Sevdiğiniz,
seveceğiniz ve sahipleneceğiniz o kadar çok şey vardır ki çevrenizde. Mesela
doğumundan itibaren çevresini merakla izleyen ve her şeyleri tanımak isteyen
bebeğinizin, minik; ama dünyayı yutmaya hazır devasa beynini, biraz büyüdüğünde
size doğru koşarken özlemle açılan kollarını, o minicik ellerini, ayaklarını,
sevgiyle dolu ışıltılı gözlerini ve ona ait olan her şeyi.
Sonra da her köşesi ayrı güzelliklerle, sürprizlerle dolu doğanızı, sizce çok
özel ve anlamı büyük olan kişisel eşyalarınızı, inanç ve iman özgürlüğünüzü,
seçme, seçilme, sevme ve sevilme haklarınızı, arkadaş ve dostlarınızı; hepsinin
üstünde ve varlığınızın ana unsurları olan ailenizi de bilmem saymaya gerek var
mı? Bunların üstünde de olmazsa olmaz müktesep vatandaşlık haklarınızı, milli
varlığınızı, size asal sıfat ve vasıflarınızı veren, sizi siz yapan ulusal
kimliğinizi, bilmem ilave etmeli miyim?
Çünkü bunlar sizin de bizatihen sahip olduğunuz veya da olmak zorunda olduğunuz
bilgilerdir aslında. Ne var ki hep sizin kalacağını zannettiğiniz bütün bu
değerlerinizin üstünde, kara bulutlar dolaşıyor şimdilerde. Yaşadığınız
güncelle birlikte, kafanızda oluşan imajı, kuru laflarla fazla şekillendirmeden
hemen konuya girelim. Ki yerleşik Cumhuriyetçi-Demokrat Anayasamıza göre,
Milletin Meclisi denen bir çatının altında, adına Hükümet dediğimiz ve her
şeyimizden sorumlu bir üst kurula, bizi ya ihya ederek özümüzle tamamlayacağı
veya helak ederek yok edebileceği bir bağımlılığımız var demektir böylece.
Olmak veya olmamak adına çok büyük sorumluluklar vereceğimiz Hükümetin
oluşabilmesi için de, yasalar gereği önce bizim, yani milletin karar vermesi ve
kaderini kendi eliyle onaylaması gerekmektedir. İşte 1 Kasım da yine böyle bir
karar verme arifesindeyiz. Burada size esasen bildiklerinizi tekrarlamaya da
hiç gerek yok. Elbette geçmişi ve geleceği hakkında yorum yapabilme hakkına
sahiptir veya öyle de olmalıdır yetişkin, vatandaşlık hakkına sahip bütün
seçmen bireyler.
İşte şimdi belki de, yaşamakta
olan, bir sağlık engeli olmayan – ki kararsızlık bu defa asla affedilemez, oysa
aslında o da bir sağlık sorunudur - ve bu seçimde de oy kullanmak zorunda
olan bizlerin, bugüne kadar hiç karşılaşmadığımız bir konumda, hayati bir kararı
vermek zorunluluğumuz hâsıl olmuştur. Şimdi dörtdörtlük düşünelim ve sadece
kendi adımıza değil, çocuklarımızın geleceği, hatta doğmamış torunlarımızın
gelecek müktesebatları adına bile doğru bir karar vermek zorunda olduğumuzu da
bilelim artık dostlar.
Ve bilelim ki bu seçim, büyük bir
olasılıkla yeniden dirilişimizin de kapısını açacaktır. Çünkü gerçek durum işte
bu kadar ciddidir. Ve hiç unutmayalım ki, olumsuzluk halinde, bu belki de
kişisel karar verebilme haklarımızı kullanabileceğimiz, son seçimimiz olacaktır
aziz vatanımızda. Ve şayet bundan böyle, bizim seçme ve seçilme – ki seçme
hakkı olmayanın dolaylı olarak seçilme hakkı da kalmayacak demektir -
haklarımız olmayacaksa, torunlarımızın da haydi haydi olmayacak demektir.
Aynı bağlamda da belirtmeliyim ki, bu yazım bir seçim bildirgesi veya bir
partinin reklam kampanyası taslağı değildir. Çünkü okurlarımı esasen
yönlendirilmeye ihtiyaçları olmayan akli olgunlukta ve ahde vefa sahibi
vatandaşlarım olarak kabul ediyorum. Ve nasıl olsa sadece kalıpsal değil;
anlamsal olarak da çok iyi biliyorsunuz ki, şayet MEVZU VATANSA GERİSİ
TEFERRUATTIR. Ve görülüyor ki bundan sonra da artık tek konumuz, yiğitler
yatağı aziz VATANIMIZ, TÜRKİYEMİZDİR…
Son yıllarda beton kışlalara, toplu mezarlara dönüştürülen ve artık nefes
almakta zorlanarak, Batıda olan emsallerinin aksine, bizde ölüme mahkûm edilen
anakentlerimizi, yeniden yaşama döndürmek zorundayız. Yoksa çok yazık olacaktır
bu güzel ülkeye. Bunun da yolu Anadolu’nun en ücra köşelerine, köylerine kadar
uzanacak olan çağdaş ve sosyal yaşamı, kalkınmış Batıda olduğu gibi
oluşturmaktan geçiyor. Bunun için de, belki de son fırsatınız olacak Kasım
seçimlerinde reylerinizi, bütün bunları düşünerek ancak yeni ve bağımsız bir
milli Hükümet adına kullanmanız gerekmektedir.
Başta da mülteci sorununu bizatihi yaratanların iddia etiği gibi Türkiye’de
sadece göçmen sorunu yoktur veya ondan önce de yine elleriyle yaratmış
oldukları, “köylerden anakentlere göçe mecbur bırakılanlar” sorunumuz vardır.
İlk önce de kent ve köy yaşamını altüst eden bu zorunlu göçer sorunu
çözülmeli ve ülke genelinde bozulan sosyal yaşam düzeni yeniden sağlanmalı ve
geleneksel milli aile yapısının balansı tekrar oluşturulmalıdır.
Yarattıkları beton mezarlarda,
mantar gibi ve peş peşe uluslararası emperyalist sermaye adına açılan AVM’ler
için, kredi kartı mağduru yeni tüketiciler gerekiyordu. İşte bütün bu kap
kaç da bu nedenle oluşturulmuş, aileler dağıtılmış, köylümüz topraklarını
işleyemez, hayvanını yetiştiremez hale getirilmiş, Batıkentlere göçe zorlanarak
durum, millete de kalkınma yaftası altında yutturulmuş ve sonuçta iki cephede
de hayatlar kahredilmiştir.
Diğer yanda birde, Dolar düşüyor diyorlar, bunun size faydası nedir. Çünkü Dolar
düşürüldüğünde fark sadece Dolar borcu olan kapitalistin cebine artı olarak
geri dönüyor. Bununsa yaşam mücadelesi veren normal vatandaşa elbette hiç bir
getirisi olmuyor. O halde Cumhuriyet tarihimizin en ağır dış borcunu sırtımıza
yükleyen mundar ithalatçının – ki bütün ülke ihracatımız aslında ithalat
endekslidir – ağzıyla ve onun safında sevinme enayiliğimize de hiç gerek
kalmıyor.
Çünkü mevcut Hükümet, vatandaşı
olarak sizin vergi borçlarınızda, bilakis indirim yapmayıp, bırakın sizi
hasılaya ortak etmeyi, aksine yeni vergiler icat ederek, nöbetini tuttuğu; ama
tabanında delik olan ve yama da tutmayan hazineye sürekli artı artık sağlayan,
çağlar ötesi Makyavel Prensliği vergilerini de sizden toplamaya devam edecektir
nasılsa. Yani (+ veya -) Dolar farkı, katıyla hep vatandaşın cebinden
çıkacaktır. Aynı Hükümet olasılığında, aynı minval üzere bundan sonra da
kaybeden hep vatandaş olacaktır biline. Diğer kahredici kayıpları ise
söylemeye, elim, dilim varmıyor. Bilmem yine de anlatabildim mi?
Serendip Altındal
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder