TARİH: Eski Çin Kültürü ve Türkler
“Çin” denildiği zaman birçok insanlar, memleketi düşman
taarruzlarından ve dışardan gelen bütün kültür tesirlerinden ayıran Çin seddini
hatırlarlar. Çin, bizim için kendi içinde ve kendi kendine tekâmül eden kapalı
bir kültürün timsalidir. Çin kültürünün bu tasviri artık bugün için doğru
değildir. Çin hakkında düşündüklerimiz son on sene zarfında temamiyle
değişmiştir.
Bu yazımızın gayesi, Çin hakkındaki yeni ilmî
mütalealar üzerinde konuşmak 1, en mühim noktaları tebarüz ettirmek ve bilhassa
Çin’in aydınlanması için Türklerin bu sahada oynadıkları rolün ehemmiyeti ile
ilgili olan problemleri izah etmektir. Bununla aynı zamanda Türklerin en eski
tarihlerine de temas etmek zorunda kalıyoruz. Bunu söylediğim zaman anlaşmazlığa
sebebiyet vermemek için biraz izahat vermem lâzımdır. Ben Türklerin ilk
yurtlarının doğu Asya olduğunu iddia etmek istemiyorum. Fakat bugün
Türklerin ve Türklerle akraba kavimlerin, M. E. 3 üncü bin yılda, hatta
neolitik devirde Orta Asya’nın doğu kısımlarında yaşadıkları bir hakikattir.
Bu Türkler de tıpkı Türk ırkına mensup diğer
kavimlerle Anadolu’da yaşayan ve Asya’nın diğer kısımlarından Anadolu’ya hicret
eden Türkler gibi bugünkü Türklerin ecdadlarıdır. Bunların tarih ve
kültürlerinin incelenmesi, Türk tarih ve kültürlerinin incelenmesi demektir ve
bu ulusal bir ödevdir.
Orta Asya Türkleri hakkında elde ettiğimiz en eski
malûmat ve zaten Türkler hakkında mevcut en eski bilgiler Çin kaynaklarından
alınabilir. Bunu yapmak bu memlekette Sinolojinin vazifesidir. Bunun nasıl
yapıldığından yazımızın sonunda bahsedeceğim.
Çinlilerin dünyanın en eski kültür milleti oldukları ve
arkalarında 5000 senelik bir kültür devri bulunduğu birçok defalar
söylenmiştir. Bu fikir bu şekilde artık doğru değildir. Tabii Çin,
haritalarımızda gösterilen coğrafî bir mıntaka olarak ele alınacak
olursa Akadlar veSümerler kadar olmasa bile yine, çok eski bir
kültüre sahiptir. Fakat 4000 sene evvel orada mevcut olan kültür, bizim
bugün gördüğümüz Çin kültürü değildir.
Tıpkı bugünkü İtalya ile eski Roma
İmparatorluğunun aynı olmadığı gibi. Bugünkü İtalya, eski Roma İmparatorluğunun
da üzerinde bulunduğu coğrafî mıntakadır, fakat insanları aynı değildir, ve
kültürleri de eski Roma kültürünün devamı değildir. Memlekete yeni kavimler gelmiş,
yeni kültürler nüfuz etmiş ve netice temamiyle yeni ve kendisine has bir şekil
almıştır.
Çinliler bize, tarihî devirler için umumiyetle iyi ve
kullanılabilen birçok tarihî eserler bırakmışlardır. Eski tarihleri için
uğraşmışlar ve hatta M. E. I. inci yüz yılda en eski devirleri tasvire
çalışmışlardır. Bu tasvirin üzerinde zamanla uğraşılmış ve nihayet birçok
muahhar tarihlerde, ve Avrupa dillerindeki tercümelerde görüldüğü üzere tesbit
edilmiştir.
Tasvir, Çin tarihinin başlangıcında halka, kültürü öğreten
birçok akıl ve âhlaklı İmparatorlar gösteriyor. Bu İmparatorlar evlenmeyi,
giyimi, yazıyı vesaireyi, yani kısaca yüksek bir kültür için lâzım olan her
şeyi icat ettiler; ekseriya 100 yıldan fazla icrayı hükmettiler. Bu devirlerde
harp yoktur ve mes’ut bir devir hüküm sürmektedir. Ancak sonradan, bizde şimdi
mevcut olan kötülükler, harplar, ahlâksızlıklar, cinayetler, kıtlık ve sefalet
yavaş yavaş baş göstermiştir. Bütün bu İmparatorların saltanat sürdükleri
tarihler de veriliyor ve yeni icatlarda bulundukları zaman bundan bahsediliyor.
Her şey gayet mantıkî ve sarihtir.
Yeni araştırmalar bu güzel hayali tamamiyle bozmuştur. Bugün
artık bunların hiç birine inanmıyoruz. Kazılar bize yazının M. E. 3 üncü bin
yılın başlangıcında icat edilmeyip ancak M. E. 15 inci yüz yılda icat
edildiğini gösteriyor. Çünkü M. E. 15-10 uncu yüz yıllar arasındaki yazı daha
çok iptidaidir ve bu kadar uzun bir tekâmül devresi geçirmiş olamaz. Eski masal
araştırmaları ve din tarihi bize eski İmparatorların hakikî İmparator olmayıp,
ancak sonraları Çin âlimleri tarafından insan ve İmparator şekline sokulan
tanrılar olduklarını göstermiştir. Biz bugün katî olarak tanrı olan bu
İmparatorlara hangi bölgelerde tapıldığını biliyoruz; bu tanrılar hakkında
mufassal malûmat veren birçok eski kaynaklar bulduk. Etnoloji bize “evlenme,,,
“giyim,, gibi şeylerin bir İmparator tarafından icat edilmediğini, fakat,
insanlığın, pek çok devirler evvel bunları icat ettiğini göstermiştir; sonra
Etnoloji bize yine en eski devirlerde, başlarında bir hükümdarla memurların
bulunduğu bir devletin hiç bir yerde bulunmadığını, bunun bugün bildiğimiz ve o
zaman Çin’de mevcut olduğunu gördüğümüz ilk merhaleler üzerine kurulmuş olan
muahhar bir gelişme olduğunu öğretmiştir. Astronomi riyazî hesaplarla takriben M.
E. 1000 yılına kadar Çin kaynaklarında verilen tarihlerin yanlış olduklarını
isbat etmiştir 2. Burada bahis mevzuu olan tarihler, tarihî devirlere ait
olmayup İsa’nın doğduğu yıllarda ve hatta daha sonraları yaşamış olan Çinli
âlimlerin hesaplarının neticeleridir. Astronomik bilgileri çok olan bu
bilginler, eldeki pek az malûmatla ve kendi bazı fikirleri ile bu pek eski
zamanlarda yaşamış olan kıralların ne zaman yaşadıklarını hesaplamağa
çalıştılar. Fakat astronominin bugünkü kadar tekâmül etmemiş olmasından
hesaplarında bazı hatalar mevcuttur. Büyüklüğü hesap edilebilen bu hatalar
tarihlerde göze çarpmaktadır. Ben burada bunlardan fazla bahsedemiyeceğim,
fakat bugün tarihen doğru olmadıkları her hususta görülüyor.
Fakat, tarihi devir ne zaman başlar? M. E. 1400-1050
arasındaki zamanı teşkil eden ve “Shang-devri,, denilen çağla başlar. Çünkü bu
devri hem kazılardan ve kazılarda bulunan vesikalardan ve hem de klâsik Çin
edebiyatından biliyoruz. 1927 yılındanberi Shang sülâlesinin hükümet merkezinde
kazılar yapıldı ve bunların evvelce nasıl yaşadıkları hakkında bugün, oldukca
kati malûmat elde edilmiştir. Bundan öncekilerinden emin değiliz ve çoğu da
yarı efsanevidir. Shang devrinden önceki çağlar neolitik devre aittir.
Shang’ların hükümet merkezinde yapılan kazılar bize vakıa Shang kültürünün
sonraki Çin kültürü ile birçok noktalarda aynı olduğunu, fakat Çin kültürünün
basit bir ilk merhalesi olmayıp başka karakterde bir kültür olduğunu
göstermiştir.
Arkeoloji tetkiklerinden elde edilen neticeler ile ve
Etnolojinin de yardımı sayesinde en eski Çin kültürü meselesine temas edilmiş;
bu suretle Çin kültürünün teşekkülü hakkındaki yeni görüşler vücude gelmiştir.
***
Bu yeni mütaleaya göre bir “Çin,, kültüründen ancak M. E.
1050 yılından itibaren bahsedebiliriz. Bundan öncekilerin hepsine
“proto-Çin„ yahut buna benzer bir isim verilir. M. E. 3 üncü yüz yılda
coğrafyada Çin adını alan bölgede ne bir birlik teşkil eden Çin kültürü ne
de bir vahdeti olan bir Çin nüfuzu vardı. Fakat bunun yerine muhtelif Çin kültürleri
ile muhtelif kavimler bulunuyordu. Bugün bu bölgede 20 büyük halk gurubu tefrik
edilebiliyor, fakat bunlar büyükce guruplardan müteşekkil bir sıra halinde
toplanabilir.
En mühimleri aşağıdakilerdir: Bölgenin doğu şimalinde
bizim bugün Çin dediğimiz yerde bugünkü Mançuların ecdadı olan Tunguz’lar
yaşıyordu. Bunlar iptidaî kültür kavmi idiler. Kısmen avcı, fakat kısmen de
ehlî hayvan ve bilhassa domuz beslerler. (Tunguz kelimesinin Türkçesi domuz
kelimesi ile karabeti hiç bir suretle tesadüfî değildir. Tunguzlar için domuz
tipik bir hayvandır; halbuki Türkler bütün tarihleri boyunca, hattâ
İslâmiyetten evvel hiçbir zaman domuz beslememişlerdir). Tunguzların batısında
bugünkü Moğolların ecdadı olan Moğollar yaşarlardı ve bunlar bilhassa sığır
beslerlerdi. Fakat bugünkü Moğollar gibi yalnız Moğolistan’da değil, ta
Çin’in içlerine, Sarı ırmağa kadar yayılmış olarak yaşarlardı.
Bunların da batısında, bugünkü Türklerin ecdadı oturuyordu.
Büyük Huangho dirseğinin içinde bizim bugün Ordos dediğimiz bölgenin batısında
olan Kansu eyaletinde ve cenupta Wei nehrine kadar uzanan yerlerde yaşarlardı.
Onları ilk tanıdığımız en eski zamanlarda bile bilhassa at yetiştirirler ve
insanlarla hayvanların kışlık yiyimlerini temin için ziraatla meşgul olurlardı.
“Göçebe,, kavimlerin yalnız hayvan besledikleri gibi fikirlerden ayrılmamız
lâzımdır. Hemen bütün göçebeler kışlık yiyeceklerini temin maksadı ile ziraat
ile de meşgul olmak zorundadırlar, ve bunu yapmıyan kavimlerde istisna teşkil
ederler. Bu en eski Türklerden ilerde tekrar bahsedeceğiz.
Çin’in batısında en eski zamanlardanberi Tibetliler
otururlardı, Yalnız bugün yaşadıkları bölgelerde değil, fakat Çin’in içlerine
kadar uzanırlardı. Bu Tibetliler bilhassa koyun beslerler ve koyunları için
dağları tercih ederlerdi. Türkler ise ovalarda yaşamağı sevdiklerinden
Türklerle Tibetlilerin bir arada oturdukları büyük sahalar vardı; yani ovalarda
Türkler, dağlarda da Tibetliler yaşarlardı. Bazan bunların karıştıkları da vaki
olmuştur ve İsa’nın doğum yıllarında birçok Türk-Tibet melez kavimlerine
tesadüf ediliyor. Muhtelif kültürlere sahip olan kavimlerin karışmalarını
araştırmak modern Etnolojinin en mühim problemlerinden biridir ve böyle
araştırmaların neticeleri bizim meselelerimiz işin çok ehemmiyetlidir.
Bugünkü Çin’in cenubundaki bölgede muhtelif kültürler
taşıyan muhtelif kavimler yaşıyorlardı. Bu cenup kavimleri şimal
kavimlerinden bariz bir şekilde ayrılmaktadırlar. Şimal kavimlerinin
ekonomisinde hayvan beslemek en mühim rolü oynar; cenup kavimlerinde ise
bilhassa ziraat ehemmiyetlidir, fakat ziraatin de iptidaî bir şekli olan yakma
suretiyle yapılan ziraattir. Bu nevi ziraate dağların yamaçlarındaki ağaçlarla
çalılar yakılır ve geri kalan küle nebatlar, bilhassa kökünde yumru bulunan
nebatlar ekilir cenup kültürüne ait olan Tai’lar çok sulak ovalarda nebatlar
ekmeğe başlamışlardır. Bu Tai’lar ilk defa olarak pirinç ekmeği icat
etmişlerdir Pirinç ziraatinin cenup Çin’den Hindistan’a ve oradan da batı Asya
ve cenup Avrupa’ya yayılmış olması ihtimal dışında değildir. Pirinç eken Tai’lar
bugünkü Siyamlıların ecdadıdırlar. (bu memlekete onun için bu gün de Tailand
deniliyor). Fakat aynı zamanda bugünkü Çin’lilerin de en mühim cedleridirler.
Sizi şaşırtmak için canup kültürlerinden fazla bahsetmeyeceğim. Yanlız Yine
cenup kültürlerinden biri olan ve Çin’in doğu cenup kabilelerinde bulunan yüen
kültürünü zikredeceğim Bu yüen kültürü bir gemici kültürü idi ve oldukça
yüksekti. Yüen’lerin gemicileri yanlız cenup Çin ile Hindiçini’nin bütün
sahillerinde değil, aynı zamanda cenup Japonya ile Kora’da da müstemleke teşkil
etmişlerdir. Kora, Çin ile Japonya arasında bir bağdır ve Japonya ve cenup Çin
arasındaki dış benzerlikler gibi iki taraf kültürlerinin müşabeheti Yüen’lerin
müstemleke teşkil etmelerinin neticeleridir.
Diğer taraftan Hindiçini’ye hicret etmiş olan Yüehler
değişerek Hollanda adalarındaki yerlileri teşkil eden Malayenler olmuşlardır.
Böylece cenup Çin’deki vaziyet yalnız Japonya ve Hindiçin’deki etnik vaziyet
değil, Avustralya’ya kadar bütün adalardaki etnik vaziyeti de izah etti. Ben
burada fazla tafsilâta girişemiyeceğim fakat size bu araştırmaların pek çok
neticeler verdiğini göstermek istedim.
Demek ki takriben M. E. 2500 de bugünkü Çin’in bulunduğu
bölgelerde halkın vaziyeti böyle idi. Şimdi siz, o halde Çin’lilerin kendileri
nerede idiler, diye soracaksınız. Bugün buna şöyle cevap veriyoruz:
Onlar henüz mevcut değildiler, tıpkı bundan 1400 sene evvel
Fransızların henüz mevcut olmayıp onların yerine bilâhare Fransız olan bir çok
kabile ve kavimlerin bulunduğu gibi. Mevcut olan bütün yüksek kültürlerin
üzerinde yapılan araştırmalar, bunların hiç birinin kendiliğinden vücuda
gelmediğini göstermiştir. Dünya yüzünde gördüğümüz ve yakından tetkik ettiğimiz
bütün yüksek kültürler, muhtelif kültürlerin birbirlerinin üzerine olan tesirlerinin
mahsulüdür. Eğer bu böyle olmasaydı o zaman yüksek kültüre sahip olan
kavimlerin diğerlerinden daha kabiliyetli bir ırka mensup olduklarını kabul
etmek lâzımdı. Bu vakıa müteaddit defalar iddia edilmiştir, fakat şimdiye kadar
hiç bir suretle ispat edilmemiştir. Hattâ modern psikolojinin verdiği
neticeler bunun aleyhindedir3.
O halde bu gün, M. E. 2500 de şimdiki manâda Çinlilerin
henüz mevcut olmadıklarını söyliyor ve buna mukabil Çinlilerin yaşadıkları
bölgelerde yukarda kısaca bahsettiğimiz muhtelif kavimlerin yaşadıklarını iddia
ve isbat edebiliyoruz. Umumiyetle kavimler yalnız ve ayrı olarak yaşamazlar.
İptidaî kavimler bile sulh halinde iken veya harp dolayısiyle birbirlerile
münasebette bulunurlar. Bu münasebetlerdeki karşılıklı tesirler sathi kalmaz,
birbirlerinin kültürlerine müessir olurlar. Eskiden kavimlerin arasındaki bu
münasebetlerin yalnız harple temin edilebildikleri zannolunurdu. Böylece bir
kavim diğerine hücum ederek onu ezerdi. Fakat bunun her4 zaman böyle olması
icap ettiği ve iyi şartlar altında da temaslar yapıldığı hatta bu temasların
ötekiler kadar ehemmiyetli olduklarını gösteren bir çok misâller vardır.
Çin tarihinde bu misâllere çok tesadüf ediyoruz.
O halde başlangıçta anlatılan ayrı ayrı kültürler, zamanla
münasebetlerini gittikçe daha fazla arttırmışlardır. Bu bilhassa bütün
kabilelere ait müstemleke yahut bir geçit bölgesi olan yerlerde daha şiddetli
olmuştur. Eski Çindeki müstemleke bölgeleri sarı ırmak ile Yang-tse’nin mansabı
idi. Bu mansap bölgeleri suların çekilmesi ile hasıl olan yerlerdi ve tarihî
devirlerde bile Hopei eyaletinin yani bugünkü Pekin’in bulunduğu eyalet
temamiyle bataklık ve gayrı meskûndu.
Nehirden kazanılan arazi gittikçe büyümekte ve etraftaki
kavimler orada müstemleke teşkil etmekte idiler. Bunun etrafında yaşayan
kavimlerin bir kısmı ile muhtelif muhacirler en yakın münasebetlerde
bulunuyorlar. Şimal Çin ovalarının kenarında cereyan eden bu hal Yang-tse’nin
deltasında cereyan etmiştir; burada sarı ırmakta olduğu gibi yeni bir kültür
teşekkül etmiştir. Diğer taraftan Kansu eyaletinden çıkıp doğuya
akarak Shensi eyaletinden sarı İrmağa dökülen sarı ırmağın talî
kolunu teşkil eden Wei nehrinin vadisi de bir geçit bölgesi idi. Nehir
vadisinin cenubu geçilemiyen dağlarla örtülüdür, bunun şimalinde istep ile çöl
vardır. Vadi çok zengindir. Doğu Asya ile Ortaasya arasındaki yegâne geçidi
teşkil eder. Onun için bu nehir vadisi en eski zamanlardan beri kavimlerin
doğudan batıya ve batıdan doğuya akmalarına bir geçit teşkil etmiştir. Bu geçit
bölgelerinde halk arasında en yakın temasları temin eden “etnik geçit,, 1er
bulunmaktadır. O halde Çinde bugünkü bilgimize nazaran yüksek kültürün
teşekkülüne yarayacak 3 bölge vardır. Her 3 bölgede de hakikaten böyle yüksek
kültürler teşekkül etmiştir. Yang-tse’nin deltasında teşekkül eden kültür
bizim için çok mühim olmadığından bundan fazla bahsetmiyeceğim. Çünkü
bu yukarda bahsedilen Yüeh kültürü bilhassa Japonya ve Hindiçini için
ehemmiyetlidir fakat Çin için böyle değildir.
Huangho’nun deltasında vücuda gelen kültür daha mühimdir.
Çünkü ziraatları için çok elverişli olan ve yeni teşekkül eden vadilere
cenuptan Tai’lar muhaceret etmişlerdir. Bu yeni vadilerin kenarlarındaki
ormanlara yine bir cenup kavmi olan avcı ve toplayıcı Yao’lar yerleşmişlerdir.
Domuzları için rutubetli vadilerle ormanları ideal bir yer addeden Tunguzlar da
şimalden gelmişlerdir. Böylece her 3 unsurun ve bunları meydana getiren
cüzülerin vazih bir şekilde görüldüğü bir kültür meydana gelmiştir. Bulunduğu
yerin adı ile ilgili olarak buna Lungshan kültürü deniyor. Bu takriben M. E.
2000 ile M. E. 1600 yılları arasında mevcut olmalıdır. Bu ziraatcı bir kültürdü
ve iskân şekilleri Eski Anadolu yerlilerininkine benzerdi. Höyükler üzerinde
otururlardı. Çamurdan ve kerpiçten yapılmış olan evleri vardı. Fakat köylerinin
etrafını duvarla çevirmek zorunda idiler, çünkü iki büyük düşmanları vardı:
birisi yeni teşekkül eden arazinin kenarındaki dağlarda yaşayan dağ kavimleri
ve bilhassa yukarda bahsedilen ve cenuptan gelen Yao’lar ki bunlar Çin’in
cenubunda bu gün el’an yaptıkları gibi soygunculuk akınları yaparlardı; diğeri
ise şimalden gelen Türk-Moğol atlıları idi. Bunlar suvari ve harp arabaları
için bu büyük vadilerde iyi bir saha bulmuşlardı.Böylece tarih boyunca şimali
Çin’de bu güne kadar yaptıkları gibi atlarıyle süratli taarruzlarda
bulunabiliyorlar.
Bu Türk-Moğol kavimlerinin (bunların ikisinden, ayni
olmadıkları ve yalnız kültürleri benzediği halde ayni imişler gibi
bahsediyorum; şimdiye kadar mevcut kaynaklarımız bunları kat’i olarak ayırmamız
için henüz müsait değildirler) temasları menfi neticeler vermemiştir. Göçebeler
çiftçilerle kolayca beraber yaşayabilirler ve böylece ideal bir birlik teşkil
ederler. Göçebeler çiftçilerden kışın kullandıkları ziraî mahsulleri alırlar ve
bunların yerine ziraatçılara hayvanlardan elde ettiklerini, bilhassa deri, yün
ve bazan süt ile sütten yapılmış maddeler verirler. Bu temas şu neticeyi
verebilir ve bu bölgede de böyle olduğu zannediliyor. Göçebeler çiftçilerin
efendileri olur ve idareyi ele alırlar; orduyu vucuda getirirler; çiftciler ise
memleketin ziraî mahsullerini istihsal eden sınıfı teşkil ederler.
“Tabakalanma,, dediğimiz bir hal için misâller muahhar Çin tarihinde çok
boldur. Böylece yukarda bahsedilen Lung-shan kültüründen bir az sonra içinde
sarih olarak Türk-Moğol unsurlarının görüldüğü yeni bir kültür meydana geliyor.
Bu Shang adını alan ve doğu Asya’da yaşadıkları ispat edilebilen ve M. E.
1500-1050 arasında mevcut olan ilk yüksek kültürdür. Lung-shan kültürü için
elimizde yalnız arkeolojik deliller mevcut olduğu halde Shang kültürü için
bundan başka yazılı deliller de vardır. Bu deliller hem klâsik Çin edebiyatında
hem de sonraki Çin yazısının iptidaî şeklini teşkil eden bir yazı icat etmiş
olmaları dolayısile, kendi yazılarında mevcuttur.
Shang’lar doğu Asya’da ilk devleti kurmuşlardır ve biz-çok
mühimolan bu devlet kurma işini Türklerin yaptıklarını kabul etmek
zorundayız. Diğer taraftan Türk-Moğol kültürünün tesirinin halâ bu devlette ve
bu kültürde çok kuvvetli olmadığı da aşikârdır.
Doğu Çin’de yeni elde edilen “müstemleke bölgesi,, nde demin
bahsettiğimiz hadiseler cereyan ederken, batıda Wei nehri vadisindeki geçit
bölgesinde en az doğudakiler kadar mühim vakalar cereyan etmekte idi. Bu
bölgeye de Tai kabileleri girdiler ve orada şimalden gelüp geçit bölgesindeki
nehir vadisinin zengin otlaklarına girmiş olan Türk kabileleri ile
karşılaştılar. Bundan maada etraftaki bütün dağlarda koyun sürüleri ile Tibet
kavimleri bulunuyorlardı. Burada yine bir çok kültürlerin karıştıklarını
görüyoruz. Fakat bu sefer karışan unsurlar başka olduklarından bundan tamamiyle
başka bir netice çıktı. Bu sefer Tunguzlar değil, daha fazla Türkler iştirak
ettiler. Moğollar mevcut olsalar bile, tesirleri çok az olmuştur. Bunların
arasına Tibetliler de girmişlerdir. En son olarak Türk kavimlerinin
getirdikleri bir Önasya tesiri de hissediliyor. Burada meydana gelen ve
başlanğıcı takriben M. E. 2200 yılında olup en parlak devrine bu zamanda erişen
kültür, başlıca bulunduğu yerin adına göre Yang-shao kültürü adını almıştır.
Bu kültür Avrupa literatüründe güzel ve boyalı keramiği ile
meşhurdur ki bu da Önasya ile Avrupanın cenup doğusunda boyalı keramiği ile
akrabadır. Fakat bu akrabalığı çok mübalağa etmişler ve bu kültüre sahip
olanların cenup doğu Avrupadan buraya muhaceret etmiş olmalarında kabil
olacağını söylemişlerdir. Çin müdekkiklerinin yaptıkları son araştırmalara göre
artık bu mevzu bahs olamaz5. Bilâkis bu karabetin ne şekilde olduğundan ve
nasıl tasavvur edilebileceğinden emin değiliz. Yalnız hakikat olan, bu keramikin
Tai’lara ait olmadığıdır. Türklerle münasebeti olduğu bir az daha muhtemeldir.
Bu Yang-shao kültürünün yayıldığı bölge oldukca geniştir.
Yalnız bugünkü Çin’in bütün şimal batısında değil fakat muayyen farklarla
kısmen iç Moğolistan, ile Mançurya’da, sonra Çin’in en batısı yani Türkistan’ın
hudut bölgesinde bulunur. Demek ki bugünkü malûmatımıza nazaran boyalı keramik
kültürü mühtelif farklarla o zamanlar Türk kavimlerinin oturdukları yerlerde
yayılmış bulunuyordu.
Takriben M. E. 1600 dan itibaren bu kültür doğu kültürü ile
sıkı münasebetler temin etmiştir, ve bu kültürün kuvvetli tesiri altında
kalarak değişmiştir. Böylece doğudan yazı da nufuz etmeğe başlamış ve yabancı
yazı ile kendi dillerini yazmağa çalışmışlardır. Siyaset bakımından 1500 ile
1100 yılları arasında batıda kuvvetli ve büyük devletlere tesadüf
edilmemektedir. Bunun yerine muharip olan birçok küçük devletler bulunmaktadır.
Bunlar devamlı surette doğu devleti ile harp halindedirler. Doğu devleti de
gittikce daha fazla Türk kavimlerinin tesiri altında kalmağa başlamış ve
bunun neticesinde din gibi devlet de değişmeğe başlamıştır.
Muharip batı devletleri için devlet teşkilâtı ile aynı olan
askerî teşkilât tipik ve mühimdir. Bu cihetten – Türk kavimlerinin kuvvetli
tefevvukları dolayısiyle – doğu devletinden üstündürler. M. E. 1100 sıralarında
diğerlerinden daha kuvvetli ve başkalarını ilhak eden ve batıda büyük bir
birlik teşkil eden bir askerî devlet kurmuşlardır. Bu yeni devlette, Türk
olduğu sanılan bir hükümdar tabakasından maada oldukca muharip ve kuvvetli
Tibet tesiri altında olan kavimler de bulunuyordu.
Halbuki Tai’lar yalnız ziraatla meşgul olan gayrı muharip
geçimli kavimler idiler. Tai’lar hâlâ doğu devletinde hükümdar tabakasını
teşkil ediyorlardı. Böylece, vakıa doğu devleti maddeten daha zengin ve kültür
bakımından farklı idi ise de askerî bakımdan batı devletinden daha zayıf
idiler6. Takriben M. E. 1050 yılında kendisine “Chou devleti,, adını veren
kuvvetli batı devleti ile doğu devleti olan Shang’lar arasında bir çarpışma
oldu. Bu suretle doğu devleti temamiyle parçalandı ve Chou’lar her iki devlete
ve bununla bütün şimal Çin’e hâkim olmuşlardır. Her iki kültür birbiri ile
karışmış ve bunu müteakip 200 yıl devam eden ve kökünün artık değişmediği ve
bizim asıl “Çin kültürü,, dediğimiz bir kültür meydana gelmiştir. M. E. 1050
dan itibaren ilk hakikî Çin devleti olan Chou devletinde Türk-Moğol tesiri hâlâ
kuvvetli ve aşikârdır. Ancak Tai unsurunun karşısında yavaş yavaş azalmaktadır.
O halde bizim bugünkü telâkkimize göre Çin kültürünün hakikî doğum
tarihi M. E. 1050 yılıdır. Ancak bu devirden itibaren muayyen tarzlarda
birbirleriyle akraba olan fakat yine esas itibariyle birbirlerinden çok farklı
olan doğunun ve batının bu iki büyük kültürü birbirleriyle kaynaşmışlardır.
Ancak M. E. 1050 den itibaren kendilerini bir birlik
hissederek komşularına tahkir makamında barbar diyenler, Çinli adını almışlar
ve bu suretle bir birlik kurmuşlardır. Bu devirden sonra aksi istikamette bir
hareket başlamıştır: Bu devre kadar ayrı ayrı kültürler birbirleri üzerine
akmağa ve karışmağa devam etmişlerdir. Şimdi karışma mahsulü olan Çinli meydana
gelince, münferit kültürlerden geri kalanların üzerine Çin kültürü geçerek,
kalıntıları kendine mezcetmeğe çalıştı. Bundan sonra M. E. 10 uncu yüzyılın
sonlarında ilk önce hafif bir surette kendini gösteren ve gelişmesi bu güne kadar
devam eden Çinliliğin yayılması başlamıştır. Bundan daha mufassal bahsetmemize
yer müsaade etmiyor. Doğu Asyada cereyan eden tekâmülün ana hatlarını,
teferrüata girişmeden gösterebildiğimi ümit ediyorum. Şimdi bizi bu memlekette
en çok ilgilendiren meselelere de biraz temas etmek istiyorum.
**
M. E. 2500 de Doğu Asya’da müteakip devirlerde hakikî “Çin,,
kültürünün teşekkülünde büyük bir tesiri olan bir ilk Türk kültürünün
mevcudiyetinden bahsedilebileceğini söylemiştik. Türklerin Çin kültürünü vücude
getirdiklerini söylemek yanlış olacaktır. Fakat Türklerin ve kültürlerinin
tesiri olmadan hiç bir zaman bir Çin kültürünün meydana gelemiyeceğini söylemek
doğru olabilir 7. Türk kültürünün, teşekkül etmekte olan Çin kültürünün üzerine
çok müessir olduğunu tebarüz ettirmek zorundayız. Çinlilerin bir Türk kavmi
olduklarını veya eskiden Türk olduklarını söylemek yanlıştır. Çünkü
Çinliler Moğol ırkına mensupturlar, halbuki Türkler ise hiç bir zaman bu ırka
mensup değildirler. Bugün antropologlar tarafından tasdik edildiği üzere
vahdeti olmıyan bir ırka mensup bu insanlara pek çok Türk kanı karıştığını
söylemek de doğrudur.
Şimdi başlıca iki sorğuya cevap vermek zorundayız:
1 — Elimizde yazılı vesikalar olmıyan bir zamana
ait bir kültürün bir Türk kültürü olduğu nereden biliniyor?
2 — Bu Türk kültürü nasıldı ve ona has olan şeyler
nelerdi ve Çin kültürünün teşekkülüne neler tesir etmiştir?
Önce birinci soruya cevap vereceğim. Bizden bu kadar uzak
olan zamanlar hakkındaki malûmat için tabii ilk kaynak arkeolojidir. Son
20 sene zarfında Çin, Japon ve İsveçli müdekkikler tarafından yapılan kazılar
sayesinde bugün tarihten önceki devirlerde doğu Asya’nın muhtelif kültürleri
hakkında oldukça mükemmel bir fikir edinebiliyoruz. Fakat arkeolojinin bize
verebildiği her şeyde, büyük gedikler kalmıştır.
Çanak çömlek, kemik, kaplar, taş ve metal aletler gibi
muhafaza edilebilen eşyalar bahis mevzuu olduğu kadar arkeoloji bize kıymetli
yardımlarda bulunabilir. Fakat kumaş, örme eşya, tahta üzerine işlemeler gibi
bozulabilen eşyalarda arkeoloji çok yanılır. Çünkü kazı esnasında bu gibi
şeyler ancak tesadüfi olarak bulunur. Hattâ din, devlet teşkilâtı, sosyal
bünye hakkında arkeoloji bizi tatmin edecek bir cevap verecek bir durumda
değildir. Bundan maada ekseriya bulunan eşyanın sahiplerinin hangi kavme ait
olduklarını nadiren söyliyebilmektedir 8. Burada etnoloji ile kültür tarihi
karışıyor ve bu iki ilmin sinoloji ile iş birliği yapması suretiyle bu gedik
kapatılabilir. Neticelerinden demin kısaca bahsettiğim araştırmaların çalışma tarzları
aşağıda gösterilmektedir. İlk önce, kabil olduğu kadar, Çinlilerin
komşuları hakkında yazdıkları eserlerin hepsi toplanmıştır. Bu eserler takriben
M. E. 700 de başlar ve bugüne kadar devam eder. Burada muazzam bir malzeme
mevzuu bahistır. 2000 den fazla kabîle ve kavim zikredilir ve hepsi aşağı
yukarı tasvir edilir. Yalnız Çin kaynaklarında bulunan bu malzemeyi gözden
geçirmek ve tanzim etmek zoru vardı. Bu tasnifi yaparken Çinlilerin ayrı ayrı
kabileleri büyük guruplar halinde topladıkları ve bizim modern ilimlerde
yaptığımız gibi, onlara aynı adı vermedikleri halde, aşağı yukarı modern
tasnife hemen tamamiyle uyduklarını görüyoruz.
Çin’in sınırlarında bir çok komşu kavimler kültürlerinin
varlığı görülmüş ve bundan bu kültürler için tipik şeyler tesbit edilmiştir.
2500 yıldan fazla bir zamanı ihtiva eden kaynaklar sayesinde ayrı ayrı
kültürlerin bulundukları muhtelif tarihî devirlerle münasebetlerinin ne olduğu,
ve zamanla bu iskân bölgelerinin nasıl değiştiklerini, önceki devirlerde
kavimlerinyayılışını gösteren bir harita çizmek ve aynı zamanda ayrı
ayrı kavimlerin kültürlerini tasvir etmek kabil olmuştur. Bundan bile bazı
çok enteresan şeyler elde edilmiştir. Meselâ tarihî devirlerde bile, Türkler,
Tibetliler ve daha başkaları yabancı kavimlerin arasında yaşamağa devam
ettikleri ve ancak zamanla ya tamamen imha olundukları yahut temessül
edildikleri anlaşılmıştır.
Bu araştırmadan sonra bizzat Çin kültürü tetkik edilmiştir.
Kültürden bazı münferit şeyler alınmıştır. Misâl olarak geyiği alalım. Geyiğin
Çin kültüründe oynadığı rol tetkik edilmiştir, yani ne zaman ve nerede en mühim
rolü oynadığı araştırılmıştır. Bunun neticesinde geyiğin yalnız şimal Çin’in
bazı bölgelerinde bulunan kültürlerde büyük bir ehemmiyeti olduğu görülmüştür.
Şimdi bütün bu münakaşalara ilâveten Çin kültüründe geyik derisinden yapıldığı
için pantalon tetkik edilmiştir.
Burada yine pantalonun yalnız şimalde ve hattâ şimal Çin’in
muayyen bir bölgesinden neş’et etmiş olabileceği gösterilmiştir; sonra
geyik derisinden yapılmış olan bazı başlık şekilleri, sonra geyikle ilgili olan
efsaneler v.s. tetkik edilmiştir. Bu ayrı ayrı araştırmalardan bunların şimalde
ve hattâ şimalin muayyen bir bölgesi ile ilgili oldukları anlaşılmıştır.
Bu tarzda yüzlerce muhtelif araştırmalarda bulunulmuştur.
Bunlardan şimal Çin’de, diğer bölgelerden farklı bir kültürü bulunan, bir
bölgenin mevcut olduğu meydana çıkmıştır. Tabii ayni araştırmalar başka şeyler
üzerinde de yapıldı. Meselâ ev ve ocak şekilleri, v. s. cenubu hatırlatırlar.
Bu “mahallî kültürler,, tesbit edildikten sonra evvelce tesbit edilen kenar
kavimlerinin kültürleri ile ne şekilde münasebettar oldukları araştırılmıştır,
ve mahallî kültürlerin kenar kavimleri kültürleri ile ayni, sadece daha eski
şekilleri olduğu meydana çıkmıştır. Şimdi kaynaklar vasıtasile bir çok şeylerin
tarihleri tesbit edilebilmiştir. Bu tarih verme ile Shang devrine yani M. E, 15
inci yüzyıla kadar gidebiliyoruz. Fakat bir çoklarının Shang devrinden de eski
oldukları anlaşılıyor, ve bunların da tarihleri arkeolojiden elde edilen
neticelerin mukayesesi ile meydana çıkıyor.
Böylece şimal Çin’in muayyen bölgesinde bulunanların
tamamiyle Türk oldukları, tesbit edilen muahhar kültürle aynı olduğunu
gösterecek durumdayız, ve bununla Çin topraklarında bulunan bir Türk kültürünün
bahis mevzu olabileceğini söyliyebiliriz. Bu Türk kültürünün eskiliği
anlattığımız şekilde tesbit edilmiştir.
Bu eski Türk kültürü nasıldı? Esas itibarile daha sonraki
zamanların Türk kültüründen çok farklı değildi. Bu adamlar bilhassa at
beslerler, biraz ziraatla meşgul olurlar, buna mukabil av (bazı eski
müdekkiklerin iddialarına muhalif olarak) bunlarda hemen hiç bir rol
oynamamıştır. Bunlarda güneş tarafından temsil edilen, ve en büyük ehemmiyeti
haiz olan; gök tanrısı kültünü ihtiva eden gök dini vardı. Bütün din mütekâmil
bir yıldız dini idi. Bundan maada bir de ateş kültü vardı. Mütekâmil bir
hükümet mevcuttu ve muhtelif sınıflar, yani asilzadelerden müteşekkil bir
yüksek tabaka ile kölelerden ibaret bir aşağı tabaka vardı. Zahiren erkek evin
efendisi olduğu halde cemiyette kadın oldukça büyük bir rol oynardı. Bunlar
hakkında bildiğimiz bütün teferruattan bahsetmek fazla vaktimizi alacaktır.
Bütün göçebelerde bilhassa ekonomi şekillerinden dolayı
fazla tekâmül eden siyasî teşkilât kabiliyeti, Türklerin Çin kültürünün
teşekkülünde, getirdikleri mühim unsurdur; buna din, felsefe ve aile
teşkilâtı karışmıştır. Bunlar meydana gelmekte olan Çin kültürünün esasını
teşkil etmişler ve bunların sayesinde Çin kültürü tekâmülüne devam etmiş ve
bugüne kadar ortadan kaybolmamıştır. Bu eski Türk kültüründen daha birçok
şeyler nakledilmiştir, fakat hiç biri saydıklarımız kadar mühim değildir.
Bunlarda Türklerin dünya tarihindeki ehemmiyetleri görülmektedir.
O halde Çin’in doğuşu ve en eski tarihi hakkındaki Sinolojik
araştırmaların en eski Türk kültürünü aydınlattığını9 ve bize artık başka
kaynaklardan öğrenemiyeceğimiz devirlerdeki şeyler hakkında malûmat Verdiğini
görüyoruz.
Dipnotlar
1 Literatür için aşağıdaki kitaplarıma işaret ediyorum:
«Çin’in şimal komşuları(T. Tarih Kurumu, Ankara 1942)», «Lokalkulturen im alten
China (cilt 1 Leiden,T’oung-Pao-Supplement, 1942, cilt 2 Pekin, Catholic
University 1942); son kısım içinTürk dilinde hazırlanmış olan bir kitabımı
işaret ediyorum (En eski Türk kültürü hak. *araştırmalar). Nazariyenin eski
şekli «Early Chinese cultures» (Smithsonian Report1937; Washington 1937) adlı
makalemde gösterilmiştir. Adlara aşağıda geçen sinoloslarbuna karşı müspet
cephe almışlardır Prof. E. Rousselle (Sinica 1941), E. Erkes,W- Koppers ve C. Hentze.
Nazarî esaslardan «Zur ethonologischen untersuchungen vonHochkulturen»
(Zeitsch. f. Ethnologie 1941) adlı makalemde bahsettim.
2 Bk. benim «Der Beginn der Chou – Zeit» (Sinica 8, s.
182-188; 1933).
3 Muk. et : Muzaffer Ş. Başoğlu: Irk psikolojisi (İstanbul
1943).
4 Bu hususta bilhassa R. Thurnwald’ın araştırmaları
mühimdir (Die MenschlicheGesellschaft, cilt 4, s. 229; Lehrbuch der
Völkerkunde. 2 inci tabı, S. 266); R. Mühlmann(Krieg und Frieden; Heidelberg
1940) in görüşü biraz dardır.
5 Bk. Tu Chin-ting: Prehistoric Potteryin China (London
1938).
6 Muk.et.W, Eberhard. Das altere China (Nevue
Propylaen-Weltgeschichte,Berlin 1940, Bd.1)
7 Mûk. el. W. Koppers, ilk Türklük (Belleten, sayı 20,
s. 448-449: 1941).
8 Mûk. et. W. Mühlmann. Methodik der Völkerkunde
(Stuttgart 1938, S. 207).
9 Bk. benim, Türkiyede sinolojinin vazifeleri (Çığır,
sayı99, s. 37-40; Ankara 1941).
Dr. W. EBERHARD, Sinoloji Profesörü
Çeviren: İkbal BERK - Sinoloji Enstitüsünde Mütercim
[publicize twitter] [publicize facebook] [category
araştırma]
[tags TARİH, Eski, Çin Kültürü, Türkler]
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder