KÖY ENSTİTÜLERİ’Nİ
KİMİN KAPATTIĞI VE KİMİN KAPATMAKTAN BETER ETTİĞİNİ BİLİYOR’MUSUNUZ?..
|
82 yaşında ve hala
gazetecilik yapıyor. Zeki Kentel, 1930 doğumlu Başbakanlık Sarı Basın Kartı
sahibi olarak basın hayatında yazar ve muhabir olarak aktif durumda ilk günkü
heyecanıyla çalışmaya devam ediyor.
|
ANADOLU"NUN
DİNAMİĞİ ÜLKENİN KALKINMASINA NASIL KATILACAK...?
KÖYE RAĞMEN KÖY İÇİN, MİLLETE RAĞMEN MİLLET İÇİN NASIL OLUR...?
17 NİSAN KÖY ENSTİTÜLERİ...!
Değerli Dostlar,
|
GAZETECİ ZEKİ KENTEL |
1940"lı yılların başındayız... Alman orduları; Volga kıyılarında
Stalingrad"ta, Bulgaristan"da, Yunanistan"da Türkiye
sınırlarında, Meriç kıyılarında.
Türkiye; yurdun savunması ve bir Alman işgali yaşamamak için 20 yaş kesimi
(1317 - 1336 / 1901 - 1920 doğumluları ) insanını silâh altına almış.
Kahraman ordu, Trakya"da insan boyu kar, diz boyu çamurda yüzbinlerin
üzerinde Mehmetçiği ile çadırlı ordugâhta... Ordugâhın savaş hazırlıkları
ve yer değişimleri Mehmetçik yayan, malzeme ve mühimmat öküz arabaları,
talikalar ve katırlar ile büyük zorluklar içinde yapılıyor.
Milli Mücadele"nin yaralarını saramamış yeni devlet, İkinci Dünya
Savaşı"na girmeden savaşa girmiş kadar zor koşullar içinde.
Ekmek, aş yok... Hayvana sap yok, saman yok... Kışın soğuğundan, yazın
sıcağından barınacak yer yok...! Cephane var mı, yok mu bilmem ama asker süngü
hücumu ile saldırı ve savunma ağırlıklı talim ve terbiye görüyor...!
Haydarpaşa Asker Hastanesi ( şimdiki GATA ) tüm katları, koğuşları ve
koridorları; iki katlı ranza, iki katlı kereste raflarda ot yataklarda;
soğukların, yoklukların hastalıkları içinde ( tifus, ciğer, uyuz, sıtma,
zafiyet vb) şifa bekleyen Mehmetçiklerle koyun koyuna dop dolu. Yeni gelen
hastalara boş yatak yok.
İlâç yok. Yerli aspirin taklitleri. Kaputbezinden sargılar. Şifayap olan da
yok. Eli ayağı tutan memleketine 6 aylık hava değişimi ile gönderiliyor.
İşte bu yokluk ve yoksulluk içinde devlet, bu yokluk ve yoksulluğu kırmak için
köye okul götürmek, köylüyü okutmak istiyor. Cumhuriyetle birlikte ülkenin
gelişip zenginleşmesinin, kalkınmasının başlangıç noktasının köy olacağı
kafalara DANK etmiş durumda.
|
GAZETECİ ZEKİ KENTEL VE ARKADAŞLARI |
17 Nisan 1940, Köy Okullarına öğretmen ve eğitmen yetiştirme, yöre
kalkınmasında etkin bir görev üstlenmek üzere Türkiye koşullarına özgü eğitim
kurumları yasası TBMM"de kabul ediliyor.
Zeki Kentel"in babası Trakya"da bu çadırlı orduğâhta iki yıl geçirdi
ve çevresinin diz boyu çamur ve insan boyu karla kaplı o çadırda genç yaşta
ömrünü tamamladı. Şehirde yaşama şansımız kalmamıştı. İlkokul diplomamı babama
göstermek kısmet olmadı. Annem ile köye, eğitmen olan dayımızın yanına
döndük... Dayının çocuklarıyla birlikte kendine zor yeten çorbasına
şehirden iki kaşık daha katılmıştı.
Babasız yetim kalışının ardından okumak için çırpınan, ailenin de okutmak için
çırpındığı, tek suçu şehir ilkokulu mezunu olduğu için Zeki Kentel,
"KEPİRTEPE KÖY ENSTİTÜSÜ"nün kapısından geri döndürüldü...
Belki tüm hayatı boyunca KEPİRTEPE özlemini, ülke kalkınmasının, köy
kalkınmasının rüyalarını süsleyen coşkularının sıcaklığını ve bilincini hiç
kaybetmeden yaşayan ve yaşatan, ileri yaşında ülke sorunlarına aykırı ve
sıradışı yaklaşım içinde bir Zeki Kentel, KÖY ENSTİTÜLERİ gerçeğine aykırı ve
sıradışı bir yaklaşım ile karşınızda:
Cumhuriyet Türkiyesi"nin ülke gerçeğine, kendi öz kaynaklarına dayalı
olarak kurduğu bir eğitim sisteminin adıdır KÖY ENSTİTÜLERİ. Yabana muhtaç
olmadan kendini yeniden üreten, kendini, kendi kendine üretken bilgi ve
beceriyle donatan bir eğitim kurumunun adıdır KÖY ENSTİTÜLERİ.
O günlerin KEPİRTEPE KÖY ENSTİTÜSÜ"nün basit yün-aba giysileri içinde köy
çocukları, Ankara HASANOĞLAN KÖY ENSTİTÜSÜ"nün temelinde, kerpicinde,
duvarında, çatısında emeği olan köy çocukları, ülkenin imarına ellerinin
nasırlarını bıraktıkları, yeni nasırlar kazandıkları, ülkede büyük bir hızın,
büyük bir değişimin kıvılcımları olmuşlardır.
Her yıl 17 Nisanlarda panelde, söyleşide, köşe yazısında,ekranda KÖY
ENSTİTÜLERİ üzerine konuşulanları dikkatle izlerim ama sadece izlerim. Bu
izlediklerimden kendi dağarcığıma hemen hemen hiç bir şey girmez. Onlar bir
kulağımdan girip diğerinden çıkan nostaljilerini, özlemlerini, masallarını
anlatırlar.
Bunları izlerken gözlerimin önünde hangi anıların, hangi acı gerçeklerin ve
hangi özlemlerin dolaştığını sizlere ifade edecek bir gücüm yoktur. Yaşamını,
geçimini, çocuklarının yetişmesini sanat okulunun verebildiği üretken bilgi ve
elbecerisi ile sağlamış bir kişiden edebi benzetmeler elbette kimse
beklemeyecektir.
30-40 senedir bu konuda KÖY ENSTİTÜLERİ hakkında sadece özlemleri dile
getirenleri yadırgadığımı da, belki yazımın en sonunda söylenmesi uygun
olacak bir sözü yeri geldiğinde yazımın başında da söylemekten çekinmeyeceğimi
ve aykırı olacağımı belirtmeliyim.
EVET, 1936"larda askerliğini onbaşı veya çavuş olarak yapan köy çocukları
6 ay süreli tarımsal uygulamalı kurslarda yetiştirilerek köylerinde eğitmen
oldular.
Bu deneyimlerin ardından, uygulamaların olumlu sonuçlar vermesi üzerine ülke
eğitimine daha köklü çözüm getirmek amacıyla 17 Nisan 1940, Köy Okullarına
öğretmen ve eğitmen yetiştirme, yöre kalkınmasında etkin bir görev üstlenmek
üzere Türkiye koşullarına özgü eğitim kurumları yasası TBMM"de kabul
edilmiştir.
Köye okul girişimi 1937 ve 1939 yıllarında Saffet Arıkan"ın ve Hasan Ali
Yücel"in Milli Eğitim Bakanlığı ve İsmail Hakkı Tonguç"un ilköğretim
Müdürlüğü dönemlerinde etkin olarak ülke gündeminde kendine lâyık olduğu yeri
almıştır.
KÖY ENSTİTÜLERİ"ne 5 yıllık köy ilkokulunu bitirenlerle, köyün kendi,
sadece okuma yazma bilen insanından 6 ayda eğitmen olarak yetiştirilenlerin
okuttukları 3 yıllık köyokullarından çıkan 2 yıllık hazırlık sınıfı okuyan
sadece ve sadece köy çocukları alınıyordu.
Sayıları 20"ye ulaşan KÖY ENSTİTÜLERİ"nde genel bilgi ve kültür
derslerinin yanı sıra tarımsal ve teknik üretken bilgi ve beceriler
kazandırmaya yönelik uygulamalı dersler ağırlıklı idiler. Böylece
ENSTİTÜLERİ"N kendi alt yapı sorunları da devlete yük olmadan kendi
üretkenliği içinde çözülmüs oluyordu.
Evet, idealler güzeldi. Fakat bu güzel ideallerın yanında sosyal güvenlik başta
olmak üzere birçok eksiklikler vardı. Bu çocuklar kendilerini vatan ve
millet için bir kurbanlık görmenin ezikliği içinde idiler. Yasada, zorunlu
yirmi yıllık göreve karşılık olarak, değişmez yirmi lira aylık ile
hiç bir zaman uygulamaya konulamayan, ekip biçebileceği kadar arazi, hayvan ve
araç - gereç verileceği yazılı idi.
Cumhuriyetin üzerine kurulduğu mantık içinde, içinden çıktıkları köyün
geleneğinden, örflerinden koparılmışlardı. Sanki köydeki kalkınma köylüsüz
olacaktı. Sanki köye rağmen köy için mantığı ile yetiştirilmişlerdi.
Köyde bir şeyleri kırmak istiyorlardı.
Kendilerine öğretilenlere göre belki haklıydılar ama alacakları yoktu. Kendi öz
köyünde kendi öz köylüleri ile, kendi insanları ile çatışmalar yaşadılar. Köy
ile, Anadolu ile bütünleşmeleri zayıf kalmıştı. Ayni dili
konuşamıyorlardı.
Aslolan köyünden kopmadan köylü ile birlikte olmanın sırrı öğretilememişti.
Köylünün, kendi çocuklarına sahip çıkması için gerekli ortamın sırrı, davranış
biçimi henüz keşfedilmemiş ve öğretilmemişti. Millete mal edilemediler.
Kendilerini içinden çıktıkları köye kabul ettirebilmelerinde karşılarına büyük
zorluklar çıktı.
Bunun için de daha yeşermeden, çevresini yeşertmeden Anadolu"nun
dinamiğini ülkenin kalkınmasına katacak Anadolu kırsalının gençliğine karşı
acımasız saldırılar yapıldı. Bu acımasız saldırılara karşı hiç kimsenin
ama hiç kimsenin gıkı çıkmadı. Evet bir yanlışlık ve bir eksiklik vardı
ama kimse buna kafa yormadı, kimse bu soruya yanıt vermek için kendisini üzmedi....
Anılan süreçte, ülkede sürüp giden komünist suçlamasından bu okullar en ağır
şekilde nasiplerini aldılar. Kenan Öner-Hasan Ali Yücel davası bunun en çarpıcı
örneklerinden biridir.
Türk Milli Eğitimine büyük destek veren ve bu okulların kuruluşuna büyük
katkısı olan İsmet Paşa bile Hasan Ali Yücel"i ve kendi eseri olan
okulları savunmadı. Hasan Ali Yücel bu okullar yüzünden komünizmden suçlu
bulundu ve ceza yedi.
Bulunduğum okula, amacı ülkeye kaliteli ve kalifiye işçi yetiştirmek olan bir
okula, mezunu olmakla kıvanç duyduğum bir okula, bir spor karşılaşması için
beyaz yün ceket-pantolon içinde gelen kız-erkek Anadolu pırlantaları karşılaşma
süresince, onlar kadar çulu olmayan sınıf arkadaşlarım tarafından Moskof
...., vb. hakaretlere maruz kaldılar. Köylülük bilinci ile karşı çıkışıma bir
meydan dayağım eksik kalmıştı.
Bugün kuruluş yıldönümlerinde ağıtlar yakan gazetelerin köşelerinin ve
manşetlerinin 1950 öncesinde ve sonrasında Kenan Öner"den geri kalan
yanları yoktu. Demokrat Parti"den mebus olmak isteyen, hızlı Atatürkçü
(açık olarak yazıyorum, Nadir Nadi - Cumhuriyet, SESSIZ KALARAK) ve başkaları
bu saf Anadolu çocuklarına ve okullarına en ağır suçlamaları yaptılar.
Bu pırlantalar, askerlik görevini yapmak üzere geldikleri yedek subay
okullarında komünist ön yargısı ile "Gözün üstünde kaşın var"
kabilinden suçlamalarla kıtalara onbaşı - çavuş olarak çıkarıldılar. Ne
yani ayak takımı başımıza bir de subay mı, amir mi olacaktı...!
1946"lı yıllarda İsmet Paşa"nın ülkeye bela ettiği demokrasi! ilkönce
bu okulların başını yedi. Öyle ki, KÖY ENSTİTÜLERİ"ne karşı yapılan
acımasız saldırılarda okulların kurucusu olan CHP hükümetleri bu okulların
yıkımlarının öncüsü oldular.
Köy Enstitüleri kapatılırken bu kurumlarla bütünleşmiş olan bir avuç insanın ve
Anadolu çocuğunun içine düştükleri acılarından hiç kimsenin ama hiç kimsenin
haberi olmadı.
Şimdi bana kızacaklar olabilir. Ama işte gerçek bu. Ben KÖY ENSTİTÜLERİ üzerine
en az 40 yıldır doğru veya yanlış konuşan, arada sırada da bir şeyler yazan
kişi olarak, maalesef gerçek bu.
Bana, İsmet İnönü başta olmak üzere, Halide Edip Adıvar, Nadir Nadi, Fethi
Okyar, Makbule Atadan, Kazım Karabekir, Ali Fuat Cebesoy, Şemsettin Günaltay,
Celal Bayar ve başka birçok Milli Mücadele adamının (Gazi Mustafa Kemal"in
devrimlerinin en yakın arkadaşlarının) aynı çelişkiyi yaşamadıklarını kim
söyleyebilir? Geride başka adam mı kaldı ki....?
BUNLARIN HANGİSİ KÖY ENSTİTÜLERİNİ
SAVUNDU...? HİÇ KİMSE SAVUNMADI...!
BUGÜNKÜ KÖY ENSTİTÜLERİ SAVUNUCULARININ HEPSİ, O GÜNLERİ YAŞAMAYANLARIN HEPSİ
SADECE BİR NOSTALJİYİ, BİR HAYALİ, BİR ÖZLEMİ, BİR HİKAYEYİ SAVUNUYORLAR......
EVET.... KÖY ENSTİTÜLERİ, Türkiye"nin çağdaşlığı yakalaması için
gerekli Samurayları yetiştirecek kurumlar olmamaları için bir neden
yoktu... Ama bildiğiniz gibi Japon mucizesi, kaynağını kendi
dinamiklerinden, kendi geleneğinden, örfünden alıyordu.
KÖY ENSTİTÜLERİ, KÖYLÜ VEYA ANADOLU
HALKI İSTEDİ DİYE KURULMAMIŞTI. KAPATILMALARI DA YİNE KÖYLÜ VEYA ANADOLU ALKI
İSTEDİ DİYE KAPATILMADI.
BURADA ANADOLU GERÇEĞİNDEN SOYUT BAZILARI AĞALARDAN, KIRSALIN AĞALARINDAN
SÖZ EDERLER. BURADA SÖZÜ EDİLECEK AĞA KIRSALIN KENDİSİNDEN HESAP SORACAĞI
KORKUSUNU YAŞAYAN EGEMEN OLİGARŞİNİN AĞASIDIR.
KİMLER KURDU İSE KAPILARINA KİLİT VURULMASI DA ONLAR ELİYLE OLDU.....! KÖY
ENSTİTÜLERİNİN BAŞARISIZLIKLARI KÖYE RAĞMEN KÖY İÇİN YANLIŞLIĞINDAN
KAYNAKLANMAKTADIR.
BİZ SEKSEN YILDIR BİR ÇUVALDIZ BOYU YOL ALAMADIYSAK, BUNUN EN BAŞTA GELEN
NEDENİ MİLLETTEN SOYUT, ONUN DİNAMİĞİNDEN HABERSİZ KENDİ İÇİMİZDEN
ÇIKARDIĞIMIZ, ÖZÜMÜZE YABANCI YETİŞTİRDİĞİMİZ EGEMEN OLİGARŞİDİR.
Demokratlığı kimseye bırakmayanlar, KÖY ENSTİTÜLERİ"ne ağıt yakanlar
durumu bir kere de Anadolu insanının bakış açısından yeniden değerlemelidir.
KÖY ENSTİTÜLERİ"nin bunu gerçekleştirememelerinin nedeni,
Anadolu"yu çağa dönüştürme yolunda, kurucuların hareket noktalarının maddi
gerçekleri doğru olmakla birlikte, Anadolu"nun sahip olduğu dinamikten,
bu dinamiğin çıktığı kültür, örf ve gelenekten soyut olmalarından
kaynaklanmaktadır. Hasan Ali Yücel"de CHP iktidardan düştükten sonra
yayınladığı yazılarda bu somut gerçeğe uzak olduklarını vurgulamıştı.
Anadolu"dan soyut bir radikal hareketin, zayıf da olsa varolan demokratik
koşullarda başarılı olması mümkün değildir.
Bugün dünyada komünizm öcüsü kalmadı ama yeni başka öcüler üretildi. Bugün de
vatana büyük katkısı olacak Anadolu dinamiği ve gençler (aynı kırsalın
çocukları) benzer dışlanma ile karşı karşıya bulunuyor.
Sonuç olarak bilmemiz gereken, eğer tarihten ibret alacaksak, KÖY ENSTİTÜLERİ
komünist yuvasıdır diyenler kimlerdi...?
O saf Anadolu çocuklarını Yd. Sb. okullarından gözünün üstünde kaşın vardır
denilerek kıtalara er veya onbaşı olarak çıkaranlar kimlerdi...?
Hasan Ali Yücel`i bu okullar nedeniyle komünizmden mahkum olmasına seyirci
kalanlar kimlerdi?
İnönü`nün Yargıtay Başkanı Halil Özyörük DP"den Mebus olmak için
Menderes`in yanında idi ve Adalet Bakanı oldu.
Atatürkçülüğü kimseye bırakmayan CUMHURİYET"in Nadir Nadi"si
Menderes`in koltuğunun altında MEBUS oldu.
Köy Enstitüleri kapatılırken tek bir kişi evet tek bir kişi karşı çıkmadı.
Bugün Köy Enstitüleri gerceğini çok az da olsa kıyısından, köşesinden özlemle
AAHHH..AAAHHH....! edebiyatını yapanlar işte o suçluların torunlarıdır.
O gün bu okulları suçlayanların çocukları, dedelerinin görevlerine devam
ediyorlar. Yine bir başka okulda ama Anadolu`nun kendi kurduğu okullara giden
çocuklara hiç bir yol göstermeksizin ve yardım etmeksizin "Sen
okumayacaksın! senin okumaya hakkın yok! Sen cahil kalacaksın! dayatmasını
yapıyorlar."
Çünkü onlar köylü, onlar şopar, onlar zenci...!!!
ONLAR AŞAĞILIK KASTIN VE ORADA
KALMASI GEREKEN ÇOCUKLARI....!
Üstelik Anadolu"dan köyden çıkıp da, kendi özümüze yabanci bir
eğitimle yetiştikten sonra Ankara"da sistemle bütünleşince kendi köylüsüne
aynı zenci muamelesini yine onlar yapıyor...! Sistem kendi özünü, kendi kökünü
yadsıdığı sürece biz bu kör döğüşüne devam edeceğiz.
Dün ülkede egemen oligarşinin iç düşman olarak gördüğü komünist yuvaları KÖY
ENSTİTÜLERİ ile komünizm temizlendi. Nazım, Said-i Nursi, vb. içdüşmanlar zindanda
çürütüldüler. ,
Bugün yeni içdüşmanlaımız yetişti. Aynı egemen kadro İmam Hatipler ve başörtüsü
ile kafayı öyle bulmuş ki, ülkenin kalkınması yolunda, Anadolu kırsalının
dinamiğinin ülkenin kalkınmasına katma yolunda gündeminde tek bir önerisi
yok...
Biz sürekli düşman üretiriz. Dış düşmanımız kalmayınca içeride komünistler ve
şeriatçılar sıra ile baş düşmanımız oldular. Dün şeriatçıların desteği ile
komünistleri temizledik.
Bugün de eski tüfeklerin desteği ile şeriatçıları temizleme savaşı veriyoruz.
Ülkenin kalkınmasına sıra ne zaman gelecek....? Ülkenin kalkınmasının
projelerini bilen var mııııı...?
Bu yanıtsız soruların karşısında Zeki Kentel de aykırı düşünmeye, eğer fırsat
verilirse aykırı söylemeye ve aykırı yazmaya devam edeceğe benziyor......!
Bilmem anlatabiliyor muyum.....?
KÖY ENSTİTÜLERİ, Türkiye Cumhuriyeti"nin en büyük ve en parlak
başarılarından biridir. Ne yazık ki, aynı zamanda da en büyük
bozgunlarından biri olmuştur.
Milleti adam yerine koymayan bu kafa, bu egemen oligarşi, devam ettiği sürece
bu bozgunlar devam edecektir.
SAYGILARIMLA
ZEKİ KENTEL
*
BİR YORUM VE KATKI:
Sayın Zeki KENTEL Beyefendi,
Fikirlerinizin çoğunu beğenmesem ve benimsemesem de, ibretle
okumuş olduğum aşağıdaki yazınız ile size karşı olan tüm endişeli bakış
açımı bertaraf ediyor, sizi gayri kabil-i rücu olarak vicdanımda ibra ediyor ve
en derin saygılarımı sunarken, muhataplarınızın ve bilhassa muarızlarınızın da
sizi anlayabilmesini ve şu yazdıklarınızdan ibret alınmasını temenni ediyorum.
Bilvesile, fikir ve düşüncelerinizin aleyhinde yazmış
olduğum yazılar ve yorumlar nedeniyle de beni bağışlamanızı
diliyorum. Hepimiz hatalarımız ve sevaplarımız ile bir imtihan
esnasındayız...
Ömrünüzün belki de son yıllarında, azim, cesaret ve
kararlılıkla vermiş olduğunuz bu mücadele için sizi
kutluyorum.
"Zararın neresinden dönülse kardır." sözünü de
beni kınamaya kalkacak olanlara ithaf ediyorum.
Saygılarımı sunarım efendim.
Mustafa Zeki ŞAHİN
On Tuesday, April 15, 2014 5:58
AM, "zkentel2001@yahoo.com"
<zkentel2001@yahoo.com> wrote:
***
HASAN-ÂLİ YÜCEL
Atatürk'ün ölümünden sonra, 1938-1946 yılları arasında Millî
Eğitim Bakanlığı yapan Hasan-Âli YÜCEL, Cumhuriyet Döneminin, çok yönlü
kişiliğe sahip seçkin bir eğitim, kültür ve siyaset adamı olarak kabul edilir.
Bu kabulün gerisinde, kuşkusuz kısa sayılabilecek hayatına sığdırdığı
programları ve ürettiği eserleri yatar. O, bu nedenle, anılmayı çok çok
haketmiş Cumhuriyet büyükleri arasında yer alır. (1)
1-ÇOCUKLUĞU
VE EĞİTİMİ
1-1 Ailesi ve Toplumsal Çevre
Hasan-Âli YÜCEL, bundan yüzüçyıl önce, 17 Aralık 1897'de İstanbul'da doğmuştur.
Babası Ali Rıza Bey, annesi Neyire Hanımdır. Soyu, baba tarafından
Giresun-Görele'nin Daylı Köyü'nden Ömer Efendi'ye , anne tarafından (IILSelim
zamanında yaşamış) Kaptan İsmail Tosun Ağa'ya kadar uzanır.
O'nun gelişiminde de -doğal olarak- içine doğduğu toplumsal çevrenin etkisi
vardır: Anne ve baba ekonomik açıdan iyi koşullara sahiptir. Evlenmelerinden üç
yıl sonra Hasan-Âli dünyaya gelir. Hem tek çocuk olarak, hem de hayli geniş bir
aile ortamında büyür. Ne var ki, bir süre sonra baba Ali Rıza Bey; iş ortamının
sorunları nedeniyle sık sık görevinden istifa eder; aile, değerli eşyaların
satılmasmı gerektirecek kadar sıkıntılı günler yaşar.
Hasan-Âli, çocukluğunun ilk yıllarında, ailesiyle Merkez Efendi Mahallesi'ndeki
Yenikapı Mevlevihanesi ziyaretlerine katılır. Burada izlediği mistik makam ve
fasıllar, dönüş törenleri, O'nun müzik yeteneğinin belirginleşmesinî sağlar.
Çevrede "müzik Üstadı" olarak tanınan Mehmet Celaleddin Dede Efendi'nin
yönettiği "müzik mektebi"nde eğitim görür.
1-2 Okul
Yılları
Hasan-Âli, 1901'de daha dört yaşındayken Laleli'deki Yolgeçen Mektebi'ne
kaydedilir. Yazı yazma isteği oldukça fazladır.
Bu nedenle, bir zorunluluk olmamasına rağmen, kendi kendine yazı yazmayı
öğrenir. Edindiği bilgileri evdeki hizmetçilere ve evlatlıklara anlatmaktan
zevk alır. Öğrenme ve anlatma zevki artık iyice belirginleşmiştir.
Hasan-Âli, altı yaşlarında iken aile, Gümüşsuyu'nda yaptırdığı yazlık köşke
taşınır. O da Topkapı Semti'nde bulunan Taş Mektep'e yazdınlır. 1906 yılında,
dokuz yaşındayken Mekteb-i Osmanî'ye gönderilir. Burada ilgisini çeken
yeniliklerle karşılaşır; örneğin, yazı tahtasını, haritaları ve sıraları görür;
sınıf ortamıyla tanışır. Ayrı ayrı hocalardan ders görür. Bu arada Meşrutiyet
ilan edilmiş (1908); hürriyet şiirleri, marşları ve şarkıları duyulmaya
başlamıştır. Bunları zevkle ezberler ve söyler. Beş yıllık bu okulu 1911'de
pekiyiden de üstün bir derece (Aliyyülala) ile bitirir. Okuma tutkusu oldukça gelişmiştir;
Beyazıt kitapçılarından aldığı romanları -babasına rağmen- yutarcasına okumayı
sürdürür.
Mekteb-i Osmanî'den sonra, Hasan-Âli için Vefa İdadisi dönemi başlar,
"İntikam Olsun" başlıklı ilk yazısını burada öğrenciyken yazar;
"Mektepli" dergisinin açtığı yarışmaya katılır, 17 Ekim 1913'te
yayınlanır. Ne var ki, son sınıftayken, Birinci Dünya Savaşı nedeniyle askere
alınır; okula ara vermek zorunda kalır. Önce asteğmen; sonra teğmen olarak
toplam üç buçuk yıl askerlik yapar; 2 Aralık 1918'de terhis edilir.
Hasan-Âli, askerlik sonrası öğretimini Darülfünün'da tamamlama imkanı bulur.
Liselerin son sınıfında okurken askere alınan gençlere böyle bir imkan
tanınmıştır çünkü, îlkin Hukuk Fakültesi'ne kayıt yaptırır. Bir yandan da İfnam
gazetesinde çalışır. Türk Sesi gazetesinin kurucuları arasında yer alır. Ancak
hukuk öğretimini, dersteki yöntemi yüzünden tartıştığı hocası Celalettin Arîf
Bey'e kızgınlığı nedeniyle yarıda bırakmak zorunda kalır. Edebiyat
Fakültesi'nin Felsefe Şubesi'ne kaydolur. Artık Cağaloğlundaki Darülmuallimîn-i
Aliye (Yüksek Öğretmen Okulu)'nin öğrencisi durumundadır.
Bu dönemde, Hasan-Âli; Y.Kemal, A.Hamdi Tanpınar gibi şairlerle ikbal
Kıraathanesi'ne gidip gelmeye başlar, İstiklal Savaşı'nın zor günleri
yaşanmaktadır. Ortalıkta İnönü Savaşlarına ilişkin haberler vardır. Hasan-Âli,
gazetesinde özellikle bu savaşlara ilişkin haberler verir; bunları söz konuşu
kıraathaneye de ulaştırarak dostlarını bilgilendirir. Ayrıca, ulusal protesto
hareketlerine, örneğin bunların ilki ve en büyüğü 23 Mayıs 1919'da düzenlenen
Sultanahmet Mitinglerine katılır. Kendisini Edebiyat Fakültesi çevresinde
oluşan düşünce tartışmaları içinde bulur. Mustafa Şekip (Tunç), İsmail Hakkı
(Baltacıoğlu) ve Mehmet Emin (Erişirgil)'in H.Bergson merkezli denebilecek tartışmalarını
izler. Bu tartışmalarda sık sık A.Schopenhauer, J.Stuart Mili, H.Spencer,
WJames gibi düşünürlerin fikirleri de ele alınmaktadır. Hasan-Âli, bu ve
benzeri düşünürlerin fikirlerini kendi eserlerinden okuyamamanın sıkıntısını
duyar (Bakanlığı döneminde, Tercüme hareketini başlatışmda bu deneyiminin rolü
olmuştur.)
Hasan-Âli'nin üzerinde etkisi olan hocalar arasında, Kuvay-ı Millî ye
hareketini Akşam gazetesindeki yazılarıyla
desteklemiş olan Necmettin Sadık (Sadak)'ın özel bir yeri olduğu söylenebilir.
O'nu günlük gazetelerde yazı yazmaya özendiren, örneğin Akşam gazetesinde
"Pazartesi Konuşmaları" başlığı altında köşe yazıları yazmaya
yönelten Necmettin Sadık'tır.
Hasan-Âli, Darülmuallimîn-İ Aliye'den "Ruh ve Beden" üzerine yaptığı
tez niteliğindeki otuz sayfalık bir çalışmasıyla 1921'de mezun olur.
2- MESLEK
HAYATI
2-1 İzmir
Yılları
Hasan-Âli, öğretimini bitirir bitirmez öğretmen olarak tayin edilemez, bu
yüzden özel bir okulda bir süre ücretli ders vermek zorunda kalır. 1921 yılının
sonunda, bazı hocalarının desteğiyle Edebiyat Fakültesi'nde öğrenci disiplinini
sağlamak amacıyla oluşturulmuş inzibat memurluğuna atanır. Yaşı 25'tir;
askerlik döneminden arkadaşı olan Necati (Tansel)'in kızkardeşi Refika Hanımla
evlenir. Kısa bir süre sonra, İzmir Erkek Muallim Mektebi'ne Türkçe ve Edebiyat
Öğretmeni olarak atanır. Kent, Yunan işgali ve zulmünün izleriyle doludur. Kötü
koşullarda, 19 Aralık 1922'de öğretmenliğe başlar. Eşi İstanbul'dan İzmir'e
gelir. Bir grup meslektaşıyla Muallimler Birliği ve Türk Ocağını kurar.
Hasan-Âli, Mustafa Kemal ile İlk kez burada karşılaşır (2 Şubat 1923). Halkla
yaptığı bir toplantıda, söz alarak Mustafa Kemal'e "mekteplerin yanında
medreselerin devam edip etmeyeceği'ni sorar. Mustafa Kemal, kendisine, ilke
olarak "eğitim birliği" ve "karma uygulama"dan söz ederek
cevap verir.
O'nun buradaki öğretmenliği uzun sürmez, işini bırakarak hamile eşiyle beraber
İstanbul'a gelir.
2-2
İstanbul Yılları
Bu yıllar, Laleli'de Kitapçı Ahmet Halil'in evinde kiracılıkla başlar. Edebiyat
Fakültesi'nin Felsefe Bölümü'nde, alanıyla ilgisiz bir işte iki ay kadar
çalışmak zorunda kalır. 1924'de yeniden mesleğine döner; ilkin Kuleli Askeri
Lisesi'nde edebiyat öğretmenliği yapar, ardından İstanbul Erkek Lisesi'ne
felsefe öğretmeni olarak atanır. Sonraki ders yılında, varolan görevine ek
olarak edebiyat derslerine de girmeye başlar. 1926'dan itibaren İstanbul Erkek
Lisesi'nde felsefe ve içtimaiyat (Sosyoloji) öğretmenliği ile Galatasaray
Lisesi malumat-ı vataniye öğretmenliği yapar. 1927'de sona eren öğretmenlik
yıllarında, "Felsefe Elifbası", "Süri ve Tatbikî Mantık",
Hıfzı Tevfik ve Hamamizade İhsan ile birlikte yazdığı "Türk Edebiyatı
Numuneleri" adlı eserlerini yayınlayarak ilgililerin dikkatlerine sunar. 1926
yılında da Can ile Canan adım verdikleri ikizleri doğar. Gülümser adlı üçüncü
çocukları 1936 doğumludur.
2-3
Müfettişliğe Atanışı
3 Mart 1924'te yürürlüğe giren Öğretim Birliği (Tevhid-i Tedrisat) yasasının
sonucu olarak, öğretim kurumlarının hepsi Maarif Vekaleti'ne bağlanmış, bu çerçevede,
Mustafa Necati döneminde (1926'da) Maarif Emirlikleri kurulmuş ve ülke
Mıntıkalara ayrılmıştır. 1927 başında, Hasan-Âli, Reşat Şemsettin (Sirer) ile
birlikte "Mıntıka Müfettişleri" unvanıyla İstanbul Maarif Emirliğine
verilirler.
Müfettişlik döneminde, Hasan-Âli, öncelikle "yazı ve dil sorunları"
üzerine yoğunlaşır. T.Fikret'in batılılaşma (modernleşme) doğrultusundaki
düşüncelerine ilgi duyar. O'nun "Tarihi Kadim-Doksan Beşe Doğru" adlı
şiir kitabını latin harfleriyle yayınlamasının altında bu ilgi (ve hayranlık)
yatmaktadır(Latin harfleriyle basılan ilk eserdir bu kitap).
Hasan-Âli, 1929 sonunda İkinci Sınıf Maarif Müfettiş Umumiliğine yükselir.
Maarif Emirlikleri kaldırılınca Maarif Vekaleti Teftiş Kurulu Üyesi olur.
1930'da Maarif Vekili Cemal Hüsnü (Toray), kendisini araştırma ve inceleme
göreviyle Paris'e gönderir.
Bu dönem, Hasan-Âli'nin "batı uygarlığıyla ilk kez karşılaşması"
açısından önemlidir. Bu süre içerisinde, öğretim kurumlarını inceler ve Fransız
kültürü üzerine araştırmalar yapar. Oradaki Türk öğrencilerin denetimiyle
görevli müfettiş Salih Zeki ile beraber Londra'ya iki haftalık bir teftiş
gezisinde bulunur. Salih Zeki geri çağrılınca müfettişlik görevi Hasan-Âli'ye
verilir. Bu arada Fransızcasını geliştirmeye çalışır, opera ve tiyatro
sanatlarıyla ilgilenir. 1930'un sonunda, geniş bir inceleme ve araştırma
dosyasıyla Türkiye'ye döner. 1936'da bu incelemesini "Fransa'da Kültür
İşleri" adıyla yayınlar.
2-4
Mustafa Kemal'le Gezi
Demokrasiye geçiş denemesi çerçevesinde kurulan Serbest Cumhuriyet Fırkasi'nın
kapatılmasından sonra, Mustafa Kemal, ülke boyutunda bir denetleme gezisine
çıkmıştır. Her bakanlık, O'na danışmanlık yapacak ve yönergeler çerçevesinde
araştırmalarda bulunacak bir müfettiş görevlendirir. Maarif vekaleti de bu görevi
33 yaşındaki genç Hasan-Âli'ye verir. Mustafa Kemal, kendisin; İzmir'den
hatırlar.
Bu gezinin ilk durağı Kayseri'dir, Burada, Mustafa Kemal, ders dinlemek üzere
kentin lisesine davet edilir. Girdikleri sınıfta felsefe dersi yapılmakta ve
öğrencilerin önünde yazarı Hasan-Âli olan ders kitabı bulunmaktadır. Mustafa
Kemal, hem öğretmenin anlatımını dinler, hem de ders kitabını inceler. Arapça
terimler boldur, anlaşılma güçlüğü vardır. Akşam yemeğinde, Mustafa Kemal,
Hasan-Âli'ye bu sorunu çözmeyi düşünüp düşünmediğini sorar.
Bu görüşmede Hasan-Âli, dilde sadeleşme ve birliğin sağlanmasının kişisel
girişimlerle değil, merkezi-kurumsal çalışmalarla oluşturulabileceği
düşüncesinde olduğunu söylemiştir. Buna rağmen, bu doğrultudaki kişisel
çabalarını sürdürmekten geri durmamıştır.
3 Mart 1931'e kadar devam eden bu üç aylık gezi esnasında, Mustafa Kemal'le
Hasan-Âli arasında oldukça anlamlı bir diyalog daha gerçekleşir. Mustafa Kemal,
bir gün, yanında bulunanlara "Türk milleti ne zaman kendîni kurtulmuş sayabilir?"
diye sorar. Yanındakiler doğal olarak görüşlerini bildirirler- Sonra Hasan-Âli
söz alır; "Paşam," der; "Türk milleti ne zaman kurtarıcı arama
ihtiyacını duymayacak hale gelirse o zaman kurtulmuş olur." Mustafa Kemal,
kendisine, "Bu çocuğun ileri attığı, üstünde bizi derin derin düşündürmeye
değer bir fikirdir." diyerek takdirlerim bildirir.
2-5 Türk
Dili Tetkik Ccmiyeti'ne Desteği
Söz konusuu denetleme gezisinden bir yıl sonra, dil devrimim doğru temeller
üzerinde geliştirmek düşüncesiyle, 12 Temmuz 1932'de Türk Dili Tetkik Cemiyeti
kurulur. Cemiyetin başkanı Samih Rifat, sekreteri Ruşen Eşref Günaydın),
üyeleri ise Celal Sahir (Erozan) ile Yakup Kadri (Karaosmanoğlu)'dur. Bu yılın
Eylül'ünde, Dolmabahçe Saray'ında ilk Dil Kurultayı toplanır. Türk dilinin
sorunları tartışılır, görüşler sunulur, ana program oluşturulur ve Merkez
Heyeti seçilir. Kurultaydan sonraki ilk Merkez Heyeti toplantısında alt çalışma
kolları oluşturulur. Hasan-Âli, Etimoloji Kolu Başkanlığına getirilir.
Hasan-Âli, Güneş-Dil Teorisini gerçekçi bulmadığı için, bu çerçevedeki
tartışmalara katılmamıştır. Bu yıl içinde Hasan-Âli yeni eserleriyle
gündemdedir. "Mevlana'nın Rubaileri", "Goethe: Bir Dehanın
Romanı", "Türk Edebiyatı'na Toplu Bakış" adlı kitaplarını
yayınlar.
Hasan-Âli, Goethe üzerine çalışması Türkçe'de ilk olması nedeniyle, Goethe
madalyasıyla ödüllendirilir.
Yaşar Nabi (Nayır)'ın dediği gibi, "aklıyla batıda, gönlüyle doğuda bir
düşünce adamı" olan Hasan-Âli, 1930'lu yıllarda sanat, edebiyat, felsefe
ve bilim üzerine yoğunlaşmış, yazılar yayınlamıştır.
2-6 Gazi
Eğitim Enstitüsü Müdürlüğü
1932 yılında, Hasan-Âli, batıdaki benzerleri örnek alınarak kurulan, öğretim
üyeleri yurtdışında okumuş kişilerden oluşan Ankara Gazi Eğitim Enstitüsü'ne
müdür olarak atanır.
Gazi Eğitim Enstitüsü'nde, kendisinin hem arkadaşı hem de meslektaşı eğitimci
İsmail Hakkı (Tonguç) da öğretim üyesidir. Yakın bir işbirliği içindedirler.
Bu dönemde, Hasan-Âli, 1917-1933 yılları arasında yazdığı didaktik şiirlerini
"Dönen Ses" adıyla yayınlar. Bu şiirleriyle, çocuk edebiyatına
katkıda bulunmuş şairlerden birisi olarak kabul edilir.
2-7
Politik Hayata Geçiş
Hasan-Âli, 1933 yılı sonunda Maarif Vekaleti Orta Tedrisat Umum Müdürlüğü'ne
atanır. Bu dönemde, üniversiteye geçişteki önemi nedeniyle liselerde reform
düşüncesi üzerine yoğunlaşır. Bu çerçevedeki araştırmaları ve düşüncelerini
"Türkiye'de Orta Öğretim" adlı eseriyle ortaya koymayı dener.
Genel Müdürlüğü döneminde, bir gün, Bakan Hikmet (Bayur)" mevzuata aykırı
bir ricada bulunur; tartışırlar. Bunun üzerine, maddî bir güvencesi olmamasına
rağmen istifa eder. Ancak Bakanın özür dilemesiyle görevine döner. Bu arada
seçim tarihi yaklaşmaktadır. 1934'te Cumhuriyet Halk Partisi'ne dilekçe vererek
"Milletvekili adayı olarak önerilmesi"ni sağlar; İzmir Milletvekili
olarak Meclise girer.
O'nun, özellikle 1935-37 yılları arasında yayınladığı yazıları hem eğitim ve
kültür alanındaki yoğun ilgisinin belgesi, hem de Maarif Vekilliği'ne
hazırlandığının göstergesi niteliğindedir.
3-
HASAN-ALÎ YÜCEL'ÎN MAARİF VEKİLLİĞİ
3-1 Bakan Oluşu
Cumhuriyet'in kurucusu Atatürk ölmüş, Na'a'şını Büyük Millet Meclisi adına
taşıyacak grup kur'a çekilerek oluşturulacaktır.
Hasan-Âli Yücel, seçilen 12 Milletvekili arasındadır. Sevgiyle bağlı olduğu
Atatürk'e karşı son görevini yerine getirir. 11 Kasım 1938'de İnönü
Cumhurbaşkanı seçilir. 28 Aralık 1938'de, Hasan-Âli Yücel, 41 yaşında, iken
istifa eden Saffet Arıkan'ın yerine, Celal Bayar kabinesinde Maarif Vekili
olur. Özellikle Cumhurbaşkanı l.İnönü'nün desteğiyle, yakın çalışma ve dost
grubunun katılımıyla büyük bir reform hareketi başlatır ve gerçekleştirir.
Ülkemizin bugüne gelişinde, O'nun dönemindeki bu reformların yadsınamaz bir
işlevi olduğu açıktır.
3-2
Reformlar 3-2.1 Kongre ve Şuralar
Hasan-Alİ Yücel, l ve 2 Mayıs 1939 tarihlerinde, On Yılhk Neşriyat Sergisi ve
Birinci Türk Neşriyat Kongresi'ni açar, Yazarlar, yayıncılar, eğitimciler,
araştırmacılar, sanatkarlar, milletvekilleri, bakanlık görevlilerinden oluşan
kongre, çeşitli alt gruplara aynlarak sorunlar ve öneriler üzerinde çalışır.
17 Temmuz 1939'da da bilim adamları, eğitimciler, yazarlar ve sanatçıların
katıldığı, eğitim sisteminin ilkelerini ve okul programlarını belirlemek
amacıyla Birinci Maarif Şürası toplanır. Böylece millî eğitimde çok önemli bir yeri
olan bir gelenek başlatılır. 15-21 Şubat 1943 tarihlerinde de -yine Yücel'in
başkanlığında- İkinci Maarif Şurası okullarda ahlak terbiyesinin geliştirilmesi
gündemiyle açılır. Aynı yılın Ocak ayında Bakanlık'la öğretmenler arasında
iletişimi sağlamak için Tebliğler Dergisi, Şubat'ında da İlköğretim Dergisi
yayınlanır.
3-2.2
Birinci Devlet Resim ve Heykel Sergisi
1930'lu yıllar içinde, güzel sanatlar alanında çeşitli adımlar atılmış; ulusal
değerlerin oluşturulması ve geliştirilmesi doğrultusunda oldukça büyük mesafe
alınmıştır. 31 Ekim 1939'da, Hasan-Alİ Yücel, söz konusu adımların sonucu
olarak Birinci Devlet Resim ve Heykel Sergisi'ni açar. Her yıl 31 Ekimde bir
kere düzenlenen bu sergi Ankara'da kurulur ve bir ay devam eder. Sergiye,
1939'dan itibaren Maarif Vekilliği'nin yılda üç sayı yayınladığı Güzel Sanatlar
Dergisinde yer verilir. Bu dergi, Türkiye'de renkli röprodüksiyonlan ilk kez
vermesînden dolayı oldukça önemli bir işlev görmüştür.
Günümüzde, resmi kurumlarda ve bankalarda bulunan zengin tablo ve resim
kolleksiyonlarının büyük kısmının bu sergiye katılmış eserlerden oluştuğu
düşünülürse, önemi daha İyi anlaşılır.
3-2.3
Basılı Yayınlar
3-2.3.1 Tercüme Bürosu
Hasan-Âli Yücel, Birinci Neşriyat Kongresi'nde dünyayı, özellikle batıyı tanımak
zorunluluğunun altını çizmiş, "bu zorunluluk, bizi geniş bir tercüme
seferberliğine davet ediyor," demiştir.
Bu düşünceyle kurulan Tercüme Heyeti, ilk toplantısını 28 Şubat 1940'ta,
Ankara'da yapar. Heyet, Dr. Adnan Adivar başkanlığında dört toplantı yapmış ve
bir Daimî Büro" oluşturmuştur.
Nurullah Ataç'ın yönettiği Büro'nun üyeleri arasında Saffet Pala, Sabahattin
Eyüboglu, Sabahattin Ali, Bedrettin Tuncel, Enver Ziya Karal ve Nusret Hızır
vardır.
Kuruluşundan kısa bir süre sonra hızla çalışmalar başlar; 1946 sonunda, dünya
edebiyatı klasiklerinden 496 eser Türkçeye çevrilir. Bu eserlerin yanında,
özellikle felsefe ders kitabı sıkıntısı nedeniyle önemli kimi filozofların
kitapları Türkçe'ye kazandınlır. 19 Mayıs 1940 yılmdan itibaren iki ayda bir Tercüme
Dergisi yayınlanır.
3-2.3.2
Ansiklopedi ve Dergiler
Maarif Vekaleti, Leiden'de İngilizce, Fransızca ve Almanca olarak yayınlanan
İslam Ansiklopedisi'nin çevirisini kararlaştırarak İstanbul Üniversitesi
Edebiyat Fakültesi'ni görevlendirir. 13 Ciltlik bu ansiklopedi 1988'de
tamamlanmıştır.
Daha sonra adı Türk Ansiklopedisi olarak değiştirilen ve İlk resmî ve telif
Türkçe ansiklopedi olan İnönü Ansiklopedisi'nin ön çalışmaları başlatılır. Bu
ansiklopedi 33 cilt halinde -yıllar içinde- ancak tamamlanabilmiştir.
Ayrıca, 1943-54 yılları arasında da Celal Esat Arseven'in hazırladığı 5 ciltlik
Sanat Ansiklopedisi yayınlanmıştır.
1939'dan itibaren İlköğretim 1939, Maarif Vekilliği Tebliğler Dergisi 1939,
Teknik Öğretim 1940, Tercüme Dergisi 1940, Tarih Vesikaları 1941, Kadın-Ev 1943
ve Köy Enstitüleri 1945 gibi dergilerin çıkarıldığı görülür.
3-2.4 Köy
Enstitüleri
17 Nisan 1940'ta Köy Enstitüleri yasası çıkarılarak Köy Enstitüleri kurulmaya
başlanır. 1942-43 öğretim yılında, bu okullara öğretmen, yönetici, gezici
başöğretmen, ilköğretim müfettişi ve kesim müfettişi yetiştirmek için,
Hasanoğlan Köy Enstitüsü bünyesinde Yüksek Köy Enstitüsü kurulur.
Sayıları zamanla 21'i bulan Köy Enstitüleri, 1944'ten sonra yılda ortalama 2000
öğretmen yetiştirmiştir. Ne var ki, 1946'da bu öğretim kurumları -tartışma
konusu olmaları nedeniyle kapatılmıştır.
3-2.5
Ankara Devlet Konservatuvarı
Ankara Cebeci Semtinde, 1924'te Musîki Muallim Mektebi kurulmuştur.
Sonra, Mustafa Kemal, müzik eğitimi alanında da reformlar istediğini belirtir.
Niliayet, bir takım ön hazırlıklar yapılır; 20 Mayıs 1940'ta Devlet
Konservatuvarının kuruluş yasası çıkarılır.
Başlangıçta müzik ve temsil kolundan oluşan bu konservatuvarın ülkemiz sanat
hayatında büyük etkisi olmuştur.
Ayrıca, konservatuvar île Tercüme Bürosu arasında ilişki sağlanmış; çeviriler
yoluyla Türk tiyatro yazarları ve oyuncuları için örnekler sunulmuştur.
Günümüzün Senfoni Orkestraları, Devlet Tiyatroları ve Operaları (hatta bazı
özel tiyatrolar) bu kaynaktan beslenerek
oluşmuştur.
3-2.6
Dude Yenileşme
Hasan-Âli Yücel, 1940-41 yıllarında, dilin Türkçeleştirilmesi ve bütün bilim
dallarmın ifade aracı haline gelebilmesi doğrultusundaki çalışmalara ağırlık
verir, ilkin, 6 Haziran 1941'de Birinci Coğrafya Kongresi'ni toplar. Sonra Gramer
Komisyonu'nu toplantıya çağırır. Tahsin Banguoğlu'na "Ana Hatlarıyla Türk
Grameri" adlı bir eser hazırlatır ve yayınlatır. Ardından, Teşkilat-ı
Esasiye Kanunu'nun dilinin Türkçeleştirilmesine katkıda bulunur.
Ayrıca, çeşitli bilim dallarının sözlükleri yayınlanır: İmla Kılavuzu 1941,
Gramer Terimleri 1942, Coğrafya Terimleri 1942, Felsefe ve Gramer Terimleri
1942, Hukuk Lügati, Tıp Lügati 1944, Türkçe Sözlük 1944 gibi. Bunların dışında,
"Tanıklarıyla Tarama Sözlüğü"nün ilk ciltleri yayınlanır.
3-2.7 Ders
Kitaplarında Standardizasyon
Dil Kurumu tarafından hazırlanan terimler, 1939'dan başlayarak ders
kitaplarında kullanılmaya başlar. Ayrıca, ders kitaplarının hem basılması, hem
de yurt genelinde hizmete sunulması için bir teşkilat kurulur. 1940 yılında
"Ders Kitapları Düzeltme Kılavuzu" yayınlanır.
3-2.8
Meslekî ve Teknik Öğretim
Meslek okullarının sorunlarını çözümlemek amacıyla 1933'te, Maarif vekilliği
bünyesinde Meslekî ve Teknik Öğretim Genel Müdürlüğü kurulur. 1941'de vekalet
merkez örgütünün yeniden düzenlenmesi sürecinde, Bakan'a bağlı ikinci bir
müsteşarlık (Meslekî ve Teknik Öğretim Müsteşarlığı) oluşturulur. 1942-43
öğretim yılında, bu alandaki okul sayısı 113 iken 1949'da 275'e, kurs sayısı
ise 42 iken 470'e çıkar.
3-2.9
Beden Eğitimi ve Spor
22 Ekim 1938'de kurulan Beden Terbiyesi Genel Müdürlüğü, 29 Mayıs 1942'de
Maarif Vekaletine bağlanır, başına da başarılı bir sporcu olan Vildan Aşir
Savaşır getirilir, İkinci Dünya Savaşı sonrasıdır. Uluslararası ilişkiler
gelişmeye başlamıştır. Bu ilişkilerin oluşturduğu atmosferde, Türk Sporu
yurtdışına açılmaya başlar; bu durum sporcular için tam bir teşvik olur.
Hasan-Âli Yücel, çok geçmeden, 18 Şubat 1946'da Beden Eğitimi ve Spor Şurası'nı
açar. 6 gün süren Şura'da beden eğitimi ve sporun sorunları tartışılır,
çözümler üretilir ve bir program hazırlanır.
3-2.10
Eski Eserler ve Müzeler
Eski eserlerin bakımı, onarılması çalışmaları ve müzelerin kurulması, kuşkusuz
Atatürk zamanında başlar.
1944'te, bu alandaki çalışmaların daha sağlıklı yürütülebilmesi amacıyla Eski
Eserler ve Müzeler Genel Müdürlüğü kurulur. 16 Şubat 1945'te de 12 müzecilik
uzmanının katıldığı Eski Eserler ve Müzeler Birinci Danışma Komisyonu toplanır.
Açış konuşmasını -doğal olarak- Hasan-Âli Yücel yapar.
3-2.11
UNESCO'yla İlişki
Hasan-Âli Yücel, 1945'te, 4-20 Kasım arasında Londra'da toplanan ve 43 ülkenin
katıldığı UNESCO toplantısında ülkemizi temsil eder.
O, burada yaptığı konuşmada, "Birleşmiş Milletler'in eğitim ve Öğretim
alanında yapacakları iyi İşbirliğinin dünya barışının temeli olduğu"nu
vurgular.
UNESCO'nun statüsüne ilişkin anlaşma 20 Mayıs 1946'da Türkiye tarafından
imzalanır; üç yıl sonra da UNESCO-Türkiye Millî Komisyonu Ankara'da toplanır.
3- 2.12
Üniversiteler Yasası
O'nun döneminde, Ankara Fen Fakültesi (1943), İstanbul Teknik Üniversitesi
(1944.) ve Ankara Tıp Fakültesi (1945) kurulur. Dört yıl gibi bir hazırlıktan
sonra, 15 Haziran 1946'da 4936 sayılı Üniversiteler Yasası çıkarılır.
Bu yasayla, yüksek öğretim kurumlarının Bakanlıkla olan "sıkı bağı"
önemli ölçüde gevşetilmiş, mevcut kuruluşlar yapısal bir bütünlüğe
kavuşturulmuş, böylece üniversiteye organik bir karakter kazandırılmıştır. Bu
yasanın getirdiği bir başka sonuç, "dışarıdan denetim" yerine
"içeriden denetim" getirmiş olmasıdır. Ankara Üniversitesi de bu yasanın
sonucu olarak kurulmuştur.
4- HASAN
ALİ YÜCEL'İN İSTİFASI, SON YILLARI VE ÖLÜMÜ
4-1 İstifası
Hasan-Âli Yücel, 5 Ağustos 1946'da 7 yıl ve 7 ay sürdürdüğü Millî Eğitim
Bakanlığı görevinden -çeşitli nedenlerle-istifa eder.
4-2 Son
Yılları
İstifasının ardından Hasan-Alİ Yücel, gazetecilik görevine döner; dönemin etkin
bir gazetesi olan Ulus'ta yazılar yayınlar, 21 Kasım 1950'de, söz konuşu
gazeteyle ilişkisi bozulunca, üyesi olduğu partiden de ayrılır, politik
hayatını noktalar.
1950-1960 arası bu son dönemde, Cumhuriyet'te "Köşemden" başlığı
altında yazılar yazar, yurtdışı gezilere çıkar;
Kıbrıs ve İngiltere gezilerinden sonra izlenimlerini, düşüncelerini
"Kıbrıs Mektupları" ve "İngiltere Mektupları" adıyla
yayınlar. Bir süre (1956'dan itibaren) İş Bankası Yayın İşlerini yönetir,
1960'ta bunu da bırakır.
4-3
Rahatsızlığı ve Ölümü
Bir döneme damgasını vuran eğitim ve kültür adamı Hasan-Âli Yücel, kalp ve
şeker rahatsızlığı nedeniyle kendini iyi hissetmemektedir. Yazı İstanbul-Orhantepe'de
geçirir. 1960 Eylül ve Ekim aylarında Millî Eğitim Planı'nın hazırlık
çalışmalarını yürüten komisyon toplantılarına katılır. Kasım ortalarında
UNESCO'nun II. Genel Kurul Toplantısına katılmak üzere Paris'e gider.
Yücel; 26 Şubat 1961 sabahı, İstanbul'da misafir olarak kaldığı Prof.Dr. Tevfik
Sağlam'ın evinde enfarktüs'ten vefat eder. Cenazesi, 3 Temmuz 1943'te açılışını
yaptığı İstanbul Üniversitesi Tıp Fakültesi 3- Îç Hastalıkları Kliniği'nden
alınarak Ankara'ya getirilir. Dil ve Tarih Coğrafya Fakültesinde katafalka
konulur ve 2 Mart'ta büyük bir törenle Cebeci Asri Mezarlığı'nda toprağa
verilir.
***
(1) Metin;Talim ve Terbiye Kurulu Başkanlığı Kurul Uzmanı S.ELÎBOL ve
Figen EKEŞ tarafindan-öncelikle M.Çıkar'ın Türkiye İş Bankası Yayınları arasında
yer alan çalışması esas alınarak hazırlanmıştır.