23 Mart 2017 Perşembe

"TÜRKİYE'DE KADIN OLMANIN DAYANILMAZ GÜÇLÜĞÜ" & "AZINLIK KİME DENİR? (VE GÜNDEMDEKİ HOLLANDA)" NİLGÜN GÜRESİN

Nilgün GÜRESİN
TÜRKİYE'DE KADIN OLMANIN DAYANILMAZ GÜÇLÜĞÜ
NİLGÜN GÜRESİN
20. Yüzyılda İstanbul’da doğduğumda dahi Türkiye’de “kadının saygınlığı”bugünkünden daha fazlaydı. Cumhuriyet çocuğu olan annem ve onun arkadaşlarının hemen hepsi zor savaş koşullarında yaşamış olmalarına rağmen iyi eğitim almış, çoğu meslek sahibi, özgüveni yüksek, kadın-erkek eşitliğini benimsemiş bireylerdi.
Müslüman, Yahudi, Ermeni, Rum ama laik ve Cumhuriyetçi olan bu kuşaklar birbirlerine düşman değil, komşu, arkadaş olmuş, demokrasiye ve ülkenin geleceğine inanmış kentlilerdi. Mazbut yaşarlar ancak tiyatroyu, konseri, konferansı atlamazlar ve en önemlisi kızları ve oğulları arasında bir ayırım yapmadan onları 21. yüzyıl Türkiye’sine hazırlamaya çalışan fedakar kuşakların temsilcileri idiler. 
Ana, babalarımız ne yazık ki, yanılmışlar.
21. yüzyıl Türkiye’si ileri değil, gerisin geriye gitti. Erkeklerimiz daha bir maço, daha bir şiddet yanlısı, kendinde her hakkı görüp, kadını, kızı aşağı gören, hayvanları, çiçekleri, doğayı sevmeyip,  altına bir cip, eline son moda bir telefon çekip, herhangi bir üniversitenin diplomasını da alınca kendini kral, kural ve sınır tanımamayı ise büyüklük zanneden; hayatında bir kez olsun Fazıl Say dinlememiş, geleneksel, ayakkabılarını hala kapının dışında çıkaran, davranış biçimi kentli değil, taşralı bireyler oldular.
Kadınlarımız ise evde oturmayı tercih edip, bütün gün televizyon seyreden, akılları fikirleri güzellikte, alışverişte, ekonomik olarak erkeğe bağımlı, özgüveni az bireyler olarak yetiştiler. Hani “genç ülke Türkiye” diye övünüyoruz ya, gençlerin davranışlarına, hedeflerine, meraklarına bir bakın, neyin peşindeler göreceksiniz? Amaç “köşeyi dönme”. İstisnalar ise kaideyi bozmuyor maalesef ve onların da birçoğu kendilerini batıya atabilme peşinde. Haksız da değiller. İşte bugün Türkiye’yi ben böyle görüyorum. “Ama başka ülkelerde de şu, bu oluyor” demesin kimse bana. Zira başkaları beni ilgilendirmiyor.
Ben 30 yıla yakın çalıştığım, emek verdiğim, canımı, dişime takarak savunduğum Türkiye’nin hala 7. yüzyıl kafasıyla yönetilmeye çalışıldığını görünce, okuyunca, duyunca destekleyecek bir şey bulamıyorum. 21. yüzyılın 2016 yılında Türkiye’de adaletin, hukukun, demokrasinin  “evrensel tanımlara uyması” gerekmediğini söyleyenler çıkınca üzülüyorum ama pek de şaşırmıyorum. Engelli kızına yıllarca tecavüz etmiş bir sapık adamın müebbet hapse mahkum edilmesi için bir kampanya başlatmaya Gerek Olmadan bu ülkenin kanunlarının, savcılarının, hakimlerinin ve adil yargısının görevini yapmasını bekliyorum. Tüylerimi diken, diken eden meşhur tecavüz önergesi şu veya bu nedenle geri çekilince toplumun memnun, mesut, şarkılar söylemesini değil, Türkiye’nin nasıl oldu da böyle önergeler verebilen vekiller seçtiğini düşünmesi gerektiğini hatırlatıyorum. Şort giyen bir genç kıza saldırana akıl vermek yerine, Türk kadınını, anasını, bacısını yücelten kanunların çıkartılmasını destekleyen erkekler arıyorum.
Türkiye bilmem kaçıncı büyük ekonomiye sahip, şöyle hukuk devleti, Avrupa bize akıl öğretmesin, bu yabancılar önyargılı ve bizi kıskanıyorlar da ondan falan iddiaları ile uyutulmaya çalışılmaktan bıktığımı ve bunları söyleyenleri ise çeşitli dünya istatistiklerini incelemeye davet edip, Türkiye’nin yerine bir göz atmalarını öneriyorum. 
Bu güzel ülkeyi sadece Atatürk ve arkadaşlarına borçlu olduğumuzu bir kez daha hatırlayarak...
***
AZINLIK KİME DENİR? (VE GÜNDEMDEKİ HOLLANDA)
NİLGÜN GÜRESİN
Hollandalılar kendi ülkelerindeki azınlıklara allochtone derler.
Ben de bir Türk olarak o ülkede yaşarken allochtone kategorisindeydim. Bu kategori meselesini ilk duyduğumda çok tuhafıma gitmişti. Kendini bir “dünya vatandaşı” olarak düşünen ve öyle de olan bana, benim alnıma birdenbire bir etiket yapıştırılmıştı. Üstelik de benim rızam olmadan…
Ha, diğer taraftan da sarı saçlı, yeşil gözlü ve yaz ayları hariç beyaz tenli olduğum için de canımı sıkan “ Siz kesinlikle Türk olamazsınız” yorumları…
Azınlık olma duygusunu işte böylece tattım ve zaman içersinde kendi ülkemdeki azınlıkların ve kendini azınlık olarak hissedenlerin duyarlılığını da bu nedenle içten içe anlayabilme yeteneği geliştirdim.
Şimdilerde kendi yaşadığım topraklarda da allochton olma tehlikesiyle karşı, karşıya olduğumu düşünmeye başladım. Başımda türban olmadığı için; oruç tutmadığım için; Asmalımescit için… İstanbul’da artık mahalle baskısını burada doğup, büyümüş ve birkaç kuşak İstanbullu olan ben de hissediyorum.
Geçen hafta (Ramazan öncesi) aniden Asmalımescit’e baskın yapan zabıta ekipleri orada oturmuş ailecek veya arkadaşı, sevgilisiyle sakin, sakin yemeklerini yemekte olanlara hiç ama hiç aldırmadan, masa, sandalye, buzdolabı Allah ne verdiyse toplayıp, götürmüşler. Neymiş efendim “Restoranlar işgaliye ödemeden masaları sokaklara koyuyorlarmış”…
Buna kimsenin itirazı yok. Vergini vereceksin; işgal ettiğin yerin bedeli neyse onu ödeyeceksin. Ama bu baskın yapma tarzı insanı düşündürüyor. Gözdağı gibi adeta… Sovyetler Birliği, Doğu Almanya, Bulgaristan öykülerini anımsatıyor. O gün orada güzel bir vakit geçirmeye gidenlerde ise ister istemez “azınlık” duygusu ve korkusu başladı.
Sorum şu: Bu benim yaşam tarzıma yönelik yeni bir tavır mıydı? Önce Ankara’da ailesiyle birlikte içkili restorana gitti diye gözaltına alınan gencin başına gelenler; daha sonra Boğazkesen’deki galeriye yapılan saldırı….
Bunlara “Dur” demek kime düşer sizce?
Cevabını bilen varsa beri gelsin...

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder