Türkiye’de Yaşanan Tahrik Eylemleri ve
Irak’ta Gelişen Son Durum; Hastalıklı Olan Sadece
İktisadi Anlayışımız Değil…!
Soma’daki kömür madeninde yaşanan
faciayı, hastalıklı bir iktisat anlayışının ve yapılanmanın sonucu olarak
okumak mümkündür. Kömür madenleri, maden işçileri ve facia gibi maden
kazaları gündeme geldiğinde, 19. Yüzyılın İngiltere’sinde madenlerde
yaşanan feci durumlar akıllara gelmektedir. 19. Yüzyıl ilkel
kapitalizminin en vahşi manzaraları kömür madenlerinde yaşanmıştır. En
ilkel şartlarda köle gibi çalıştırılan insanların emeğini sömürerek büyüyen
şirketlerin sermayelerini daha fazla büyüterek sömürge alanlarını
genişletmeleri amaçlanmıştır. Doğal olarak mantık değişmedikçe sonuçlar da
değişmiyor. 19. Yüzyıl Avrupa’sına damgasını vuran ilkel kapitalizmin
mantığı günümüze de yansıyorsa, o günlerde yaşananlara benzer
sahnelerin bugün de tekerrür etmemesi için hiçbir neden
yoktur. Söz konusu mantık açısından sadece üretim çarkının bir dişlisi
olarak telakki edilen insan emeği ve hayatı çok ucuz! Adına
serbest piyasa denilen, kuvvetli olanın piyasaya yönelik oyun ve hileleri
karşısında korunmasız duruma düşürülen bir toplum var! Emek
sömürüsü ile elde edilen servet, süper zenginler oluşturma amacına yönelik
olarak bir yerlere pompalanmaktadır. Facianın temelinde ne pahasına
olursa olsun sadece üretim artışına ve kâra endekslenen, mülkün gerçek
sahibinin Allah olduğunu unutan, helal-haram ayırımı olmayan, sonuna kadar
dünyevileşmiş bir ekonomi anlayışı yatmaktadır. İlkel kapitalizm
zihniyeti üzerine inşa edilen modern kapitalizm de ne pahasına olursa
olsun daha fazla iktisadi büyümeyi, daha fazla kâr elde etmeyi hedeflerken,
bu büyümenin nasıl olacağı, insan ve çevre üzerindeki menfi etkilerinin
nasıl giderileceği üzerinde yoğunlaşmıyor.
Ancak sorunlu ve hastalıklı olan sadece
iktisadi anlayışımız değil; siyaset zihniyetimiz de bir o kadar sorunlu ve
hastalıklı gözüküyor. İktidar ve muhalefetiyle siyasi partilerin, sivil
örgütlerin yaşanan faciayı siyaset malzemesine ve polemiğe
dönüştürmeksizin konunun üzerine gitmeleri, sorumluları ortaya çıkarmaya
gayret edip yapıcı önerilerle çözüme katkı sağlayıp sistemi olumlu yönde
dönüştürmeye çalışmaları beklenir. Beklenen şey, iktidar partisini
itibarsızlaştırmak ve güçsüz konuma düşürmek için acılar ve ölümler üzerinden
politika yapmak, meydana gelen birtakım hadiseleri daha büyütüp trajik ve
çözümsüz hale getirmek olmamalıdır. İktidarla muhalefet arasındaki ilişkinin
böyle bir ikileme oturması, demokrasi için bir zaaf
oluşturmaktadır. Pragmatist siyaset anlayışı üzerine kurulan politikalar,
iktidarın ayağını kaydırmaya çalışırken, ülkenin istikrarını, birlik ve beraberliğini
bozmaya yönelik plan ve projelere, dış müdahalelere de davetiye çıkarmış
oluyorlar. Uluslararası bağlantıları deşifre olan, ülkeyi milyarlarca
dolar zarara uğratan Gezi Parkı eylemlerine, 17 Aralık operasyonuna,
Okmeydanı’nda sergilenen mezhep tahrikçiliğine, barış sürecini akamete
uğratmayı hedefleyen sokak eylemlerine ve barbarizme destek
vermek nasıl bir politik anlayışın tezahürüdür?
Tahrik Eylemlerinin Hedefi Ne?
Soma’nın akabinde Gezi
provokasyonunun devamı mahiyetinde Okmeydanı’nda belirli aralıklarla anarşi ve
terör ortamları sergileyenlerin, Lice olaylarını bahane edip çocuk ve
gençleri sokağa sürerek terörün maşası haline getirenlerin, yol
kesenlerin, sağa sola molotof kokteyli ve bombalar atıp topluma öfke,
şiddet ve düşmanlık pompalayanların olayları kendi politik ve ideolojik
amaçları için kullandıkları, global aktörlerin ve emperyalizmin parçası
oldukları iyice anlaşılmıştır. CNN, New York Times, Guardian, Independent,
Der Spiegel, Bild gibi medya organlarının Suriye’deki katliamlara ve insanlık
dışı eylemlere gözlerini ve kulaklarını tıkayarak sessiz
kalırlarken, savaş muhabirleriniülkemize göndererek mezhep
çatışmasını tahrik eden Köln bağlantılı Gezi Parkı
eylemlerine, Ok Meydanı’ndaki anarşiye, etnik merkezli Vandalizm ve sokak
terörüne nasıl destek verdikleri herkes tarafından
bilinmektedir. Bunların etnik ve mezhebi farklılıklar üzerinden
ülkeyi kutuplaştırıp kaos yaratmaya, farklı toplum kesimleri arasında çatışma
zeminleri yaratarak ülkenin huzur ve istikrarını, birlik ve beraberliğini bozmaya,
barış sürecini sona erdirmeye, ülkeyi bir Suriye veya Irak durumuna düşürmeye
çalışmaktan başka herhangi bir insani projelerinin olmadığı açıkça belli
olmaktadır.Emperyalizmin ülkemize ve İslam dünyasına yönelik plan ve
stratejilerinin piyonu ve maşası haline gelen bu sefihlerin
bütün çabası, hukuk, ekonomi ve siyasette birçok müspet
gelişmelere imzasını atan bir hükümeti iktidarsızlaştırmak, toplumu kaos
ortamına sürüklemek, sokağa sürüp kurban ettikleri çocuk ve gençlerin cenazeleri
üzerinden ahlaksızca politika yapmak! Ancak bu millet
sahnelenen bütün bu senaryolara hiç de yabancı değil! Hiç kimse
ülkeyi anarşiye, teröre ve kuralsızlığamahkûm ederek faciaların
önleneceğini, toplumsal problemlere çözüm getirileceğini iddia
etmesin!Birileri tarafından ülkenin tekrar anarşi, terör ve
darbelere mahkûm edildiği, dünya siyasetinde hiçbir ağırlığının
kalmadığı; huzur, emniyet, istikrar ve kalkınmanın olmadığı günlere
döndürülmesi amaçlanıyor.
İçerideki Tahrik Ülkeyi Dışardan
Kuşatmayı, Gelişmeleri Bloke Etmeyi Hedefleyen Global Planın Bir Parçası mı?
İçeride meydana
gelen olaylar dışarıda meydana gelen hadise ve
gelişmelerden bağımsız olmayıpTürkiye başta olmak üzere top yekûn
İslam dünyasını güçsüzleştirip bağımlı hale getirmeye çalışan global bir plan ve
stratejinin parçası olarak okunmalıdır. New York’taki Dünya Ticaret
Merkezi’ne yapılan şaibeli saldırının ardından El-Kaide bahane
edilerek Afganistan ve Irak’ın ABD ve Batılı güçler tarafından işgal
edilmesiyle İslam dünyasına karşı başlatılan süreç değişik taktik ve
manevralarla devam ettirilmektedir. Ne Tunus’tan başlayarak Mısır, Libya
ve Orta Doğu’yu etkisine alan Arap Baharı’nın tersine döndürülmesine
yönelik plan ve gelişmeler, ne Suriye’de Esad rejimine Mısır’da askeri darbeye
destek verilmesi, ne Kuzey Afrika’dan Orta Doğu’ya, Afganistan ve
Pakistan’a kadar uzanan çizgide şiddeti
önceleyen Selefi hareketlerin yaygınlaşması söz konusu bu
stratejiden bağımsız düşünülmemelidir. Türkiye ve İslam
dünyası içeriden ve dışardan kuşatılıp bloke edilmekistenmektedir. Siyasette
Müslüman halkları yönetim mekanizmaları üzerinde etkin hale getirecek çoğulcu
demokratik gelişmelerin, İslam ülkeleri arasında gerçekleştirilmeye
çalışılan siyasi ve iktisadi birlikteliklerin, enerji, ulaşım ve diğer
alanlarda hedeflenen mega projelerin ve yatırım hamlelerininönü kesilmeye
çalışılmaktadır. Daha özelde tarihi misyonuna sahip
çıkan, Afganistan, Irak, Suriye ve Filistin konularında aktif rol
almaya çalışan, komşularıyla, Türk ve İslam dünyası ile ilişkilerinde
dinamik politika izleyen, bölgesinde etkin, siyasette ağırlığı
olan, gelişen, huzurlu ve istikrarlı bir Türkiye
istenmiyor. Birinci Dünya Harbi sonrasında gerçekte sahip olduğu
toprakların çok az bir kısmına hapsedilen Türkiye’nin kendisi için çizilen
sınırların dışına çıkmaması isteniyor.
Yaklaşık yüzyıl önce Osmanlı Devleti’nin
bir eyaleti konumundaki bölgelerde isyan ve ayaklanmaları teşvik
eden, Hicaz demiryolu projesini engellemek için entrikalar çeviren, Suriye,
Musul ve Kerkük’ü Osmanlı’dan koparan, Orta Doğu’nun haritasını cetvelle
çizip petrolüne el koyan, Afganistan ve Irak’ın işgaline imza
atan aktörler, bugün Orta Doğu’da yeni haritalar çizmenin,
olayları kendi politika ve stratejileri doğrultusunda yönlendirip
yönetmenin peşindedirler. Ne yazık ki dün olduğu gibi bugün de İslam
dünyası içerisinde İngiliz siyasetinin, Siyonist lobilerin vb. aktörlerin
işbirlikçileri var, ihanete ortak olanlar var, gafletle tuzağa
düşüp emperyalizme maşa olanlar var! Ortaya çıkan gelişmeler,
Türkiye’nin Kerkük ve Musul üzerindeki varlığını, özellikle Irak’ın
kuzeyi ile beraber tesis ettiği enerjihattını tehdit edebilir.
IŞİD, el-Şebab, Boko Haram gibi
Haricilik benzeri tekfirci gruplar ve örgütler, ABD ve Batılı güçlerin
işgallerle, katliam ve tecavüzlerle İslam coğrafyasında yarattıkları
cehennemlerde ortaya çıkmaktadır. Milyonlarca insanın katledilip sakat
bırakılması, ülkelerin tahrip edilmesi, zenginliklerin yağmalanmasıİslam
coğrafyasında ABD ve müttefiklerine karşı büyük bir öfke, kin ve
intikam duygusunun birikmesine vesile olmuştur. Bütün bir coğrafya
adeta barut fıçısına döndürülmüştür. Dolayısı ile bugün Irak’ta meydana
gelmekte olan hadiseler karşısında ihtiyatlı olmak, peşin yargılar, sloganik
değerlendirmeler karşısında dikkatli olmak gerekmektedir. Çünkü tozun dumana
karıştığı, dünya ve Orta Doğu siyasetinde etkinliği olan aktörlerin kendi
stratejileri doğrultusunda olay ve gelişmelere müdahil olmaya
çalıştıkları bir atmosferde önümüze gelen fotoğraf yeterince
netleşmiş değildir. Böyle bir durumda fotoğraf netleşmeden duygusal
reflekslerle kesin tavır ortaya koymaktan ziyade, olay ve
gelişmeleri yakından takip edip akl-ı selimle yönlendirmeye çalışmak,
hakları ve kazanımları muhafaza edip devam ettirecek politikalar
üretmek daha tutarlı olur.
IŞİD hareketinin oluşumunda Selefi akım
kadar ABD işgalinden sonra tasfiye edilen Saddam ordusunun subay ve
askerlerinin, ABD ve Avrupa destekli Maliki yönetimince dışlanan
Sünni toplum kesimlerinin, Suriye muhalefet hareketinden
kopan bazı grupların da rol aldığı, geleneksel reflekslerden ve
politik çıkarlardan hareketle bazı Körfez ülkelerinin de bu harekete destek
verdiği anlaşılmaktadır. Yani bugün Irak’ta meydana gelen olay ve
gelişmelerin büyük ölçüde bölgenin iç dinamiklerinden
kaynaklandığısöylenebilir. ABD ve Batılı müttefiklerinin işgal sonrası
Irak’ta oluşturdukları sun´î yapılanma çöküş noktasına gelmiştir. Bugün global
aktörlerin yapmak istediği şey, Irak, Suriye ve Orta Doğudaki iç ve dış
dinamikleri analiz ederek gelişen olayları kendi politika ve stratejileri doğrultusunda
yönlendirmektir.Bu siyaset başından beri Annan Planı’nın
etkisizleştirilmesini, Suriye muhalefetinin silahlı çatışma ortamına
çekilerek parçalanmasını, demokratik birlikteliklerin ortadan
kaldırılmasıyla IŞİD ve benzerişiddet yanlısı hareketlerin gelişmesi
için gerekli zeminin yaratılmasını beraberinde getirmiştir. Bu siyasetten
hedeflenen şey, Müslüman toplumlar, halklar ve gruplar arasında kabile, etnik
ve mezhebi farklılıklar üzerinden tefrikalar yaratılarak, tekfirci zihniyet ve
şiddeti önceleyen yöntemler de devreye sokularak çatışmalar yaratılması,
kendisinden olmayana karşı hissedilen nefret ve öfkenin akıl ve ruhları teslim
almasıyla Müslüman’ın Müslüman’a vurdurulmasıdır. Çatışma zeminleri yaratılıp
insanlar birbirleriyle vuruşturulurken kullanılan silahlar hep aynı
merkezlerden (aktörlerden) temin edilmektedir. Bütün bunlar yapılırken İslam
dünyasının özellikle siyaset ve zihniyet planındaki birtakım köklü ve
geleneksel zaaflarından, içerisine düşürüldüğü kaos ve
öfke ortamından önemli derecedeistifade edilmektedir.
Görünen o ki Orta Doğu coğrafyası,
Irak ve Suriye üzerinden Sünni-Şii eksenli bir çatışma zeminine çekilmeye
çalışılmaktadır. Irak’ta bu politikaların provalarının ABD işgalinden
sonra yoğun bir şekilde yapıldığına şahit olmuştuk. İslam dünyasında
bu fitne planına alet olabilecek hiçbir siyasi yönetim ve yapılanma, kendisini
İslam’a nispet etse bile, ortaya çıkabilecek
menfi durumların tarihisorumluluğundan kurtaramaz. Uluslararası
camiada Suriye’deki demokratik muhalefete yeterli desteği
vermeyip tezgâh altından Esad yönetiminin yanında olanlar, çifte
standartlı politikayla ona karşı etkin olabilecek
yaptırımları harekete geçirmeyenler, Suriye muhalefetini zaafa
uğratanlar Irak’ta ortaya çıkan
tablonun da sorumlusudurlar. Petrol hesabı yapanlar, ürettikleri
silahlara Pazar arayanlar için, ne pahasına olursa olsun saltanatlarını
sürdürmeyi amaçlayanlar için masum insanların katledilmesi fazla önem arz
etmiyor! Bir zamanlar bölgeyi Osmanlı’dan koparanların ortak
siyaseti, küreselleşmenin etkisiyle ve bölgenin iç dinamikleriyle ortaya
çıkan Arap Baharı’nın olumlu atmosferinin ortadan kaldırılması, demokratik
gelişmelerin önünün kesilmesi, etnik, mezhebi ve ideolojik farklılıklar
üzerinden şiddet ve çatışmaların devam ettirilmesi doğrultusunda gözükmektedir. Suriye
ve Mısır’daMüslüman Kardeşler hareketinin öncülüğünü yapıp aktif görev
aldığı çoğulculuk esasına dayalı demokratik hareketler desteklenmek
yerine; selefi-radikal hareketlere, meşru hükümetlere darbe
girişimlerine ve diktatörlüklere dolaylı veya doğrudan destek verilmesi bu
politikanın bir sonucudur.
Gelişmeler ülkemizin istikrarını, mevcut
iktidarın ve ülkenin konumunu, dolayısı ile barış sürecini, petrol
üzerinden Kuzey Irak yönetimiyle kurulan iktisadi işbirliğini tehdit edebilir.
Mevcut durum iç siyasetteki gelişmelerle de bağlantılı olarak Mısır,
Suriye, Irak ve bütün Orta Doğu’da ortaya
çıkanolayların ve gelişmelerin masaya yatırılarak dakik bir
şekilde analiz edilmesini, bu bağlamda ciddi bir durum muhasebesi yapılmasını gerekli
kılmaktadır. Türkiye, Irak’la olan tarihi bağlarından, Orta Doğu
ve İslam dünyasına yönelik misyonundan ve tarihi devlet tecrübesinden hareketle
bölgede elde ettiği kazanım ve çıkarlarını koruyup garanti altına alacak
şekilde bir siyaset geliştirmek durumundadır. Bunun için kısmen
özerk/federal yönetimler olsa bile, Irak’ın birlik ve bütünlüğünü koruyacak bir
iç barış projesinin hayata geçirilmesi, çoğulculuk ve demokrasi anlayışı
üzerine oturacak, toplumun farklı kesimlerini denge içerisinde temsil
edebilecek merkezi bir yönetimin oluşturulması için harekete
geçilebilir. Suudi Arabistan, diğer Körfez ülkeleri ve İran da böyle bir
projeye ikna edilebilirse bölgenin kaderi müspet yönde değişebilir.
(-A+A, 11 Temmuz 2014 www.sde.org.tr)
(-A+A, 11 Temmuz 2014 www.sde.org.tr)