“Çobanın oyu” tartışması
yaşandığında, “Aysun Kayacı’ya vurdukça demokrat?!” başlıklı bir yazı
yazmıştım. “Demokrat” olmak için şimdi de
Erol Evgin’e vuruluyor…
“Dönüp
dolanıp niye aynı yerde sayıyoruz?” sorusu sorulmuyor…
“Türkiye
demokrasiyi biliyor olsaydı, bugün yaşadıklarımıza “demokrasi” adı verilebilir
miydi? Otokrasiyi aşan, totaliter rejimi aratmayan uygulamaların yaşanışını göz
ardı edip, Aysun Kayacı’ya vurdukça demokrat olduklarını zannedenlere
duyurulur!… “ demiştim yazının bir yerinde.
Bilmiyor,
öğrenmiyor, kendi yaşamımızda var
etmiyoruz ama çok istiyoruz(!)...
Türkiye’de
siyaset, kendisini sandık üzerinden meşrulaştırma üzerine işliyor. Sandık
kurmaya indirgenen yönetim anlayışını “demokrasi” zannediyoruz ve sandıktan çıktığı için sabah
akşam kafamızda boza pişirenleri sorgulamak yerine, başımıza getirenleri
sorgulamaya kalkıyoruz.
Erol
Evgin; “Okuma yazma bilmeyen, oyuna parmak basan bir kardeşimizle, ablamızla,
annemizle, üç üniversite bitirmiş birinin birer oy hakkı olması adaletli mi
geliyor size sorarım. Hiç hakça değil…” deyişi ile topa tutuldu.
Aysun
Kayacı’nın çoban dışlamasını
yadsıyanların, genç kızın manken
oluşunu öne alıp, kendilerini yadsımalarına dikkat çekerek…. “Biri çoban olduğu
için, diğeri manken olduğu için önemsizleştiriliyor. Her ikisinin ortak
paydası, insan ve yurttaş oluşları. Hepimizin her zaman anımsamamız gereken,
insan olmanın insanca yaşamak ve insanca davranışı hak etmek için yeterli
olduğudur.” diye yazmıştım.
Demokrasi; genel ve eşit oy mücadelesi ile var edilmiştir.İktidarı ele
geçirenin, bu gücü sınırsız kullanmasının önüne geçmenin mücadelesini
verenler, başlangıçta, eğitim,
zenginlik, cinsiyet, ırk gibi farklılıkları yönetimde söz sahibi olmada ayırıcı
kriterler olarak kullandılar. Zaman içinde, bu ayrımcılıklar aşıldı. Nasıl ki,
demokratik devletin geldiği en ileri aşama hukuk devleti aşaması ise, demokrasilerin olmazsa olmazı, genel ve eşit
oya ulaşmaktır. Siyasal rüştünü, -yasanın belirlediği seçmen olma koşullarını-
tamamlamış herkesin tek bir oy hakkı vardır. Bunun artık hiçbir şekilde
sorgulanmaması gerekir. Sorgulanması
gereken, seçmek için eşitlik sağlanmışken, seçilmede eşitsizliklerin önündeki
pratik engellerin hala ortadan kaldırılamayışıdır.
Erol
Evgin, toplumun akıl karışıklığını özetlemiş aslında. Aynı röportajda; “Neyin
eşitliği?…. Bu ülkede eğitim açısından eşitlik var mı? İnsanlara aynı imkânları
sunabiliyor muyuz? Bakın kadınların gücüne… Siyasetçiler bunun önemini
kavrasalar, siyasetin merkezine oturtsalar müthiş başarılar kazanacaklar. Ama
yapmıyorlar. Neden? İktidarları, güçleri ellerinden gider diye yapmıyorlar.
Cehaletin korktuğu kadındır. Kadın öğrenirse çocuğu da öğrenir. O yüzden
kadınları cahil bırakmak birilerinin işine geliyor. Eğitimde eşit fırsat
yaratmazsanız eşitlik nerede kaldı? Önce herkesi eğitelim sonra “demokratız”
diye ortaya çıkalım……… Siyaset hep düşük düzeyde yapılıyor, sevmiyorum,
beğenmiyorum, çok erkek erkeğe……..
Siyaset pislik,………….. Menderes için çocuğunu kurban etmeye kalkan adam
biliyorum ben, asıldığı gün kimse yoktu, kimse kendini yakmaya kalkmadı
örneğin….” demiş……Bu doğru tespitler hakkında yorum yapılmıyor; hani cımbızla
çekmek denir ya, sadece okuma yazma
bilmeyen ile üniversite bitiren kısmı üzerinden tartışılıyor.
Aysun
Kayacı olayında, “Fikir yanlışsa yanlışı yapanı değil, bu yanlış fikri ortaya
çıkaran gerekçeleri sorgulamak gerekir….” diyordum. Erol Evgin’in
açıklamalarına gelen yorumlarda çoğunluk fikir yerine, kişiye yönelik eleştiri
yaparken; olumlayanlar da, kömür karşılığında oy verenlerin oyunu
sorgulamışlar.
Kömürü
vereni değil, alanı sorguluyor!…
Kömürü
alan kim? Yoksul!..
Veren
kim? Yoksulu besliyor gibi, yoksulluğu besleyip, yoksulluktan beslenen!…
Biz bu
hatayı hep yapıyoruz. Nedenler yerine, sonucu sorguluyoruz. Zaten istenen de bu
değil mi!…
Erol
Evgin’in “…önce herkesi eğitelim, sonra demokratız diye ortaya çıkalım” sözünü
de atlamayalım. Bu ülkede, bölen
siyasete destek çıkan eğitmenlerin; soldan dolanıp, din eksenli siyasete,
“yetmez” diyerek destek ve arka çıkanın eğitim düzeyi sorunu yok, bazılarının
fazlası bile var. Birilerine biat ederek kendisine yer açmaya çalışanlar hep
eğitim düzeyi düşüklerden mi çıkıyor
sanıyorsunuz? “Eğitim alanların hepsi en doğru kararı veriyor” yanılgısına da
düşmeyelim. Eğitim kadar toplumu birlikte tutan değerler sistemi de önemli.
Kişilere bulundukları yer nedeniyle değil, kendi özelliklerine, topluma
kattıkları değere göre önem vermekten söz ediyorum.
Toplumda,
bir şekilde yer edinmişlere yaranarak, “sahibinin sesi” olma gayretine
girişenlerin yer buluyor olmasının örneklerinin çoğalması Erol Evgin’in de
işaret ettiği “kirli siyaset” algısının pekişmesinde en büyük etken.
Kim en
iyi hizmeti verir? Kim görevi layığı ile yapar? Bu soruların bir önemi
kalmamış, “kim kime yakın” üzerinden belirlenen ilişkiler kanıksanmışsa,
yozlaşma kaçınılmazdır.
Dönüp
dolaşıp, siyaset ve siyasetçilerin vebalini topluma yüklemek yerine, sorunları
besleyerek, beslenen siyasetten kurtulmamız gerekiyor. Demem o ki, demokrasiyi
var etmek istiyorsak, temel ilke ve kurallarını değil, bu kuralların
uygulan(a)mama nedenlerini tartışmalıyız.
Hem
yoksul, hem de özgür ve demokrat olacaksınız; eşyanın doğasına aykırı.
Mucizeyi
beklerken, en büyük mucizemiz, Cumhuriyetimizden uzaklaştırılıyoruz. Bize özgür
yurttaş olmanın yolunu açan Cumhuriyet’in aydınlanmacı felsefesidir. Biz o
felsefe ile aydınlandık. Bu aydınlığı tersine çeviriyorsa birileri, aydınlığı
tutan ellerin daha sıkı sarılması ve herkesi toplama becerisini de göstermesi
gerekiyor.
Okumuş,
okumamış, hepsi bizim insanımız. Kandırıldığını göremiyor diye onları suçlama
hakkımız yok. Kandıranları deşifre edebiliriz ancak.
Kendi
dışında kabul ettiklerini sorgulayan ve özeleştiri yapmayan iktidar anlayışına
alternatif, ona benzeyerek olunmaz. Geri kalmışlığın nedenlerine ve sebep
olanlara değil de, geri bırakılmışlığın sonuçlarınabakarak toplumu suçlarsak,
süreci yönetenlerin istediğinden fazlasını vermiş olmaz mıyız?
Evrensel doğrular istikametinde
düşünürsek çıkacağız bu girdaptan. Oysa biz hala, nerede durduğumuza göre düşünüp,
yorumluyoruz.
Bu yazı,
Sayın Evgin’e de iletilmeli!.. Demokrasinin var edilmesini istiyorsak,
toplumdaki farklılıkları ve zayıf bırakılan halkalarını değil, zayıf bırakılma
sebeplerini sorgulamamız, kimseyi eğitimsiz olduğu için yargılamadan, eğitimsiz
bırakanları yargılamamız gerektiğini görmeliyiz, ki kendisi de aslında bunlara
dokunmuş…
Demokrasi için, “bize fazla geliyor” demiş ya!…
Hayır!..
Aslında temel sorun, fazla gelmesi değil, artık hiç uğramayacak şekilde
gönderilmek istenmesidir.
Siyasetin aldığı yoz biçimi, kurumların
işlevlerini çarpıtarak yürütenleri, kişileri kurumlara üstün tutan
anlayışımızı, hukuku hiçe sayan uygulamaları durdurmayı konuşamıyoruz; 21.
yüzyılın olanakları ile, çobana (insana/insanca yaşama) ulaşamayışımızı değil
de, hala çobanın “oy”unu konuşuyoruz. İktidar ya da muhalefet fark etmiyor;
bulunduğumuz yer burası!..
Şimdi bu noktaya bakarak nereye gideceğimizin
istikametini belirleyeceğiz!…
Kısır çemberden ne zaman ve nasıl
çıkacağımızı soruyorum!…
Çobanı eleştirmek mi, çobana ulaşmak mı?
Hangisi bizi birleştirir ve güçlendirir?!… İnsanı “oy”a, seçimi sandığa
indirgeyen siyasetin girdabından kurtulmaktan söz ediyorum…
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder