Nilgün GÜRESİN |
TÜRKİYE'DE KADIN OLMANIN DAYANILMAZ GÜÇLÜĞÜ
NİLGÜN GÜRESİN
20. Yüzyılda İstanbul’da doğduğumda dahi Türkiye’de “kadının
saygınlığı”bugünkünden daha fazlaydı. Cumhuriyet çocuğu olan annem ve onun
arkadaşlarının hemen hepsi zor savaş koşullarında yaşamış olmalarına rağmen iyi
eğitim almış, çoğu meslek sahibi, özgüveni yüksek, kadın-erkek eşitliğini
benimsemiş bireylerdi.
Müslüman, Yahudi, Ermeni, Rum ama laik ve Cumhuriyetçi olan
bu kuşaklar birbirlerine düşman değil, komşu, arkadaş olmuş, demokrasiye ve
ülkenin geleceğine inanmış kentlilerdi. Mazbut yaşarlar ancak tiyatroyu,
konseri, konferansı atlamazlar ve en önemlisi kızları ve oğulları arasında bir
ayırım yapmadan onları 21. yüzyıl Türkiye’sine hazırlamaya çalışan fedakar
kuşakların temsilcileri idiler.
Ana, babalarımız ne yazık ki, yanılmışlar.
21. yüzyıl Türkiye’si ileri değil, gerisin geriye gitti. Erkeklerimiz daha bir maço, daha bir şiddet yanlısı, kendinde her hakkı görüp, kadını, kızı aşağı gören, hayvanları, çiçekleri, doğayı sevmeyip, altına bir cip, eline son moda bir telefon çekip, herhangi bir üniversitenin diplomasını da alınca kendini kral, kural ve sınır tanımamayı ise büyüklük zanneden; hayatında bir kez olsun Fazıl Say dinlememiş, geleneksel, ayakkabılarını hala kapının dışında çıkaran, davranış biçimi kentli değil, taşralı bireyler oldular.
21. yüzyıl Türkiye’si ileri değil, gerisin geriye gitti. Erkeklerimiz daha bir maço, daha bir şiddet yanlısı, kendinde her hakkı görüp, kadını, kızı aşağı gören, hayvanları, çiçekleri, doğayı sevmeyip, altına bir cip, eline son moda bir telefon çekip, herhangi bir üniversitenin diplomasını da alınca kendini kral, kural ve sınır tanımamayı ise büyüklük zanneden; hayatında bir kez olsun Fazıl Say dinlememiş, geleneksel, ayakkabılarını hala kapının dışında çıkaran, davranış biçimi kentli değil, taşralı bireyler oldular.
Kadınlarımız ise evde oturmayı tercih edip, bütün gün
televizyon seyreden, akılları fikirleri güzellikte, alışverişte, ekonomik
olarak erkeğe bağımlı, özgüveni az bireyler olarak yetiştiler. Hani “genç
ülke Türkiye” diye övünüyoruz ya, gençlerin davranışlarına, hedeflerine,
meraklarına bir bakın, neyin peşindeler göreceksiniz? Amaç “köşeyi dönme”.
İstisnalar ise kaideyi bozmuyor maalesef ve onların da birçoğu kendilerini
batıya atabilme peşinde. Haksız da değiller. İşte bugün Türkiye’yi ben böyle
görüyorum. “Ama başka ülkelerde de şu, bu oluyor” demesin kimse bana.
Zira başkaları beni ilgilendirmiyor.
Ben 30 yıla yakın çalıştığım, emek verdiğim, canımı, dişime
takarak savunduğum Türkiye’nin hala 7. yüzyıl kafasıyla yönetilmeye
çalışıldığını görünce, okuyunca, duyunca destekleyecek bir şey bulamıyorum. 21.
yüzyılın 2016 yılında Türkiye’de adaletin, hukukun, demokrasinin “evrensel
tanımlara uyması” gerekmediğini söyleyenler çıkınca üzülüyorum ama pek de
şaşırmıyorum. Engelli kızına yıllarca tecavüz etmiş bir sapık adamın müebbet
hapse mahkum edilmesi için bir kampanya başlatmaya Gerek Olmadan bu ülkenin
kanunlarının, savcılarının, hakimlerinin ve adil yargısının görevini yapmasını
bekliyorum. Tüylerimi diken, diken eden meşhur tecavüz önergesi şu veya bu
nedenle geri çekilince toplumun memnun, mesut, şarkılar söylemesini değil, Türkiye’nin
nasıl oldu da böyle önergeler verebilen vekiller seçtiğini düşünmesi
gerektiğini hatırlatıyorum. Şort giyen bir genç kıza saldırana akıl vermek
yerine, Türk kadınını, anasını, bacısını yücelten kanunların çıkartılmasını
destekleyen erkekler arıyorum.
Türkiye bilmem kaçıncı büyük ekonomiye sahip, şöyle hukuk devleti, Avrupa bize akıl öğretmesin, bu yabancılar önyargılı ve bizi kıskanıyorlar da ondan falan iddiaları ile uyutulmaya çalışılmaktan bıktığımı ve bunları söyleyenleri ise çeşitli dünya istatistiklerini incelemeye davet edip, Türkiye’nin yerine bir göz atmalarını öneriyorum.
Türkiye bilmem kaçıncı büyük ekonomiye sahip, şöyle hukuk devleti, Avrupa bize akıl öğretmesin, bu yabancılar önyargılı ve bizi kıskanıyorlar da ondan falan iddiaları ile uyutulmaya çalışılmaktan bıktığımı ve bunları söyleyenleri ise çeşitli dünya istatistiklerini incelemeye davet edip, Türkiye’nin yerine bir göz atmalarını öneriyorum.
Bu güzel ülkeyi sadece Atatürk ve
arkadaşlarına borçlu olduğumuzu bir kez daha hatırlayarak...
***
AZINLIK KİME DENİR? (VE GÜNDEMDEKİ HOLLANDA)
Hollandalılar kendi ülkelerindeki azınlıklara allochtone
derler.
Ben de bir Türk olarak o ülkede yaşarken allochtone
kategorisindeydim. Bu kategori meselesini ilk duyduğumda çok tuhafıma gitmişti.
Kendini bir “dünya vatandaşı” olarak düşünen ve öyle de olan bana, benim alnıma
birdenbire bir etiket yapıştırılmıştı. Üstelik de benim rızam olmadan…
Ha, diğer taraftan da sarı saçlı, yeşil gözlü ve yaz ayları
hariç beyaz tenli olduğum için de canımı sıkan “ Siz kesinlikle Türk
olamazsınız” yorumları…
Azınlık olma duygusunu işte böylece tattım ve zaman
içersinde kendi ülkemdeki azınlıkların ve kendini azınlık olarak hissedenlerin
duyarlılığını da bu nedenle içten içe anlayabilme yeteneği geliştirdim.
Şimdilerde kendi yaşadığım topraklarda da allochton olma
tehlikesiyle karşı, karşıya olduğumu düşünmeye başladım. Başımda türban
olmadığı için; oruç tutmadığım için; Asmalımescit için… İstanbul’da artık
mahalle baskısını burada doğup, büyümüş ve birkaç kuşak İstanbullu olan ben de
hissediyorum.
Geçen hafta (Ramazan öncesi) aniden Asmalımescit’e baskın
yapan zabıta ekipleri orada oturmuş ailecek veya arkadaşı, sevgilisiyle sakin,
sakin yemeklerini yemekte olanlara hiç ama hiç aldırmadan, masa, sandalye,
buzdolabı Allah ne verdiyse toplayıp, götürmüşler. Neymiş efendim “Restoranlar
işgaliye ödemeden masaları sokaklara koyuyorlarmış”…
Buna kimsenin itirazı yok. Vergini vereceksin; işgal ettiğin yerin bedeli neyse onu ödeyeceksin. Ama bu baskın yapma tarzı insanı düşündürüyor. Gözdağı gibi adeta… Sovyetler Birliği, Doğu Almanya, Bulgaristan öykülerini anımsatıyor. O gün orada güzel bir vakit geçirmeye gidenlerde ise ister istemez “azınlık” duygusu ve korkusu başladı.
Buna kimsenin itirazı yok. Vergini vereceksin; işgal ettiğin yerin bedeli neyse onu ödeyeceksin. Ama bu baskın yapma tarzı insanı düşündürüyor. Gözdağı gibi adeta… Sovyetler Birliği, Doğu Almanya, Bulgaristan öykülerini anımsatıyor. O gün orada güzel bir vakit geçirmeye gidenlerde ise ister istemez “azınlık” duygusu ve korkusu başladı.
Sorum şu: Bu benim yaşam tarzıma yönelik yeni bir tavır
mıydı? Önce Ankara’da ailesiyle birlikte içkili restorana gitti diye gözaltına
alınan gencin başına gelenler; daha sonra Boğazkesen’deki galeriye yapılan
saldırı….
Bunlara “Dur” demek kime düşer sizce?
Cevabını bilen varsa beri gelsin...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder