkler Ansiklopedisi, 2002, 124).

            Akhunlar da Göktürkler gibi at sırtında yaşayan bir kavimdi ancak Akhunlar hiç şehirleşmede ilerlemeyip işgal ettikleri Fars ve Sogd şehirlerinde oturup imara kalkışmadıkları halde, Göktürkler'den başlayarak Türkler'de şehirleşmeye geçiş görülür. Göktürkler demiri işleyen ve kullanan bir kavimdi. Bunun için de kısmen de olsa yerleşim kurulması zorunluluğu doğuyordu. Bildiğimiz şekilde bir şehir örneği olmasa da, erken Göktürk devirlerine ait demir ocakları ve dökümhaneler bulunmuş ve incelenmiştir. Ayrıca başlıca geçim kaynağı hayvancılık olmasına rağmen, Göktürkler'in güney bölgelerinde tarım köylerinin kurulduğunu görmekteyiz (Çeçen, 2003: 134).

            552 yılında ortaya çıkan Göktürkler'in bu tarihten önceki yaşantılarıyla ilgili yazılı bilgi de buluntu da kısıtlıdır. İlk kez milli bilinci devlet adına yansıtan Göktürkler'in güçlü bir sosyal yaşantısı vardı. Belgelerin yetersizliğine rağmen anlaşılan şudur: Göktürkler adlarını duyurmaya başladıklarından itibaren kısmen yerleşik yaşam sürmüş ve şehirler kurmuşlardır. Ayrıca aynı dönemde gelişmiş mimari bilgi gerektiren sulama kanalları yaptılar. Bu kanallardan bazıları yakın zamanda Rus araştırmacılar tarafından fark edilmiştir. Aynı zamanda yüksek matematik bilgisi gerektirdiği söylenen kanalın da karışık bir su dağıtım yoluna bağlı oluşu dikkati çeker. 1935 yılındaki Sovyet çalışmaları, bu bölgeyi tarıma açmak üzerineydi. İncelemeler sonucu o yöreye daha iyi bir sistem yapamayacaklarını gören Ruslar, Göktürk kanalının aynısını yapmak suretiyle sulamayı gerçekleştirmişlerdir. Göktürk tarımının da döneminin bilinen tüm teknikleriyle yapıldığı anlaşılıyor. Doğu Türkistan'da bulunan, Issık Göl yakınlarındaki Barshan (Barsgan) Kenti'nin günümüzde kalıntıları ortaya çıkmıştır. Tanrı Dağları'nın kuzeyinde ise Çargelan, Çumgal, At-baş, Çaldıvar, Şirdak-Beğ, Mana-keldi kentlerinin kalıntıları bulunmuştur (Meram, 1974:111,112).

            Eski Türkler'de şehre "balık" (balığ) denilirdi. Bu kelimenin bugün kullanılan "balçık" kelimesiyle aynı kökendenden olduğu sanılmaktadır. Temelde konargöçerliğe dayanan tüm Türk devletlerinde, biri yazlık diğeri kışlık olmak üzere iki başkent vardı. Mete Han'ın yazlık sarayı, bugünkü Moğolistan sınırları içinde kalan Ongin Çayı kenarında, Orhun yakınlarındadır. Göktürk Hakanı İlteriş'in yazlık sarayı Çugay'da, kışlık sarayı ise Karakurum'daydı. İstemi Yabgu'nun yazlık sarayı İğdağ'da, kışlık sarayı ise Issık Göl'deydi (Hey'et, 1996: 64).

            Doğu Göktürk kağanları Orhun Nehri'nin kaynağının yakınlarındaki Ötüken bölgesinde yaşamlarını sürdürüyorlardı. Burası ormanlık ve verimli çayırların olduğu bir yöre idi. Burada oturmak devletin bekası için mutlak zorunluluk sayılır, bu bölge "ıduk", yani kutsal sayılırdı. Uygur ve Moğol hükümdarlarınca da burası kutsal sayılmıştır. Ancak burada ne bir ev ne de bir sur kalıntısı vardır. İlerleyen dönemlerde bazı Göktürk hükümdarlarında Çin hayranlığı ortaya çıkmış ancak kısa vadede şehir kurma düşüncesi doğmamıştı. Yine de şehircilikten önce Göktürkler'de tarım gelişti, hatta abidelerin dikildiği yıllarda tarım üstün bir duruma gelmişti. İleriki yıllarda yine de askeri ve sivil mimari alanında Göktürk eserleri ortaya çıkmaya başladı. Çinli rahip Hüen-Çang, Göktürk ülkesine geldiğinde burada birçok gelişmiş şehir gördüğünü bildirir. Çin sınırından Maveraünnehir'e dek gelen Hüen-Çang, bazı şehirlerin kilometrelerle ölçülen büyüklükte olduğunu, çoğunun Göktürk kağanına bağlı beylikler olduğunu kaydeder.Yine de bu dönem şehirlerinde daha çok asker ve yöneticiler ikamet ediyordu. Çünkü, Tonyukuk'un yazıtında belirttiği gibi, Türkler'in yerleşik yaşama uymadığı kabul ediliyordu. Oğuzlar'da yerleşik Türkler'e "yatuk" yani tembel deniliyor, şehirliler aşağılanıyorlardı (Sümer, 1984).

            Taş surlu ve kare planlı bir Türk şehri olan Taşkent, 605'ten, Sâmânoğulları'nın şehri ele geçirdiği 819 yılına dek karakteristik Eski Türk kültürünü yansıttı. Türk beylerinin ordu şehirlerinden biri de Taşkent yakınlarındaki Aktepe'deki kale-garnizondur. Bu kale iki kat surla çevrili olup, iki sur arasında hendek bulunuyor, bu hendekleri köprüler birbirine bağlıyordu. Yine kare planlı olan kalenin dört köşesinde birer tane olmak üzere kuleleri vardı (Esin, 1948: 13-14).

            Hazar hükümdarları da Göktürkler'de ve Basmıllar'da olduğu gibi Aşına (Asena) soyundan geliyordu. Hazar kağanı tüm ülkenin sahibi kabul edildiği için özel mülk sahibi olmazdı. Ayrıca bağlı beyliklerin işine karışılmadığı için kültürel etkileşim Hazarlar arasında çok çabuk etki gösteriyordu. Bu ortamda konargöçerlikten şehirleşmeye geçişin dönüm noktasının koşulları oluştu. Hazar Türkleri ele geçirdikleri bölgelerde büyük şehirler kurup buralara yerleştiler. Yine de konargöçerlik hiç bitmedi. Yerleşikliğe geçilmesinin bir diğer sebebi de yoğun ticaret ve göç yollarında bulunulmasıydı. Bazı Hazar malları (mızrak uçarı ve eyerler gibi) bölge dışına dek ün yapmıştı. Hazar kılıcı da meşhurdu. Bu ürünler hep büyük ve bayındır şehirlerde üretilirdi. Hazar halkı şehircilikle iç içeydi. Kuzeydeki şehirlerde Bulgarlar yaşıyordu. Bu şehirler arasında kurşun paralarla ticaret yapılırdı. Bu ticaret yollarında kumaştan yapılan paralar da kullanılmıştır, bu paralara ekin adı veriliyordu. Daha sonraları Uygurlarda da şehirler arası ticarette kamdu adı verilen kumaş paralar kullanıldı. Kaynaklardan, Hazar ülkesinde ticari malların ucuz ve halkın da refah içinde bulunduğu anlaşılır. Tarım da gelişmişti. İdil ve Semender kentleri arası çok verimli olduğundan bu bölgede beş binden fazla bağ vardı. Hazar kültüründe bilim ve sanatın da ileri düzeyde olduğunu anlayabiliyoruz. Saksın Şehri Hazarlar'ın bilim merkezi idi. Hazar devlet yapısında diğer Türk devletlerinden ayrı olarak, bir yazlık bir kışlık değil; üç başkent bulunuyordu. Diğer önemli şehirler ise; Semerkant, Yüzkent, Bezkent idi. Şehirler her ne kadar gelişmiş bir kültürü barındırıyorsa da, halkın çoğu kışı şehirlerde geçirmesine rağmen yazın çadırlarda hayvancılık yaparlardı (Çeçen, 2003: 168).

            Hazarlar'da evler genellikle ahşaptan olurdu. Ancak hakan sarayı ve kaleler taş ve kerpiçtendi. Volga Bulgarları'nın sarayı da tahtadandı. Oğuzlar'da da 10. yüzyılda başlayan şehircilik daha çok askeri ve ticari sahada gelişti. Karacuk (Farabsut), Altuntepe, Yengikent(Yenikent), Sayram, Cend önemli Oğuz merkezleri idi (Kafesoğlu, 1984: 312).

            Klasik Türk geleneğinin devamı olarak, Kimek hakanının da iki başkenti vardı. Arap seyyahı Temim b. Bahr'ın belirttiğine göre hükümdarın şehri, Hudud el-Alam'da geçen "Nimekiye" idi. Minorski, buna "Yimekiye" der. İdrîsî'nin çizdiği haritada "Hakan Yimake" ve "Hakan Şehri" adında iki şehir vardır. Muhtemelen kışlık başkent olan Hakan Şehri, İdrîsî'nin anlatımına göre surlarla çevrili ve demir kapılar ile ateş kuleleri tarafından desteklenmiş idi. Bazı sokaklarından akarsular geçen şehirde parklar ve yüksek evler olduğunu da belirtir (Ankara Üni. Yay., 1987: 265).

            Uygurlar devrinde esas şehirleşme atılımı başlamıştır. Hunlar zamanından beri Orhun ve Selenga nehirleri kıyılarında yaşadıkları bilinmektedir. Başta Uygurlar'a Çinliler tarafından değişik isimler verilmekteydi: sırasıyla Kao-ch'e, Yüan-ho, Wuhu, Wu-ho, Wei-ho, Wei-hu, Hui-ho, Hui-hu isimleri verilmiştir. Uygur adının ilk geçtiği dönemlerde Uygur nüfusunun az olduğu bilinmektedir(İzgi, 1987:11). Bu şekilde, Çin'e yakın olmalarına rağmen, askeri mimari dahil, şehirleşmeyle ilgili herhangi bir adım atılmamıştır. Ancak klasik dönemde Uygurlar çok zengin bir mimari miras bırakmıştır. Yeni bir anlayışla Uygurlar, Orta Asya ordu ve otağ kültürünü, Çin'in mimarlık geleneği ile birleştirmiştir. Uygur şehir mimarisi belirli şekillerde gelişti: surlarla çevrili şehir veya garnizon kalesine balıg (balık), içinde hükümdar kalesinin bulunduğu şehir olarak ordu-örgin (ordu-balık), özellikle sivil yerleşimlerin bulunduğu kent (balıktan farkı kesin değildir), köyler (uluş), hayır işleri için yapılan dinî külliye (ködüş), budist tapınağı (burkan-orun), kule tapınak (ediz-ev), budist türbesi (stupa), yüksek köşk (kalık). Ordu-Balık'ta büyük bir Mani ibadethanesi vardı. Önceleri Ordu-Balık, Bay-Balık, Karabalgasun gibi şehirler kuruldu, sonraları şehirlerin sayısı arttı (Gömeç, 1998: 87).

            Kao-Ch'ang (Turfan) Uygurları zamanında Kho-Ch'ang (Turfan), Hoço ve Beşbalık kentlerinin öne çıktığını görmekteyiz (İzgi, 1988: 31).

            Uygurlar'da en büyük şehirleşme çabası Bayan Çor (Moyun Çur) zamanında yaşandı. Onun devrinde Araplar ve Çinliler arasında Talas'ta yapılan savaş sonucu Çinliler savaşı kaybetmiş ve Tarım Bölgesi Uygur egemenliğine girmişti (751). Çin'de çıkan karışıklıklar sonucu Uygurlar Çin'e karşı üstün konuma gelmişler ve batıda Türkistan, doğuda Çin gibi bölgelerde yerleşik unsurlar barındıran halklardan etkilenmişlerdir. Böylece sivil ve askeri olarak ilk kurulan görkemli Uygur şehri, Bayan-Çor tarafından kurulan Ordu-Balık idi (İzgi, 1987: 15).

            Miladî 982'de yazılmış olan Hudud el-Alam'da Uygur ülkesi ve yerleşimlerinden şöyle bahsedilmektedir:

            "Bu ülkenin doğusunda Çin ve güneyinde Tibet ve Karluk ülkeleri bulunur. Kısmen batısında ve kuzeyinde de sadece Kırgız ülkesi vardır. Toğuz Guzz (Uygur) ülkesi Türk ülkelerinin en genişidir. Aslında onlar kalabalık bir toplum idiler. Eski zamanlarda Türkistan'ın hükümdarları Toguz Guzzlar'dan çıkardı. Onlar silahları çok, savaşçı insanlardır, yazın ve kışın elverişli otlaklar bulmak için yer değiştirirler.

            1- Çinâncketh: Tokuz Guzzlar'ın baş şehridir. Orta büyüklükte bir şehirdir. Burası devlet merkezidir ve Çin ülkesine yakındır. Bu şehrin yazın çok sıcak, kışın çok hoş bir havası vardır.

            2- Bu şehrin yanında Tafgân adı verilen bir dağ görülür. Bu dağın arkasında beş köy bulunur. Bu köylerin isimleri şunlardır: Köz Erk, Çomul Keth, Penciketh, Barlığ, Camğar. Tokuz Guzz hükümdarı yazın Penciketh Köyü'nde oturur. Tokuz Guzz ülkesinin kuzeyinde bir bozkır olup bu bozkır Tokuz Guzz ile Kırgızlar arasındadır. Bu bozkır Kimek ülkesine kadar gider.

            3- K.m.siğiyâ (?): Bu, iki dağ arasında bulunan bir köydür.

            4- S.t.kath: Küçük bir yöredir. Bu yörede üç köy vardır.

            5- Erk (?): Küçük bir şehirdir. Bu, Khulandgûn Irmağı'na yakın bir yerdedir. Burada çok meyve vardır. Fakat üzüm olmaz. Yedi köy bu şehre bağlıdır. Erk ve yöresinden yirmi bin kişi (asker) çıktığı söylenir.

            6- K.râr khun (? yahut: K.vârk hûn ?): Kum çölü içinde bulunan bir köydür; geliri azdır fakat nüfusu çok bir köydür.

            7- Beg Tigin Köyleri: Bunlar beş köydür ve Soğdlar'a aittir. Bu köylerde Hıristiyanlar (Tersayân), Zerdüştler ve puta tapanlar (? Budistler: Sâbiyân) yaşarlar: Burası soğuk bir yerdir; çevresinde dağlar bulunur.

            8- Kûm.s Art: Bir dağın üstünde bulunan bir köydür. Bu köyün insanları avcılardır.

            9- K.h.mûd (Humu-Kumul?): Burası çayırlı, otu bol bir yöredir. Burada Toguz Guzzlar'ın alaçık ve çadırları bulunur. Bunlar koyuncudur.

            10- C.m.liketh: Büyük bir köydür. Bu köyün beyine Beygu denilir. Beygulular orada otururlar. Kimekler, Karluklar (Khallukhıyân) ve Yağmalar bu köyü daima talan ederlerdi.

            11- T.nzağ (?) Art (Toprağ?Art): Topraktan bir dağdır. Burası tacirlerin konağıdır.

            12-Mab.nc C.râbas (?): Bir konaktır; büyük bir çayı vardır ve otlağı geniştir.

            13- B.l.kh.m.kân (?): Bir konaktır; eskiden burada Tokuz Guzzlar yaşarlardı, şimdi örendir.

            14- S.d.n.k (?): Her zaman karlı ve yağmurlu bir konaktır.

            15- H.k (?) Art: Bir konaktır.

            16- İr Közkü Keth (?): İçinde çayırları ve pınarları olan bir konaktır.

            17- Igrâc Art: Asla karı eksik olmayan bir konaktır. Burada vahşi hayvanlar ve geyikler çoktur. Bu dağdan çok geyik boynuzu elde edilir (Sümer, 1984: 46-47)."

            Burada geçen Uygur köy ve şehirlerinin yeri hakkında ihtilaf vardır.

            13. yüzyılda Uygur hükümdarı Burçuk'un ismi, günümüzde Maralbaşı denilen yerle aynıydı. Eski Türkler'de yer isimlerini çocuklara vermek yaygındı. Burçuk ve çevresindeki şehirler daha sonraki yıllarda Kıtay ve Cengiz hakimiyetini kabul ettiler. Böylece hem yıkılmaktan hem de göç etmekten kurtuldular. Moğollar'a çok etkisi olan Uygur kültürü, onların yerleşikliğe geçip yerel kültürlerle bütünleşmesini hızlandırdı (Sümer, 1984: 48-49).

            İleriki yıllarda Uygur ve Karluk yerleşimleri olan Germsir, Toharistan, Herat gibi şehirler Ögeday zamanında Moğol işgaline uğradı. Bunun sonucu buralara başarılı Moğol komutanları yönetici olarak atandı. Cengiz Han döneminde yakılıp yıkılan bu yöreler, yeniden şekillendirildi, hazineye katkı için düzenlenip yeniden imar edildi (Alan-Kara-Yorulmaz, 2008: 278).

            Çin kaynaklarında Ko-lo-lo olarak geçen Karluklar, 8. yüzyılın başlarında Kara İrtiş yakınlarında yerleşmişlerdi. Uygur ve Basmıllar ile birleşerek Göktürkler'e son veren Karluklar, daha sonra Basmıllar'a saldıran Uygurlar'a yardım ettiler. Sonraları Uygurlar'a yenilerek On Ok (Batı Türkleri) ülkesine kaçan Karluklar, Türkistan'a yerleştiler. Çinli komutan Kao-Sien-Çi'nin komutasındaki Çin orduları Talas'a geldiklerinde Karluklar Arap tarafında savaştılar. Böylece Çinliler yenildi, Karluklar da Doğu Türkistan'a yerleşmeye başladılar. Temim b. Bahr'a göre, 9. yüzyılın başlarında, Barsgan bölgesinde dört büyük şehir ve dört kasaba bulunur, bunlardan mükemmel silahlı 20.000 atlı asker çıkardı. Bu Barsganlılar Karluklar'dan daha güçlüydü, Temim b. Bahr'ın dediğine göre, 100 Barsganlı 1000 Karluk'a karşı koyabilirdi. Bu Barsganlılar ve çevre şehir ahalisi, her yıl baharda toplanır, eski bir şehir kalıntısını tavaf ederlerdi. Gerdizî, Sûyâb'a yakın Khôtkîyal Köyü'nden 5000 asker çıktığını yazar (Sümer, 1984: 50-58).

            7.-14. yüzyıllar arasında yapısı değişmeden duran İsficab Şehri'nin haç şeklinde dört büyük sokağı vardı. Burada, ordu kışlası doğuda, çarşı güneyde idi. Can-kent (Yengikent)'de kerpiç surlar yeryüzü şekillerine uyarak olabildiğince dörtgen planlanmıştı, içindeki kare planlı iç kalede hükümdar köşkü vardı. İlerleyen zamanda Merv ve Karacuk da aynı şekil çerçevesinde gelişmiştir (Esin, 1948: 17-18).

            Karahanlılar Devleti'nde şehir olgusu ve şehir hayatı gelişmişti. Batı sınırını oluşturan Talas Kenti, kalabalık tüccar topluluklarıyla kervanların uğrak noktası idi. Pek çok ticaret yolunun birleştiği şehirde, batıdan gelen Müslüman tüccarlar da barınıyordu.Burana Mescidi ve Babacı Hatun Türbesi İslam etkisiyle yapılmış en eski mimarî eserlerdendir (Çeçen, 2003: 232).

            Batı Türkistan'da İslam'ın etkisi 8. yüzyılın başında görülmeye başlandı. Abdurrahman b. Muhammed komutasındaki Emevi ordusu, vergi vermeyi reddeden Kabil kralına karşı sefere çıkmıştı. Kabil vergiye bağlandıktan sonra, Kuteybe b. Müslim, Amu Derya tarafına bir ordu ile gitti. Kuteybe, Belh ve Buhara'yı aldı. Semerkant ve çevresini itaat altına aldı. Harezm'i de fethettikten sonra 713 yılında Fergana'yı aldı. Böylece Maveraünnehir İslam egemenliğine girmiş oldu (Mahmud, 1962: 50).

            Buradaki Karahanlı şehirleri, İslam döneminde de gelişmeye devam etti. İbn Havkal, Sûret el-Arz isimli eserinde Maveraünnehir'deki şehirler hakkında, bölgede kıtlık olduğunda eldeki bolluk sebebiyle kalan yiyeceklerin halka yettiğini söyler. Savaş için çok hayvan beslendiğini anlatır. Soğd, Fergana taraflarında öyle bol meyve üretilirmiş ki, hayvanlar da onlardan yerlermiş. Soğd'da bir ev gördüğünü yazan İbn Havkal, bu evin yolcu uğrağı olduğunu ve en az 100 yıldır kapısının kilitlenmediğini söylemektedir. Bazı gecelerde, evde hazırlık olmasa bile, ortalama 150 yolcunun muhafızları ve hayvanlarıyla gelip konakladığı olurmuş. Maveraünnehir genelinde on binden fazla ribat olduğunu da belirten İbn Havkal, Sâmâniler'in, Horasan ve Maveraünnehir bölgelerinin toplamından, yıllık 40 milyon dirhem haracın saraya yollandığını yazar. Listelenen önemli yerleşimler şunlardır: Semerkant, Erbencân, Uşrûsene, Hocende, Huttal, Âmul, Firebr, Zemm, Cürcâniyye, Merv, Serahs, Ebîverd, Bâdgis, Tûs, Cüzecen, Tâlakân, Kûhistan, Nîşâbûr, Sağâniyân, İştihân, Keşâniyye, Şâş, İlâk, Fergâna, Büst, Belh, Kişş, Harezm, Kunc-rustâk, Bağ, Merverûz, Herat, Bûsenc, Kuvâdiyân, Tirmiz, Şûmân, Sermencî (Şeşen, 1998: 212).

            Sonuç olarak anlıyoruz ki, sanıldığı gibi Türk kavimlerindeki halkın hepsi konargöçer değildi. Eskiden beri şehirler, kaleler ve ticarî mimarlık yapıları yapan Türk toplulukları, ordu dahil olmak üzere, sadece çadır kentlerde değil, kerpiç, tahta gibi malzemelerden, zaman zaman da taştan yapılar inşa etmişlerdir. Şehirleşme özellikle Göktürkler döneminde başlayarak Uygur döneminde hız kazanmış, Karahanlılar devrinde zirveye ulaşmıştır. Ancak bundan sonra Müslüman olan Batı Türkistan halkları, klasik Türk şehirleri yerine İslam-Türk şehirleri şeklinde imara girişmişlerdir. Orta Asya ve Uyguristan'daki, kaynaklarda sadece isim olarak keşfedilen veya yazılı kaynaklarda bile geçmeyen balçık, ahşap ve taş yapılar araştırılmakta veya keşfedilmeyi beklemektedir.

KAYNAKÇA:
ALAN Hayrunnisa  - KARA Abdulvahap -YORULMAZ Osman , İslam Öncesinden Çağdaş Türk Dünyasına, İstanbul, 2008
BERKTAY Halil, HASSAN Ümit,ÖDEKAN Ayla  (Yay. Yön. Sina Akşin), Türkiye Tarihi, İstanbul, 2009
BUHARALI Eşref,Kimekler,Ankara Üniversitesi Yayınları, Tarihte Türk Devletleri, c. 1, Ankara, 1987
ÇEÇEN Anıl, Türk Devletleri, 2. Baskı: Ankara, 2003 (ilk baskı: İstanbul, 1986)
ESİN Emel, Orduğ (Başlangıçtan Selçuklulara Kadar Türk Hakan Şehri), Tarih Araştırmaları Dergisi, VI/10-11, Ankara 1948
GÖMEÇ Sadettin, Uygur Türkleri Tarihi ve Kültürü, Ankara, 1998
HEY'ET Cevat, Türkler'in Tarih ve Kültürüne Bir Bakış, Ankara, 1996
İbn-i Haldun, Mukaddime, , Cilt 2, Ankara, 1954
İslam Ansiklopedisi, MEB
İZGİ Özkan, Wang Yeng-Te'nin Seyahatnamesi, Ankara, 1988
İZGİ Özkan, Uygurların Siyasi ve Kültürel Tarihi (Hukuk Vesikalarına Göre), Ankara 1987
KAFESOĞLU İbrahim, Türk Milli Kültürü, 30. Baskı, İstanbul, 1984
MAHMUD S. F., İslam Tarihi (Çevirenler: A. Kevenoğlu, Ayhan Sümer), İstanbul, 1962
MERAM Ali Kemal , Göktürk İmparatorluğu, İstanbul, 1974
NEAGOE Manole , Bozkırın Üç Atlısı, İstanbul, 2011
ÖGEL Bahaeddin, Eski Ortaasya Kabileleri Hakkında Araştırmalar: I- Yüe-çiler
SİNOR Denis, Erken İç Asya Tarihi, İstanbul, 1990
SÜMER Faruk , Eski Türklerde Şehircilik, İstanbul, 1984
ŞEŞEN Ramazan , İslam Coğrafyacılarına Göre Türkler ve Türk Ülkeleri, Ankara, 1998
Türkler Ansiklopedisi, Kurul (bşk. Yusuf Halaçoğlu), Ankara, 2002

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder