Demirel’in
yakın çalışma arkadaşı Mehmet Dülger ODA TV’nin sorularını yanıtladı:
“Siyasi
hayatımızda bugün yaşanan güçlüklerin kaynağında, Demokrat Parti, Adalet
Partisi, Doğru Yol Partisi gibi bir
merkez partisinin anlayışının ve kadrolarının bulunmaması yatıyor…”
Nurzen
Amuran: Merkez partisi diye değerlendirip milletvekili olduğunuzu söylediğiniz
AKP, bugün dışardan baktığınızda “merkez partisi” olma niyetini sürdürüyor mu,
geleneksel muhafazakarlık mı ağırlıkta yoksa dinsel ağırlıklı bir
muhafazakarlığı mı ön plana taşıyor, çağdaş demokrasiyle bağlantıları nedir?
Mehmet
Dülger: Demokrasiyi ilerletme görüşlerine destek vermek için, benim AK
Parti milletvekili olduğum dönemde (2002 – 2007), parti fikriyatının
konuşulduğu vesilelerde, AK Parti Genel Başkanı Sayın Recep Tayyip Erdoğan,
klasik anlamda bir “merkez partisi” olmaktan ziyade, AK Parti’nin “toplumun
merkezini” oluşturan bir parti olduğunu ifade ediyordu. Merkez fikriyatını
paylaşan insanların reylerini yoğunlaştırdıkları bir parti anlayışı… Yani,
seçmenler yeni AK Partiden merkez parti oluşturmasını bekliyorlardı.
Merkez
parti denilince siz neyi anlıyorsunuz?
“Merkez
parti”, fikriyatında, kişinin ne inancı veya inançsızlığı, ne mezhebi, ne etnik
aidiyeti ile ilgilenilir. Merkez Parti, kimlik konusunda, kişinin hiçbir
özelliğine karışmaz, o özelliği yönlendirmeye kalkışmaz. Aksine, o
özelliklerdeki çeşitliliği ülkenin önemli bir zenginliği olarak görür. Merkez
Parti, toplumun genel isteği olan hürriyetler, üretme, istihdam, ihracat,
kalkınma, herkese demokrasi, refah artışı, refahtan herkesin pay alması, yaygın
ortak kültürün korunması ve yaşanmasını hedef alır. Kişilerin, hayatlarını bu
özellikleri muhafaza ederek geliştirerek sürdürmelerini ve bu özelliklerin
varlığının garanti edilmesini ön plana alır.
AK Parti,
bu konuda, hiçbir zaman, meseleyi ifade ettiğim açıklıkta ortaya koymaya
girişmedi. Daha sonra oluşturulan, pek de ne olduğu anlaşılmayan ve
anlatılamayan, siyaset literatüründe de yer almayan “muhafazakâr demokrasi”
fikri dillerde dolaşmıştır. Bugün, bu konuda kimsenin pek bir şey söylediği
yoktur.
“SENİN
NAMAZ KILMADIĞIN ANLAŞILIYOR, BAŞKA KAPIYA!”
AKP bugün
nasıl bir partidir?
AK Parti,
bünyesi ve gelenekleri itibariyle, bir “merkez partisi” olamaz. Bugünkü
manzarası açısından, dini hassasiyet vurgusu ile Milli Selamet / Refah /
Fazilet / Saadet Partilerini, ekonomik anlayışı ve uygulamaları ile dışa
tavizkâr Anavatan Partisi’ni hatırlatan, inşaatçılık ve belediyecilikle rant
arayan, üretim-istihdam yerine fakir seçmene iane dağıtan, kendine has bir karışım
manzarası arz ediyor. Bu karışımın bir “merkez parti kimliği” ile ilgisi
yoktur. İş talebinde bulunan bir vatandaşın ütülü pantolonuna bakıp “Senin
namaz kılmadığın anlaşılıyor, başka kapıya!” diye kovalayan muamelenin, bir
merkez partisinde yeri yoktur!
Zaten,
siyasi hayatımızda bugün yaşanan güçlüklerin kaynağında, partiler
yelpazesinde, bence, gerçek anlamı ile - Demokrat Parti, Adalet Partisi, Doğru
Yol Partisi gibi - bir merkez partisinin anlayışının ve kadrolarının
bulunmaması yatıyor. Aslında, gerçek ve sağlam bir siyasi ideoloji olan
“muhafazakârlık”, AK Parti’nin fikriyatında, sadece, ileri bir dinî hassasiyet
olarak yer almakta idi. Simgeler üzerinden siyaset yaparken gerçek dinî
hassasiyetin kaybedildiğini düşünüyorum. Bunun ötesini ele aldığınızda, yaşanan
siyasî ortamdan, daha ziyade; din kültürü zayıf, kapalı köy ve kasaba çevresi
anlayışını aşamayan, ibadete ağırlık verip, dinin ahlâk anlayışını sessiz
geçen, bu bağlamda, geldikleri İmam-Hatip geleneğine bile saygı göstermeyen,
bazı tarikat ve cemaatlerin çerçevelediği bir dinî anlayış, şahıs kültü, mutlak
itaat davranışı olarak özetleyebileceğim bir ortam anlaşılmalıdır.
Bu
çerçevenin, fikir ve ifade özgürlüğünü, tartışma geleneğini, medeni cesareti,
toplum içinde organize olma, örgütlenme, hak arama, kitle haberleşme ve
iletişim araçlarını serbestçe kullanma, toplumun demokratikleşme eğilimini
siyasete taşıma gayreti düşük olmuştur. Ne milletvekili, ne parti gurubu, ne de
genel olarak Meclis, konuşmak, tartışmak babında büyük kısıtlamalarla karşı
karşıya olup, sabahın ilk ışıklarına kadar süren müzakerelerde, sadece,
torbalara tıkılmış maddelerin hızla geçirilmesi hedef alınmaktadır. Dış dayatma
ile Oslo-MİT-Öcalan hattında yürütülen gizli bürokratik “açılım süreci”,
TBMM’ye getirilmemiştir bile. Bugünün cari anlayışının, özgürlüklerin bütününe
sahip olma gibi bir idraki, müsamaha, anlayış, farklılıklarına eşit saygı gibi
bir çerçeve içinde yaşamayı hedef alan bir demokrasi ile sıkı bağlarının
olduğunu iddia etmek, herhalde fantezi bir düşünce olacaktır.
İÇİNDE
YAŞADIĞIMIZ SIKINTILARIN ESAS KAYNAĞI SEÇİM SONRASI GÜVENOYUNA HENÜZ GİTMEMİŞ
BİR GEÇİCİ HÜKÜMETİN DEVAM EDİYOR OLMASIDIR.
7 Haziran
seçimlerinden sonra çoğunluğu kaybetmiş bir iktidarın eski iktidarın devamı
gibi hareket etmesini siz nasıl değerlendiriyorsunuz?
Seçim
sonuçları ile milletimizin ifade etmek istediği tabloyu isabetle ve samimiyetle
değerlendirerek okumak, gerçekten, birikimli siyasetçilerin işidir. Seçim
ertesinde, bu tablonun iyi okunduğu kanaatinde değilim. İktidar da, muhalefet
de, milletimizin ne demek istediğini kavrayamadıkları için, iktidar, eski
iktidar gibi devam etmek istemekte, muhalefet ise, amacını belirleyememiş bir
halde, günlük ilhamlarla, çelişkilere düşmekten endişe etmeden, gün
doldurmaktadır. Dikkat edilmesi gereken bir nokta da, çok partili hayata
girdiğimizden bu yana, seçim sonuçlarının ilanından itibaren, hükümet kurma
eyleminin, bu kadar uzun zaman aldığı ilk dönemi idrak etmekte olmamızdır.
Bünyesinde,
artık milletvekili sıfatı taşımayan kişilerin Bakan olmaya devam ettikleri,
güvenoyunun söz konusu edilmediği, yenisi oluşturulana kadar cari işleri
yürütmekle görevli ve şimdiki manzarası ile,uzatmalı bir hükümet, ülkenin karşı
karşıya bulunduğu hayatî konuları, milletin iradesine uygun olarak çözebilme
gücünden, siyaseten ve hukuken mahrum gözükmektedir. Buna
rağmen, ciddî icraat yaptıkları görülüyor. Bugünkü hükümet, dışardan Milli
Savunma Bakanı atamış, Meclis’in tatilde olduğu bir dönemde, Askerî
Şûra’yı beklemeden, NATO ile istişare edip, sorumluluğa NATO’yu dâhil
etmeden, İncirlik Üssü’nü ABD’nin kullanımına açmıştır. ABD, PKK’nın Suriye
uzantısı PYD’yi desteklediğini açıklamış, PKK terörü bu ara dönemde tekrar
azmıştır.
İçinde
yaşadığımız günlerin sıkıntısının esas kaynağı, seçim sonrası, güvenoyuna henüz
gitmemiş bir geçici hükümetin devam ediyor olmasıdır.
SEÇMEN
İRADESİ SADECE YÜZDE 41’LİK AK PARTİYE TEVCİH EDİLMİŞ BİR TERCİHTEN İBARET
DEĞİL
Bu noktada
AKP’nin son söylemleriyle ve kararlarıyla önem verdiklerini iddia
ettikleri “millet iradesi” veya “sandık iradesine” saygı duyduklarına nasıl
inanacağız?
İzin
verirseniz, önce “sandık iradesi” veya “millet iradesi” adı verilen kavrama bir
açıklık getirelim. Belirli bir seçim sonucunda ortaya çıkan “irade”, sadece
iktidarın değil, muhalefetin de siyasi gücünü tayin eder. 7 Haziran seçimi
sonucunda, seçmen, AK Parti’ye yüzde 41 oy vermişse, diğer partilere de toplam
yüzde 59, her bir partiye de ayrı ayrı, aldıkları oranda oy vermiştir. “İrade”
söz konusu seçime mahsustur ve bu oranların tümünün ortaya koyduğu resimdir. O
resimde, seçime katılıp TBMM’ye girmiş her partinin rengi ve hakkı yer alır.
Başka bir seçimde,oy oranları, başka bir irade tablosu çizecektir. Diğer bir
deyişle, seçmen iradesi, sadece yüzde 41’lik AK Parti’ye tevcih edilmiş bir tercihten
ibaret değil, aynı zamanda, toplam yüzde 59 olarak TBMM’ye giren diğer
partiler için de ifade edilen bir tercihtir.
“İrade”, siyasi
mahiyettedir. Siyaseten eylem yapma meşruiyetini ortaya koyar. Seçim sonrası bu
irade Meclis’te şekil alır, güvenoyu ile yönlendirilir. “Hukukî meşruiyet” ise
ayrı bir konudur. Siyaseten eylem yapmasına meşru olarak Meclis’in rıza
gösterdiği iktidar, hukuki meşruiyetini oy oranından değil, yargının objektif
olarak uyguladığı hukuk kurallarından alır. Bunun için, devlet nizamını bozacak
kanunlar çıkarılmaması, Hükümet Programının örtülü gündeminin bulunmaması,
mevcut kanunların ruhuna aykırı yorumlar yapılmaması, hukuk dışı icraata
tevessül edilmemesi lazım. Olursa Anayasa Mahkemesi iptal ediyor, ama bu süreç
zaman alıyor. Bozuk uygulamaların bir kısmının düzeltilmesi ise beklemede
kalıyor. Yozlaşmaya yol açılıyor. Bozulan düzen, bundan güç kazananlarda
iktidardan uzaklaşma korkusu ve isteksizliği doğurur.
Sandık
sonuçlarını beğenmeyip, arzu edilen farklı bir sonucu elde etme hedefini güden
fikir ve faaliyetlerin, demokratik geleneklerde yeri olmadığını düşünüyorum.
TERÖR
ORTAMI İKTİDAR OYLARINI OLUMSUZ ETKİLER
Talep
edilen erken seçim; terör nedeniyle seçim güvenliği riski, seçim maliyetinin
halka getireceği yük yanında, dile getirdiğiniz gibi halkın iradesini kabul
etmemek anlamını taşıyor. Böylesine bir erken seçimde sonuçlar değişir mi?
Sizin düşünceniz nedir?
Ben
burada, “erken seçim” deyimi yerine, “tekrar seçim” tabirini tercih ediyorum.
Zira, erken seçim, şimdiki 4 yıllık seçim dönemi içinde, dönem bitmeden önce
yapılan seçimdir. Dönem başlangıcından, mesela 3 yıl sonra, 3,5 yıl sonra gibi…
Hâlbuki bugünkü duruma, daha ilk hükümet bile kurulmadan yeni seçim istemeye,
“seçim tekrarı” demek gerekir.
4 yıllık
yeni dönemin başlamasından bu yana henüz 2 ay geçmiştir. 7 Haziran 2015 Genel
Seçimlerinde, millet iradesinin istikametini gösteren tabloda, temel bir
değişiklik olmasını gerektirecek herhangi bir karine yoktur. Ortada, daha önce
iddia edilen “sandık sonuçlarının kayıtsız şartsız kabulü” beyanlarının aksine,
şimdi 7 Haziran sonuçlarının kabul edilmemesi durumu vardır. İstenen tablo elde
edilinceye kadar, seçimler tekrar tekrar yapılacak mıdır? Gerçek şu ki, yenilen
pehlivan güreşe doymuyor. Bir seçim tekrarı, sonuçları fazla değiştirmez. Hatta
böyle bir manevra halkta tepki doğurup ters de tepebilir. Üstelik terör ortamı
iktidar oylarını olumsuz etkiler.
Güvenlik
ve maliyet konularında ifade ettiğiniz ciddi engellerin yanında, ülkenin güven
oyu almış bir hükümete ve dolayısıyla, istikrara kavuşması sürecini gereksiz
bir biçimde uzatan bugünkü tavır, demokratik olmayan bir saygısızlık
sergilemesi yanında, arka planında yer alan sevimsiz hesaplar ile büyük bir
risk almayı da içermektedir. Arzulanan sonuç bu seçimde de alınmazsa ne
olacaktır? Millet hayatında kumar oynamayı tasvip etmek söz konusu olamaz!
Üstelik biz burada seçim tekrarı için vakit kaybederken, dışarda aleyhimize gelişen
durumlar da yeni harcamalar demektir.
SİYASETTE
PARA KONUSU SESSİZ GEÇİLİR. KİMSE KONUŞMAZ
Halka
yüklenecek mali külfetten sözedilince aklıma geldi. Sayın Tayyip Erdoğan’ı
Adnan Menderes’e benzettikleri anda ”Ne alakası var?” demiştiniz ve bir anekdot
paylaşmıştınız: Aydın Menderes’e, “Senin babanın Demokrat Parti başına geçmeden
önce ne kadar toprağı vardı?” denildiğinde, “40 bin dönüm” diyor. “Peki,
Yassıada’ya gittiğinde ne kadardı?” diye sorulduğunda ise “3 bin dönüm”
cevabını veriyor. Yani Adnan Bey, kendi malını satmış ve siyasetin gerektirdiği
harcamalarda kullanmış. Anlattığınız bu anekdottan sonra, şu soru geldi aklıma:
Seçimlerde hesap verebilir yönetim anlayışı neden devre dışı kaldı?AKP,
“yönetimde şeffaflığı” istemiyordeğil mi?
Fransızların
“siyasetin sinir ucu” olarak nitelendirdikleri “para-siyaset ilişkileri”
konusunun incelenmesine ve teklifler getirilmesine, siyasi hayatımın yaklaşık
10 yılını verdim. Siyasette para konusu sessiz geçilir. Kimse konuşmaz. Siyasi
faaliyet ise, pek çok yönü ile,bazen külliyetli miktarda para gerektirir.
İleri
demokrasi kurallarını benimsemiş ülkeler, bu nazik konuya da ciddi kurallar
getirmişlerdir. Mesela, bir ABD Temsilciler Meclisi üyesi, her yılın Mayıs
ayının başında, muhtevası internetten bütün Amerikan vatandaşlarının
incelemesine sunulan bir “servet beyannamesini” vermek zorundadır. Yıllar
itibariyle gelişmeler gözlenerek, o üyenin para durumu izlenir.
Milletvekilliğim sırasında, ben de her yıl, harcımı, borcumu, varlığımı içeren
bir beyanname vermeye devam ettim. TBMM Genel Sekreterliği buna çok şaşardı.
Ben vermeye devam ettim. Ak Parti Meclis Gurubuna benzer bir teklif sunduğumda,
kabul görmedi.
Benzer
biçimde, gerçek demokrasiyi benimsemiş bütün ülkelerde, seçim masrafları, parti
giderleri, milletvekillerinin harcamaları vs. gibi nazik konular, ciddi
kurallara uygun olarak takip edilmekte ve vatandaş nezdinde siyasetin itibar
kaybetmemesine çalışılmaktadır. İtiraf edeyim ki, bizim “ileri demokrasimiz”,
bu çeşit mülahazattan mahrumdur ve bu kuralları ne zaman gözeteceği meçhuldür.
Şüphesiz, “hesap verebilir” iktidar için, “hesap sorabilir” kurumlara ihtiyaç
vardır. Bu konunun henüz kimseyi ilgilendirmediğini sanıyorum. Denetim
mekanizmaları kaldırılır, zayıflatılır; olanlar da, başta Meclis, çalıştırılmaz.
PKK terörü
giderek tırmanıyor. PKK bazı eylemlerini üstleniyor, bazıları için de,
duyulan infial nedeniyle “Bizim böyle bir eylemimiz yok, bizim adımıza verilmiş
bir talimat yok, yereldeki inisiyatif ile ortaya çıkmıştır” diyerek
sorumluluktan kaçıyor, birkaç oluşum mu var içinde, karar verici otoriteleri
birden mi fazla?
Bir eski
Bakanımızın internette yayınladığı makalelerde isimlendirdiği üzere,
“narko-terorist” bir örgüt olan PKK, esas itibariyle, alanda iktisap ettiği
ustalıkla bir “taşeron” örgüttür. Başka bir deyişle, belirli bir bölgede,
bazı güçlerin, belirli bir plan muvacehesinde yaratmak istedikleri kaotik
durumun gerektirdiği tahribatı, ücreti karşılığı icra eden bir grup haline
gelmişlerdir. PKK’da merkezi otoritenin zayıflaması, Oslo-MİT-Öcalan
görüşmelerinden beri ortaya döküldü. Kandil dışardan tutum bildiriyor, verilen
bazı kararları uygulamıyor, verilen bazı talimatları duyurmuyor. Muhtemelen
kendi içinden dolayı duyuramıyor. Mesela, Dolmabahçe kararlarından sonra Öcalan
ile Kandil’in tavırları farklıydı. Bu da Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın elini
rahatlattı. Şimdi de, HDP başka PKK başka beyanlarda bulunuyorlar. Hatta “düz
ovada siyaset” diye ortaya çıkan HDP’nin eş-başkanları bile ayrı ayrı
yerlerin mesajlarını veriyorlar.
PKK Nasıl
bir terör örgütü? Bugün hangi görevleri üstlenmiş durumda?
PKK’dan
bir çevre olarak bahsetmek daha uygun. Fikriyatlarından ziyade, onlar için,
hizmetinde bulundukları güçlerin emelleri önemlidir. Üstlendikleri işlerin
güçlüğü nispetinde karşılık almaktadırlar. Şu anda PYD’yi güçlendirmek ve
Peşmerge’yi desteklemek, Peşmerge ile beraber, Almanlardan eğitim ve silâh
almak, yeni açılacak İran ticaretinden Türk TIR’larının ve şirketlerinin
dışlanmasını sağlamak, Ermeni sınırının açılması için Ermenistan’a sınır illerden
mesaj vermek, içerde terör ile güveni sarsarak Türk ordusunu Suriye’ye mecbur
bırakmak gibi işlerle meşgul oluyorlar.
DIŞ
İLİŞKİLERİ VE ÖNLERİNE KONAN İCRA EDECEKLERİ PROJELERİN VARLIĞI PKK’NIN
MEVCUDİYETİNİN TEMELİDİR
PKK ile
IŞİD arasındaki ilişkileri ve ABD’nin bölgedeki duruşunu nasıl yorumluyorsunuz?
PKK
Suriye’de PYD bölgesi hariç, IŞİD’le sorunlu görünmüyorlar. IŞİD Musul’a
saldırdı, ABD’nin sesi çıkmadı. Erbil’e saldırdı, havadan gelip Peşmerge ile
PKK’yı destekledi. Erbil’i kurtardılar. Barzani’ye özerklik havası veriyorlar,
ama manda muamelesi yapıyorlar. Mesela, Barzani Türkiye üzerinden dışarıya
petrol satacak oldu, gidip okyanustaki tankerlerini çevirdiler; Türkiye’de
biriken satış paralarını talep ettiler. Musul ise IŞİD’in finansman kaynaklarından
biri oldu. IŞİD orada oturuyor; petrolden hisse alıyor; onunla Amerikan ve
Alman silâhlarını satın alıyorlar. Ele geçen silâhlardan bunu biliyoruz. IŞİD
Musul’daki Türk Konsolosluğunu 11 Haziran 2014’te bastı, Konsolosluk kapandı.
ABD ve Avrupa sustular; Bölgedeki danışıklı dövüş gözden kaçmamalı.
Bu
açıdan,PKK’nın hiçbir beyanatının önemi yoktur, doğruluğu yanlışlığı
tartışılmaya değmez, hiçbir beyanlarında doğruluğun aranması söz konusu
olmamalıdır. İşlerine geldiği üzere tavır alırlar. Kesinlikle itimada şayan
değillerdir. Etraflarına ördükleri meçhulat ve korku halesi, onları,
olduklarından önemli ve kudretli gösterebilir. Haklarında bilgimiz sınırlı
ve yetersiz… Dış ilişkileri ve önlerine konan icra edecekleri projelerin
varlığı, PKK’nın mevcudiyetinin de temelidir. BOP Projesinin
parçasıdırlar. Bu yüzden, altedilmesi zaman alacak bir örgüt olduklarını
düşünüyorum.
ABD,
Ortadoğu’da, rahmetli Turan Yavuz’un deyişiyle “Kürt kartını” elden bırakmıyor.
Ancak, PKK’nın uzantısı olan PYD’yi mi, yoksa Barzani’yi mi asıl sorumlu hale
getirecek net değil. Size göre ABD bölge için hangi grubu daha güvenilir
buluyor, hangisi kullanılıyor?
Ta
1860’lardan bu yana, Orta Doğu’nun tabiî zenginliklerine gözlerini dikmiş
bulunan büyük güçlerin temel amaçları, bu zenginliklere devamlı ve düşük
maliyetli olarak sahip olmak, zengin topraklar üzerinde yaşayanları, birbirleri
ile tükenmek bilmeyen ihtilaflarla perişan etmek, yandaş idareler ya da
hükümetler getirmeye çalışmak, fukaralık, cahillik ve çaresizlik pençesinde
helâk olmalarını büyük bir kayıtsızlıkla gözlemektir. Çeşitli vesileler ve
anlaşmalarla (!)kurdurulan kukla devletlerin marifeti ile bu zenginlikleri
kendi topraklarına ve kendi halklarına transfer etmek, ölçüsüz kazançlar
realize etmektir. Bu amaçla, gözlerini binlerce mil uzaktaki efendilerinden
ayırmayan, itaatkâr “manda devletler”in oluşturulması, ideal bir çözüm olarak
görülmektedir. Büyük Orta Doğu Projesi (BOP) budur.
“PARALEL
SAHNESİ” KURULARAK POLİSTEŞKİLÂTI’NIN KOMUTA KADEMESİ TASFİYEYE UĞRADI. DEVLETİN
GÖREVİ KURUMLARI TASFİYE ETMEK DEĞİLDİR
TBMM’de 1
Mart 2003 tezkeresinin reddi neleri değiştirdi neleri engelledi?
1 Mart
2003 tezkeresinin TBMM’den geçmemesi, Kerkük-Musul-İskenderun hattına, Türkiye
sınırları içinde bir koridor oturtmanın önünü kesmiş oldu. Yani, bizim 1975’te
açtığımız Kerkük-Yumurtalık petrol boru hattı varken tekrar gelip üzerine
oturuyorlar. Hatırlarsanız, daha tezkere gelmeden İskenderun’dan Mardin’e kadar
olan bölgede, sınırdan 100 km içeri kadar yerlerde yabancı birliklerin kira
sözleşmeleri bile yapılıyordu. Amerikan uçak gemileri İskenderun Limanı
açıklarında demirliydiler.
Yine
hatırlarsınız, o dönemde de Genel Seçimler yeni olmuş ve Meclis, AKP ve Hükümet
henüz oturmamıştı. Abdullah Gül bir hükümet kurmuş, seçimlere sokulmayan AKP
başkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın Meclis’e girebilmesi için ara seçim
yapılıyordu. Demek ki, belirsizliğin bulunduğu dönemlerde, “müttefiklerimizin”,
yangından mal kaçırma esasına göre işleyen, asil olmayan bir politikaları var.
Eğer bunda ortak menfaatimiz olsa böyle yapmazlardı. Demek ki, Türkiye’nin
aleyhine olacak bir durum söz konusu idi.
Tezkere
çıkmayınca, Türkiye, toprak bütünlüğünü korudu, ama büyük bedel ödedi. TSK üst
kademesini tasfiye eden Ergenekon, Balyoz vb. davaların, darbe tevatürleri ile
değil, bu duruşumuz ile ilgili olduğu değerlendirilebilir. İş bitince “paralel
tartışması” başladı. TSK operasyonunun uzantısı, tam 7 Haziran 2015 Genel
Seçimleri sırasında, Seçim Kanunu gereği, İçişleri Bakanı’nın görevi bıraktığı,
yerine vekâleten bir atama yapıldığı sıraya rastladı! Jandarmanın
devletteki yerinin belirsizleştirilmesi, Polis Kolejlerinin kapatılması,
öğrencilerin eşyalarıyla birlikte kapı önüne konması ve üst kademe Milli
Emniyet Teşkilatı kadrosunun emekliye sevk edilmesidir. Böylece “paralel
sahnesi”kurularak PolisTeşkilâtı’nın komuta kademesi tasfiyeye uğradı. Bütün
bunlar, Türkiye Genel Seçim tartışmaları içinde iken olup bitti. Olanları
denetleyecek, Anayasa Mahkemesine götürecek Meclis, seçimler amacıyla
dağılmışken… Yapılan işin vahametini kavrayabiliyor muyuz? Devletin görevi,
suçlu olan varsa bunları bulup mahkemeye sevk etmektir, kurumları tasfiye etmek
değildir. Stratejik düşünceyle, TSK ve Polis Teşkilâtı’nın üst kademelerinin
tasfiyesinin kimin işine yarayacağını çözerek, faillerini bulabiliriz. Yine
geliyoruz, “ehliyet” yerine “sadakat” tayinlerine. Kime sadakat?
Türkiye
ile beraber petrol taşımak varken, neden bu kadar dolambaçlı yollara sapıldı?
Kerkük-Musul-İsrail hattı için, Kuzey Irak ve Kuzey Suriye’den bir koridor
açılmaya çalışılıyor. Yani 2003 koridor projesi 100 km güneye kaydırıldı.
Bölünmüş bir Irak ve Suriye ile bölgeye daha kolay hâkim olunabileceği
söylenmekte... Onun için PKK, Peşmerge, Barzani, PYD, hatta IŞİD hiç fark
etmez! Hepsi bu oyunda kullanılacak araçlardır.
PKK
SÖYLEMLERİ ÜZERİNE AVRUPA BİRLİĞİ KÜLTÜR FARKLARI ARAŞTIRMASI YAPTIRDI, KÜLTÜR
FARKI BULAMADILAR.
Burada
önemli olan bizim Kürt kökenli yurttaşlarımızın da güvenliği,değil mi?
Elbette..
Kürt kökenli vatandaşlarımız, ne Öcalan’ın, ne de PKK’nın temsil ettiği gibi
bir düşünceyi benimsemiyor. Burada hataya düşülmemelidir. Eylemci grupların
medyada yaptığı şamata halkı yansıtmıyor. Hayatını yaşayan Kürt kökenli
vatandaşlarımız yanında, Türk-Kürt karma evliliklerle oluşmuş büyük bir kitle
var. Kürtçülük bir ayrı siyaset… Ne dediklerini henüz açık bir şekilde
söyleyebilmiş değiller. Yabancı enstitülerin yazıp verdiklerini buraya
aktarmaya çalışıyorlar.. Bir kısmı ayrılıkçı, bir kısmı değil… Bir kısmı İslâm
şuurunda, bir kısmı Marksist... Kürt terörü ayrı bir kanat. İçlerinde bölünmüş
olmaları yanında, liderler de birbirine ters düşüyor. Dışardan besleniyorlar.
Kürt halkının zenginiyle, fakiriyle, onlara pahalı silahlar alıp vermeye niyeti
yok. Ama PKK baskısı altında, sandığa dahi gitmeden oy yollayan yerleşimler
var. Öte yandan, bugün artık okumuş, meslek sahibi – iş sahibi olmuş Kürt
kökenli kitle artmıştır. Eşit vatandaşlık şartlarını kullanıp istedikleri yerde
iş yapıyorlar. Kandırılmaları artık daha zordur. Bu kimselerin kalkıp da
“özerk bölge olmuş, yakında bağımsızlık verilecekmiş” diye Kuzey Irak’a göç
ettiklerini görmüyoruz. Türkiye’deki herkes gibi ülkenin normal hayatına
katılarak, paylaşarak yaşamak istiyorlar. Bu herkes gibi haklarıdır. Neden
kullanmasınlar? Bu kesim haraç da vermek istemiyor, düzen kurulmasını istiyor.
Kürt kesimin liderliğine soyunanların da bu durumun farkında olduğunu düşünüyorum.
Yabancıların işine gelmese bile, politikalarını gözden geçirmeleri gerekecek.
Ermeniler yabancılar için savaşıp hayatlarını kaybederek kendilerine yazık
etmediler mi? Şimdi neden Kürtler kullanılsın? Biraz akıllı olalım. Bizim bin
yıllık kardeşlerimiz. Etle tırnak gibiyiz; tahinle pekmez gibi karışmışız.
Neresinde tutup da ayrıştıracaklar? PKK söylemleri üzerine, Avrupa Birliği
kültür farkları araştırması yaptırdı. Kültür farkı bulamadılar; dil üzerinde
oynuyorlar. Ama Kuzey-Güney dil farkını çözemedikleri için Sudan Modeli önerisi
gelebilir.
Hükümetin
açılım sürecindeki duruşunu nasıl değerlendiriyorsunuz?
Hükümet,
açılım sürecinde bazı tavizler vermiştir. Sonuçlarını hep beraber gördük.
Sürece katkı olarak PKK silâh teslim edip sınır dışına çıkacaktı. Nerede? Doğu
Bölgesi için çıkarılan hâkimiyet söylentilerinin propaganda amaçlı olduğunu
bölgeyi tanıyan herkes biliyor. Türkiye’de merkezî otoritenin zayıflayacağını
düşünmüyorum. Türkiye devlettir. Geleneği olan bir devlettir. PKK eşkıya
gruplarından oluşmuş iken, bir devlet olabilir mi? Yaptıkları halkı sindirmek
için şiddet ve haraç toplamak… Ayrıca, aşiretçilikten çıkmak o kadar çabuk
dönüşebilen bir yapı değildir.
DEMİRTAŞ
YUMUŞAK ÜSLUPLU ESPRİLİ SEVİMLİ BİRİ AMA “SAVAŞ VE BARIŞ” DİYE İKİ KAVRAMLA
KONUŞUYOR
HDP bu
süreçte neyi kanıtlamaya çalışıyorHDP’nin portresini çizer misiniz?
HDP’nin
durumuna gelince, eğer yüzde 13 oy alıp Türkiye Partisi haline geldilerse
demokrasi dilini kullanmak zorundadırlar. Halen ayrılıkçı PKK dilini
kullanıyorlar. Demirtaş, yumuşak üsluplu, esprili, sevimli biri ama “savaş ve
barış” diye iki kavramla konuşuyor. Türkiye’de Türklerle Kürtler savaş
yapmadılar. Bir iç savaş olmadı. Varmış gibi davranmamak gerekir. Türk emniyet
güçleri terörist saldırıları bastırmakla görevlendirildi, o kadar.. Türkiye’de
iç savaş, 1900’lerin başında, dışardan destek ve vaat alan Ermenilerle
olmuştur; Ermeniler yenilmiştir. Barış diye bir talep ortaya atıp da, yeni
kurgular için kavram kargaşası ile zemin aranmamalıdır. Yani, yüzde 13’ük
seçmen Türkiye ile savaşta mıydı? Üstelik, bu kavram açılım sürecinde
tartışıldı. “Savaş/ barış" söz konusu olmadığına göre, demokratikleşme
programıdır, onun için “açılım densin” dendi. Türkiye de bunu benimsedi.
Türkiye’de herkesin demokratikleşme ve açılım ihtiyacı var. Bu kavram onun
için tuttu. Seçmen yüzde 13 oranında oy verirken, “şu açılım sürecini
herkese açıklayın, Meclis’e getirin,” dedi. Bunu doğru okumak gerekir.
BİR
YÖNÜYLE DE TERÖR DOĞU VE GÜNEYDOĞU BÖLGELERİMİZDE GERÇEK KALKINMA HAREKETİNİN
SİNSİ BİR DÜŞMANIDIR
Terör
devreye sokulduktan sonra, bölgeye ekonomik planda nasıl zarar
verildi okuyuculara yeniden anımsatalım:
Kamu
ihalelerini alan müteahhitler tehdit edildi, araç parkları yakıldı, ihaleler
aleyhine davalar açıldı, boş yere canlara kıyıldı. Başına jandarma dikilerek
işlerin bitirildiği pek çok örnek vardır. Bütün ihalelere aynı anda çıkıldığı
halde, bakarsınız harcanamamış paralar hep Doğu’dan gelirdi. Bunun en büyük
delilini GAP Projesi ve Atatürk Barajı engellemeleriyle gördük. Bir yönü ile de,
terör, Doğu ve Güneydoğu bölgelerimizde, gerçek kalkınma hareketinin sinsi bir
düşmanıdır. Kalkınmamışlığı bahane gösterir. Kalkınma faaliyetlerini engeller.
Bu süreçte
görüldü ki, bütün Türkiye gibi, bölge halkın talebi de kalkınmaktır,
sanayileşmektir. Kalkınma planları Türkiye’ye çok şey kazandırmışlardır.
Bu alanda siyasetçiler çok gayret göstermişlerdir. 1950-1980 döneminde yurt
sathını bezeyen büyük eserler satıla satıla halâ bitirilemedi. IMF ile
Dünya Bankası, bu hırsla, DPT’yi etkisizleştirme mücadelesi verdiler. Bugünkü
Hükümet bunların iddialarına kanıyor,inanıyor. Sonuçta, kalkınma gayreti
göstermekte gerilerde kalmış, ekonomik işlevi ise inşaat yapmaktan ibaret
kalmış duruma düşüyor.
TERÖRLE
MÜCADELE HARCAMALARI İSTİHDAM YARATICI ÜRETİM YATIRIMLARINI KISITLIYOR
O
dönemlerde güneydoğudaki kırsal kesimi biraz daha analiz eder misiniz?
DPT’de
çalıştığım yıllarda Köylere gittiğimizde, en çok talep edilen şey, okul ve
tohum olurdu. 1980’den sonra köyler jandarma talep ediyorlardı. Kendilerini
teröristlerden koruyamıyorlardı. Küçük terörist grupları, köyün malına, ürününe
ortak oldular. Köylüler bu yüzden göç etmeye başladılar.. Koruculuk onun için
getirildi. Bu olumsuz ortamda bile, halk, refah artışından pay alabilmiş,
okumaya, kendini ilerletmeye çalışmıştır. Gidin, İç Ege’nin yolları, köyleri ve
dağlarına bakıldığında, Doğu’nun yolları, köyleri ve dağları daha
mamurdur. Refahın ilk etkisi, bebek ölümlerinin azalması oldu. Nüfus
arttı. Çok çocuktan ise, aile planlaması ile iyi yetiştirebileceği kadar çocuk
noktasına iki nesilde gelindi. Terör sadece çok çocuktan beslenmiyor. İstihdam
yaratıcı üretim alanları açılmamasından dolayı işsiz kalan genç, terörde
geçim arayabiliyor. Öyle aileler gördük ki, bir çocuğu dağda terörist, bir
çocuğu köyde korucu, bir çocuğu jandarma olmuş. Çoğu ailede bu bir ekmek
parası meselesidir. Halkın sıkıntısı öyle medyada aktarılan gibi değil…
Terörle
mücadele harcamaları, istihdam yaratıcı üretim yatırımlarını kısıtlıyor.
Türkiye’ye kalkınma planları ile birlikte terörün musallat edilmesinin sebebi
de, kalkınma kaynaklarınızı boşa harcatmaktır. .
Terör ile
meşru siyasetin arasındaki fark, sadece, iradenin kabul ettirilmesi açısından
benimsenen üslupta yatar. Biri ikna yollarını kullanırken, diğeri korku yaratma
ve tehdit üslubunu benimser. Ülkemizin Doğu ve Güneydoğu’sunda 1984’ten bu yana
devam eden terör, daha çok, bölge üzerinde yapılan uzun vadeli hesapları
örtmeyi hedef alır.
YARIM
YÜZYILDIR HALKIN DEMOKRATİK SAĞDUYUSUNU, SİYASETİ ELDE TUTAN KADROLARDAN DAHA
ÖNDE OLDUĞUNU GÖRÜYORUZ
Bugün
sürekli özgürlüklerden söz eden demokrasiyi daha da ileriye götürmeyi
hedefleyen partilerimiz var. Ama, siyasete, demokrasiye ne denli hizmet
ediyorlar,son seçimde alınan sonuçlar ortaya çıkardı. Ülkemizde asıl eksik
olan, size göre, nedir?
- Demokrasinin
kavram, kural ve kurumları ile tam olarak bilinmesi, şüphesiz bir eğitim ve
idrak konusudur. Kaldı ki, bizim eğitim sistemimizde, “demokrasi” temel bir
konu olarak işlenmemektedir. Rejim üzerine yürütülen tartışmalar, toplumumuzun bu
konuda hangi seviyelere gerilediğini açık olarak ortaya koyuyor.
Partileri
demokratik yapıda olmayan bir ülke demokraside ilerleyemez. Benim AK Parti’nin
demokrasiyi ilerletme programına katkı için oradaki bir dönemlik varlığım,
Partiler Kanunu’nun ve Seçim Kanunu’nun 1980 Anayasası’nın ilgili maddeleriyle
beraber değiştirilmesi ve siyasetin finansmanının şeffaflık ve âdil yarışma
ilkeleriyle düzenlenmesi amacıylaydı. AK Parti’nin ilk seçimde beklemediği
kadar oy alması, Parti içinde yeni bölüşümlere gidilmesini ve bu tür genel
demokratikleşme tasarılarının gündeme gelmesini olumsuz yönde etkiledi.
Hâsılı,
demokrasiyi, değil ileri götürmek, gereğini yapmak endişesi kimsenin derdi
olarak gözükmüyor. Bu açıdan, siyasi partilerimizin demokrasiye hizmet
ettiklerini iddia etmek pek mümkün değildir. Tartışma kültüründen mahrum,
farklılığa müsamaha ve saygı göstermekten aciz, konuları zeminlerinde ele
almaktan, diyalog ve mutabakat aramaktan bihaber siyaset amatörlerinin
faaliyetlerinin, ne siyaset, ne de demokrasi olarak nitelendirilmesi kabul
edilebilir.
Türkiye’nin
siyasi hayatında, genel siyasi, ekonomik ve sosyal meseleleri, bir kimlik
siyaseti gözlüğü ile ele almaya çalışan ve zaten çetrefil ve tartışmalı olan bu
konulara, bir de kimlik ihtilaflarının barış kabul etmeyen çatışmalarını da
ekleyerek, işleri büsbütün içinden çıkılmaz hale getiren anlayışların tayin
edici olmaması gerekir. Son Genel Seçimlerde, yetersiz de olsa, küçük bir
adımın halk tarafından atıldığı görülmektedir.
Yarım
yüzyıldır, halkın demokratik sağduyusunun, siyaseti elde tutan kadrolardan daha
önde olduğunu görüyoruz. Seçim sonuçlarına bu sağduyu hep yansımıştır. Bunu
değerlendirebilen Meclisler, değerlendiremeyen Meclisler oldu. Siyaset halka
tercüman olmak yerine yandaşlara imkân aktararak yerini yanlış tanımlamaya
kalktı. Hâlbuki siyasetin halka tercüman olmaktan ötede, çağı yorumlayarak
toplumu geleceğe taşımak için büyük atılımları ve gelişmeleri tasarlama ve
yönlendirme, öncü olma görevleri vardır. Asıl olan, şüphesiz, ülke gerçeklerinin
ve sorunlarının ele alınmasında, siyasi partilerin, enerjik, etkili ve yaygın
bir rol oynayarak, süreci ve idraki hızlandırma becerileridir. Birikimli bir
toplumumuz, eğitilmiş kadrolarımız var. Umalım ki, yakın bir gelecekte, böyle
adımlar atılabilsin.
Sizinle
asıl mesleğiniz mimarlık olduğu için konuşmak istediğimiz başka konular da
var.Rantiyeciliğin yol açtığı çarpık kentleşme sözgelimi. Bir başka söyleşide
gündeme getirmek üzere bugünkü sohbet için teşekkürler.
Bu mülakat
vesilesi ile Odatv’nin, şahsıma ve fikirlerime gösterdiği ilgi vesilesiyle ben
size teşekkürlerimi sunuyorum.
Nurzen
Amuran
Odatv.com