DESAM
DEMOKRASİ VE EĞİTİM
STRATEJİK ARAŞTIRMALAR MERKEZİ
Democracy and
Education Centerfor Strategic Studies
Demokrasi ve Eğitim Stratejik Araştırmalar Merkezi (DESAM) Başkanı Gürkan
Avcı, atanmayı bekleyen öğretmen adaylarının konuğu oldu. Atanamayan öğretmenler
platformunun davetiyle Elit Otelde öğretmen adaylarıyla bir araya gelen Gürkan
Avcı, öğretmen adaylarının sorularını da yanıtladığı konuşmasında şunları
söyledi;
Türk Eğitim Sistemi Geriye Gidiyor!..
150 sene önceki milli eğitim bakanımız söylemişti; “Şu
okullar olmasa, milli eğitimi ne güzel idare ederdim!” diye… Görülüyor ki hiç
ders alan olmamış… Yine ders alan çıkmayacak gibi… O zaman hakikat bu; Milli
Eğitim Bakanlığını kapatmak mı gerekiyor?
Milli Eğitim Bakanlığı (MEB) ve YÖK pedagojik değil
ideolojik davrandığı için birçok şeyi yanlış yaptı. Hızla gelişen/değişen
dünyaya uyum sağlayamadı. Bir türlü milli ve kültürel özelliklerimizle evrensel
çağdaş değerleri harmanlayarak özgün ve başarılı bir sistem inşa edemedi. Bunu
gördük ve eleştirdik…
OKULLARDA GERÇEK ÖĞRENME YAPILAMIYOR!
MEB ve YÖK hükümetlerin ve onun imajının çıkarları
doğrultusunda reforme edilip, modellenip durdu sürekli olarak. MEB
ve YÖK’ün amacı insanlara adaletçi ve eşitlikçi olmayan sistem anarşisi
içerisinde uslu bir şekilde yaşayıp, rejime sadık olmalarını sağlamak oldu.
Bırakın ilk, orta ve lise öğrenimini bugün
üniversitelerimizde dahi gerçek öğrenmeyi yapamıyoruz. Öğretmen anlatıyor,
öğrenciler dinliyor ve yazılı/sözlü sınav cevapları ve verilen talimatları ne
kadar yerine getirdiği ile başarısı ölçülüyor. Hatırlama ve ezberleme üzerine
kurulu derinliksiz, reaktif ve tecrübe etmekten uzak çağdışı bir eğitim modeli.
Böylesi bir eğitim sisteminden geçmiş bireylerin küreselleşen dünyada başarılı
olması ne kadar beklenebilir?
OKULLAR ÖĞRENCİLERİ KONTROL ALTINDA TUTMAK İÇİN Mİ VAR!
Okullarımız ve üniversitelerimiz öğrencileri gün boyunca
kontrol altında tutmak, çoktan tedavülden kalkmış bilgi ve içerikleri demode
yöntem ve kolaycı esaslar üzerinden şırınga etmek, bağımlı bir şekilde
zamanlarını doldurmaları için varlar. Gerçek hayatta ise özerklik ve aktiflik
başarı ve verimlilik için çok büyük önem arz ediyor. Oysa günümüzde neyi, ne
zaman ve niçin yapacağının kontrolünü, plan ve organizasyonunu ekip ruhu
içerisinde koordine edebilen, özerk hareket kabiliyeti yüksek bireyler
yetiştirmektir esas olan.
Özerklik hele çağımızda ve özellikle okullarda verilmesi
gereken en önemli kazanımdır. OECD üyeleri içinde en çok okula devamsızlığın
yaşandığı ülke Türkiye. Çocuklarımız okulu sevmiyor ve çok isteksizler. Çünkü
okuldayken mutlu ve özgür olamıyorlar.
TÜRK EĞİTİM SİSTEMİ YAPAY VE EZBERE DAYALI!
Dediğim gibi Türk eğitim sistemi büyük oranda yapay ve
ezbere dayalı öğrenim üzerine kurulmuştur. Müfredatın dayattığı bilgi paketlerini
ne kadar hatırladığını ve ezber gücünü ölçer. Oysa bilgi ve eğitim çok
daha boyutlu ve yapaylıktan uzak bir gerçeklik ve bağ kurma,
uyarlama kapasite becerisi ile ölçülmelidir.
O yüzden öğrencilerimiz okulu bitirdikten sonra hatta hemen
sınavın ardından ezberledikleri bilgileri hemen unuturlar. Geride kalan
yalnızca sınavda aldığı notun hatırasıdır.
Üniversitelerde de durum aynıdır. Yapay eğitim sistemleri
yüzünden öğrencinin aldığı eğitimin kariyerine ve yaşamına sağlayacağı
avantajlar çok azdır. Gerçek hayatın sınırlarını zihinsel yetenekleriyle
aşması, karşısına çıkan engellere meydan okumak için ihtiyacı olan stratejiyi
oluşturan düşünsel vizyon aparatları hep eksiktir ya da yoktur.
TÜRKİYE’DE EĞİTİM ADI ALTINDA ÇOCUKLARA İŞKENCE YAPILIYOR!
Türkiye’de iktidar değiştikçe müfredatta değişir,
kitaplarda, tüm bürokrasi ve yöneticilerde değişir, ta ki okul
müdürlerine kadar hemen her şey. Bir şey değişmez! Sorgulamadan ve
itiraz etmeden vergisini ödeyen, zorunlu ideolojik eğitime öğrencisini gönderen
ve emredildiğinde gözünü kırpmadan savaşa giden, ülkenin sıkıntılarını,
borcunu, cefasını ve fedakarlığı sırtlanan fakir halk çocukları değişmez.
Türk eğitim sistemi hiçbir farklı görüşe yer vermediği gibi
tahammül de göstermez; öğrenciyse okuldan atar veya kriminalizeye savurur,
öğretmense sürgün eder yahut meslekten ihraç eder. Oysa demokratik, bilimsel,
sivil ve halkçı eğitim sistemleri özgür, müreffeh, mutlu bir toplum yaratır.
Kendi tabanını değil tüm halkı memnun etmeye çalışır.
Milli eğitimin en büyük handikaplarından birisi de bütün
yumurtaları bir sepete koyan tek tipleştirici algoritmik
dayatmasıdır. Vasat bir tek tipleşme yaratan eğitim sistemimiz her
öğrenciye aynı bilgiyi, aynı zamanda ve aynı yollarla öğretmeye çalışır. Bu durum
eğitim adı altında çocuklara yapılan bir işkencedir. Oysa her çocuk birbirinden
farklı ilgilere, yetenek, beceri ve hedeflere sahiptir. Her çocuk farklı
yollarla, farklı sürelerde ve farklı kaynakları farklı şekillerde kullanarak
öğrenir. Verimli ve sağlıklı öğrenmek bu farklılıkları dikkate almakla mümkün
olur.
Ama bizim okullarımız “Ben kimim? Hangi alanlarda iyiyim? Ne
yapmam lazım? Ne istiyorum?” gibi en yaşamsal ve temel konularda dahi
öğrencilere yardımcı olamaz. Bizim eğitim sistemimiz öğrencilerin farklılıklarını
da dikkate almaz. Ardından farklı birçok öğrenciyi başarısız ve tembel diye
etiketleyerek kenara iter.
OKULLARIMIZ MUTSUZ VE KAFASI KARIŞIK ÖĞRENCİLERLE DOLU!
Bu nedenlerle Türk eğitim sistemi insandan uzaktır ve
farklılıklara saygısı da yoktur. Farklı ve değişik özelliklere sahip 30-40
öğrenciyi bir sınıfa doldurup hepsine aynı zamanda, aynı şeyleri ve aynı
yöntemle adeta zulüm ederek öğretmeye çalışır. Bir taraftan da hepsini susmaya,
uslu olmaya zorlayarak bir birleriyle etkileşim içine girmelerine,
çocukluklarını/gençliklerini yaşamalarına ve kaynaşmalarına da izin vermez.
Bizim okullarımız sıkılan, kafası karışan, geri veya geride olduğuna inanan,
mutsuz, kompleksli, baskılanmış öğrencilerle doludur.
YENİ ÜNİVERSİTELER YERLİ VATANDAŞA HAYALLER SATMAK İÇİN
AÇILIYOR!
Türk eğitim sistemi pragmatist bir zihniyete sahiptir.
Seçimler yaklaşırken yarım milyonu aşkın atanamayan öğretmenlerden oy toplamak
için öğretmen atama takvimini işletir. Ülkenin rezerv ve ihtiyaçlarını
planlamaksızın hiç olmadık yerlerde üniversite, fakülte açarak yerli
vatandaşlara hayaller satar. Lüzumsuz yere açtığı üniversite ve okullara
liyakat, ehliyet ve hakkaniyeti gözetmeden torpillileri doldurarak hem
kadrolaşır hem istihdam yaratır.
Dijital devrim ve teknolojik gelişmeler bugün bilgi ve
eğitime ulaşmada, eğitim sistemlerinde kökten farklılıklara neden olmaya devam
etmektedir. Fakat Türk eğitim sistemi bu yenilik ve değişimlere ayak uydurmak
şöyle dursun, değişimi anlamakta dahi çok geri kalmıştır.
FATİH PROJESİ TÜRKİYE’NİN ZAMAN, PARA VE İNSAN KAYBETMESİNE
NEDEN OLDU!
Yenidünyada eğitim ve bilgi mekân –sınır tanımadan değişip
saniyeler içinde gerçekleşiyorken, bütün eğitim sistemlerinde alışılmışın çök
ötesinde sıcak hareketlenmelere neden olurken Türk eğitim sistemi ülkeyi ve
öğrencileri daha da geriye götürmekte, çağdaş dünyadan kopartan ilkel bir
zihniyete bürünmektedir.
Örneğin 2010 yılında büyük hayaller, astronomik harcamalar,
yatırımlarla ve eğitimde “Çağ açıp çağ kapatacak” iddiasıyla başlatılan ve 2014
yılında bitmesi gerekirken bugün yarısına dahi ulaşılamadan büyük şaibe ve
skandallar eşliğinde çöpe atılan FATİH projesinin hazin sonu ne demek
istediğimi açık seçik ortaya koymaktadır.
Kontrolü kaybetme, tek tipleştirememe, asimile edememe
korkusuyla eğitimde şeffaflaşma, özgürleşme, teknolojik imkânları kullanma,
dijitalleşme gibi trendleri es geçen Türk eğitim sistemi çağdaş yöntem ve
teknikleri olabildiğince sınırlamaya çalışmaktadır. Türkiye’nin çağdaş eğitim
sisteminden anladığı okullara projeksiyon makineleri, bilgisayar ve akıllı
tahtalar koymaktan ve öğretmenler/veliler arasında whatsapp grupları kurmaktan
ibarettir.
TÜRK EĞİTİM SİSTEMİ YENİ DÜNYAYI ÖĞRENME GÜÇLÜĞÜ YAŞIYOR!
Oysa dijital teknoloji ve buna bağlı olarak sürekli gelişen,
değişen eğitim yöntemleri ve online eğitim araçları Türk eğitim sistemini
yetersiz hatta biçare bırakmaktadır. Türk eğitim sistemini yöneten ideolojik
politikacılar ve liyakatsiz bürokratlar günümüz gençliğinin evirilme hızına
ayak uyduramadığı gibi eğitimde dijital devrimi anlama ve kavramakta dahi
öğrenme güçlüğü çekmektedir.
Çünkü bu zihniyet dijital çağın değerleri olan özgürlük,
ayrımsız insan sevgisi, insan/yaşam neşesi, kendini ifade etme ve bağımsızlık
gibi evrensel değerleri kavramaktan uzaktır. Bu evrensel değerler bizimkilere
göre zararlı düşünceler ve tehlikeli fikirler demektir. Bağımlı, itaatkâr,
sorgulamayan ve büyüklerimiz her şeyin en iyisini bilir diyen bir gençlik anlayışını
arzulayan Türk eğitim sistemi işte bu çatışma, kan uyuşmazlığı ve sorunlar
yumağının müsebbibi ve suçlusudur.
EĞİTİM SİSTEMİ TOPLUM MÜHENDİSLİĞİNİN EN ETKİN ARACI OLARAK
KULLANILIYOR!
Türk eğitim sistemi toplum mühendisliğinin ve genç beyinleri
yıkamanın en etkin aracı olarak kullanılmaktadır halen. Tarih, felsefe, din
gibi yoruma açık dersler yanı sıra hemen tüm ders ve konuları, resmi ve özel
tüm okullarda tek bir müfredatla, tek bir ders kitabıyla ve tek bir
perspektifle öğretmeye çalışır. Bu yüzden de ilkel, korkak ve sevgisiz bir ruha
sahiptir.
2019’un dünyasında dahi Türk milli eğitimi özgür düşüncenin
ve aydınlanmanın en büyük düşmanı durumundadır. Milli eğitim iktidar için,
politikacılar için hamaset, demogoji ve oy toplama aracıdır. Milli eğitim
halktan gasp edilen vergiler ve paralarla halka karşı mevzii güçlendirmektir.
Bu yüzden tüm toplumun geleceğini mahveden Milli Eğitim
Bakanlığını kapatma gerekliliği tek bir pencereden izah edilebilecek kadar
basit bir mevzu olmasa gerek. Gerçekten milli eğitimi kaldırsak Türkiye daha
yaşanılabilir ve daha mutlu bir ülkeye dönüşür mü? Hangi girişimler,
organizasyonlar bu eğitim işini yapabilir?
EĞİTİM SİSTEMİMİZ ÖZGÜRLÜKLERE TAMAMEN KAPALI!
Aksi takdirde özgürlükleri denetim uğruna kısıtlayan,
bağımsızlığa tahammül göstermeyen, adaletsizlikçi sınavlarla eğitimde çeşitli
limitasyonlar koyan, farklı ve özgün müfredatları yasaklayan, farklı ekolleri
temsil eden okullara müsaade etmeyen, öğrencilerin istedikleri okulların
istedikleri bölümlerine girmesine izin vermeyen, gençlerin nitelikli okul ve
üniversitelere girip otantik ve sofistike eğitimler almalarına engel olan,
herkese ezberci ve merkezi planlamacı eğitimi dayatan, tek düze olmayan
otantisitesi yüksek ve özgürlük tanıyan eğitim sistemlerine tamamen kapalı,
bakanlıktan medet ummadan kendi çözümlerini üretmeye çalışan okul yönetimlerine
tahammül göstermeyen bir eğitim sistemi ile daha ne kadar gidebiliriz ki?
DESAM
DEMOLRASİ VE EĞİTİM STRATEJİK ARAŞTIRMALAR MERKEZİ
Democracy and Education Centerfor Strategic Studies
Demokrasi ve Eğitim Stratejik Araştırmalar Merkezi (DESAM) Başkanı Gürkan
Avcı, atanmayı bekleyen öğretmen adaylarının konuğu oldu. Sayıları 500 bine
dayanan atanamayan öğretmenler platformu temsilcilerinden Ayfer Yıldız’ın
davetiyle Ankara Elit Otelde öğretmen adaylarına seslenen Gürkan Avcı, öğretmen
adaylarının ve ailelerinin sorularını da yanıtladığı konuşmasında şunları
söyledi;
Milli Eğitim Bakanlığı Kapatılmalı mı?...
150 sene önceki milli eğitim bakanımız söylemişti; “Şu
okullar olmasa, milli eğitimi ne güzel idare ederdim!” diye… Görülüyor ki hiç
ders alan olmamış… Yine ders alan çıkmayacak gibi… O zaman hakikat bu; Milli
Eğitim Bakanlığını kapatmak mı gerekiyor?
Milli Eğitim Bakanlığı (MEB) ve YÖK pedagojik değil
ideolojik davrandığı için birçok şeyi yanlış yaptı. Hızla gelişen/değişen
dünyaya uyum sağlayamadı. Bir türlü milli ve kültürel özelliklerimizle evrensel
çağdaş değerleri harmanlayarak özgün ve başarılı bir sistem inşa edemedi. Bunu
gördük ve eleştirdik…
MEB ve YÖK hükümetlerin ve onun imajının çıkarları
doğrultusunda reforme edilip, modellenip durdu sürekli olarak. MEB
ve YÖK’ün amacı insanlara adaletçi ve eşitlikçi olmayan sistem anarşisi
içerisinde uslu bir şekilde yaşayıp, rejime sadık olmalarını sağlamak oldu.
Bırakın ilk, orta ve lise öğrenimini bugün
üniversitelerimizde dahi gerçek öğrenmeyi yapamıyoruz. Öğretmen anlatıyor,
öğrenciler dinliyor ve yazılı/sözlü sınav cevapları ve verilen talimatları ne
kadar yerine getirdiği ile başarısı ölçülüyor. Hatırlama ve ezberleme üzerine
kurulu derinliksiz, reaktif ve tecrübe etmekten uzak çağdışı bir eğitim modeli.
Böylesi bir eğitim sisteminden geçmiş bireylerin küreselleşen dünyada başarılı
olması ne kadar beklenebilir?
Okullarımız ve üniversitelerimiz öğrencileri gün boyunca
kontrol altında tutmak, çoktan tedavülden kalkmış bilgi ve içerikleri demode
yöntem ve kolaycı esaslar üzerinden şırınga etmek, bağımlı bir şekilde
zamanlarını doldurmaları için varlar. Gerçek hayatta ise özerklik ve aktiflik
başarı ve verimlilik için çok büyük önem arz ediyor. Oysa günümüzde neyi, ne
zaman ve niçin yapacağının kontrolünü, plan ve organizasyonunu ekip ruhu
içerisinde koordine edebilen, özerk hareket kabiliyeti yüksek bireyler
yetiştirmektir esas olan.
Özerklik hele çağımızda ve özellikle okullarda verilmesi
gereken en önemli kazanımdır. OECD üyeleri içinde en çok okula devamsızlığın
yaşandığı ülke Türkiye. Çocuklarımız okulu sevmiyor ve çok isteksizler. Çünkü
okuldayken mutlu ve özgür olamıyorlar.
Dediğim gibi Türk eğitim sistemi büyük oranda yapay ve
ezbere dayalı öğrenim üzerine kurulmuştur. Müfredatın dayattığı bilgi
paketlerini ne kadar hatırladığını ve ezber gücünü ölçer. Oysa bilgi ve eğitim
çok daha boyutlu ve yapaylıktan uzak bir gerçeklik ve bağ kurma,
uyarlama kapasite becerisi ile ölçülmelidir.
O yüzden öğrencilerimiz okulu bitirdikten sonra hatta hemen
sınavın ardından ezberledikleri bilgileri hemen unuturlar. Geride kalan
yalnızca sınavda aldığı notun hatırasıdır.
Üniversitelerde de durum aynıdır. Yapay eğitim sistemleri
yüzünden öğrencinin aldığı eğitimin kariyerine ve yaşamına sağlayacağı
avantajlar çok azdır. Gerçek hayatın sınırlarını zihinsel yetenekleriyle
aşması, karşısına çıkan engellere meydan okumak için ihtiyacı olan stratejiyi
oluşturan düşünsel vizyon aparatları hep eksiktir ya da yoktur.
Türkiye’de iktidar değiştikçe müfredatta değişir,
kitaplarda, tüm bürokrasi ve yöneticilerde değişir, ta ki okul
müdürlerine kadar hemen her şey. Bir şey değişmez! Sorgulamadan ve
itiraz etmeden vergisini ödeyen, zorunlu ideolojik eğitime öğrencisini gönderen
ve emredildiğinde gözünü kırpmadan savaşa giden, ülkenin sıkıntılarını,
borcunu, cefasını ve fedakarlığı sırtlanan fakir halk çocukları değişmez.
Türk eğitim sistemi hiçbir farklı görüşe yer vermediği gibi
tahammül de göstermez; öğrenciyse okuldan atar veya kriminalizeye savurur,
öğretmense sürgün eder yahut meslekten ihraç eder. Oysa demokratik, bilimsel,
sivil ve halkçı eğitim sistemleri özgür, müreffeh, mutlu bir toplum yaratır.
Kendi tabanını değil tüm halkı memnun etmeye çalışır.
Milli eğitimin en büyük handikaplarından birisi de bütün
yumurtaları bir sepete koyan tek tipleştirici algoritmik
dayatmasıdır. Vasat bir tek tipleşme yaratan eğitim sistemimiz her
öğrenciye aynı bilgiyi, aynı zamanda ve aynı yollarla öğretmeye çalışır. Bu
durum eğitim adı altında çocuklara yapılan bir işkencedir. Oysa her çocuk
birbirinden farklı ilgilere, yetenek, beceri ve hedeflere sahiptir. Her çocuk
farklı yollarla, farklı sürelerde ve farklı kaynakları farklı şekillerde
kullanarak öğrenir. Verimli ve sağlıklı öğrenmek bu farklılıkları dikkate
almakla mümkün olur.
Ama bizim okullarımız “Ben kimim? Hangi alanlarda iyiyim? Ne
yapmam lazım? Ne istiyorum?” gibi en yaşamsal ve temel konularda dahi
öğrencilere yardımcı olamaz. Bizim eğitim sistemimiz öğrencilerin
farklılıklarını da dikkate almaz. Ardından farklı birçok öğrenciyi başarısız ve
tembel diye etiketleyerek kenara iter.
Bu nedenlerle Türk eğitim sistemi insandan uzaktır ve
farklılıklara saygısı da yoktur. Farklı ve değişik özelliklere sahip 30-40
öğrenciyi bir sınıfa doldurup hepsine aynı zamanda, aynı şeyleri ve aynı
yöntemle adeta zulüm ederek öğretmeye çalışır. Bir taraftan da hepsini susmaya,
uslu olmaya zorlayarak bir birleriyle etkileşim içine girmelerine,
çocukluklarını/gençliklerini yaşamalarına ve kaynaşmalarına da izin vermez.
Bizim okullarımız sıkılan, kafası karışan, geri veya geride olduğuna inanan,
mutsuz, kompleksli, baskılanmış öğrencilerle doludur.
Türk eğitim sistemi pragmatist bir zihniyete sahiptir.
Seçimler yaklaşırken yarım milyonu aşkın atanamayan öğretmenlerden oy toplamak
için öğretmen atama takvimini işletir. Ülkenin rezerv ve ihtiyaçlarını planlamaksızın
hiç olmadık yerlerde üniversite, fakülte açarak yerli vatandaşlara hayaller
satar. Lüzumsuz yere açtığı üniversite ve okullara liyakat, ehliyet ve
hakkaniyeti gözetmeden torpillileri doldurarak hem kadrolaşır hem istihdam
yaratır.
Dijital devrim ve teknolojik gelişmeler bugün bilgi ve
eğitime ulaşmada, eğitim sistemlerinde kökten farklılıklara neden olmaya devam
etmektedir. Fakat Türk eğitim sistemi bu yenilik ve değişimlere ayak uydurmak
şöyle dursun, değişimi anlamakta dahi çok geri kalmıştır.
Yenidünyada eğitim ve bilgi mekân –sınır tanımadan değişip
saniyeler içinde gerçekleşiyorken, bütün eğitim sistemlerinde alışılmışın çök
ötesinde sıcak hareketlenmelere neden olurken Türk eğitim sistemi ülkeyi ve
öğrencileri daha da geriye götürmekte, çağdaş dünyadan kopartan ilkel bir
zihniyete bürünmektedir.
Örneğin 2010 yılında büyük hayaller, astronomik harcamalar,
yatırımlarla ve eğitimde “Çağ açıp çağ kapatacak” iddiasıyla başlatılan ve 2014
yılında bitmesi gerekirken bugün yarısına dahi ulaşılamadan büyük şaibe ve
skandallar eşliğinde çöpe atılan FATİH projesinin hazin sonu ne demek
istediğimi açık seçik ortaya koymaktadır.
Kontrolü kaybetme, tek tipleştirememe, asimile edememe
korkusuyla eğitimde şeffaflaşma, özgürleşme, teknolojik imkânları kullanma,
dijitalleşme gibi trendleri es geçen Türk eğitim sistemi çağdaş yöntem ve
teknikleri olabildiğince sınırlamaya çalışmaktadır. Türkiye’nin çağdaş eğitim
sisteminden anladığı okullara projeksiyon makineleri, bilgisayar ve akıllı
tahtalar koymaktan ve öğretmenler/veliler arasında whatsapp grupları kurmaktan
ibarettir.
Oysa dijital teknoloji ve buna bağlı olarak sürekli gelişen,
değişen eğitim yöntemleri ve online eğitim araçları Türk eğitim sistemini
yetersiz hatta biçare bırakmaktadır. Türk eğitim sistemini yöneten ideolojik
politikacılar ve liyakatsiz bürokratlar günümüz gençliğinin evirilme hızına
ayak uyduramadığı gibi eğitimde dijital devrimi anlama ve kavramakta dahi
öğrenme güçlüğü çekmektedir.
Çünkü bu zihniyet dijital çağın değerleri olan özgürlük,
ayrımsız insan sevgisi, insan/yaşam neşesi, kendini ifade etme ve bağımsızlık
gibi evrensel değerleri kavramaktan uzaktır. Bu evrensel değerler bizimkilere
göre zararlı düşünceler ve tehlikeli fikirler demektir. Bağımlı, itaatkâr,
sorgulamayan ve büyüklerimiz her şeyin en iyisini bilir diyen bir gençlik
anlayışını arzulayan Türk eğitim sistemi işte bu çatışma, kan uyuşmazlığı ve
sorunlar yumağının müsebbibi ve suçlusudur.
Türk eğitim sistemi toplum mühendisliğinin ve genç beyinleri
yıkamanın en etkin aracı olarak kullanılmaktadır halen. Tarih, felsefe, din
gibi yoruma açık dersler yanı sıra hemen tüm ders ve konuları, resmi ve özel
tüm okullarda tek bir müfredatla, tek bir ders kitabıyla ve tek bir
perspektifle öğretmeye çalışır. Bu yüzden de ilkel, korkak ve sevgisiz bir ruha
sahiptir.
2019’un dünyasında dahi Türk milli eğitimi özgür düşüncenin
ve aydınlanmanın en büyük düşmanı durumundadır. Milli eğitim iktidar için,
politikacılar için hamaset, demogoji ve oy toplama aracıdır. Milli eğitim halktan
gasp edilen vergiler ve paralarla halka karşı mevzii güçlendirmektir.
Bu yüzden tüm toplumun geleceğini mahveden Milli Eğitim
Bakanlığını kapatma gerekliliği tek bir pencereden izah edilebilecek kadar
basit bir mevzu olmasa gerek. Gerçekten milli eğitimi kaldırsak Türkiye daha
yaşanılabilir ve daha mutlu bir ülkeye dönüşür mü? Hangi girişimler,
organizasyonlar bu eğitim işini yapabilir?
Aksi takdirde özgürlükleri denetim uğruna kısıtlayan,
bağımsızlığa tahammül göstermeyen, adaletsizlikçi sınavlarla eğitimde çeşitli
limitasyonlar koyan, farklı ve özgün müfredatları yasaklayan, farklı ekolleri
temsil eden okullara müsaade etmeyen, öğrencilerin istedikleri okulların
istedikleri bölümlerine girmesine izin vermeyen, gençlerin nitelikli okul ve
üniversitelere girip otantik ve sofistike eğitimler almalarına engel olan,
herkese ezberci ve merkezi planlamacı eğitimi dayatan, tek düze olmayan
otantisitesi yüksek ve özgürlük tanıyan eğitim sistemlerine tamamen kapalı,
bakanlıktan medet ummadan kendi çözümlerini üretmeye çalışan okul yönetimlerine
tahammül göstermeyen bir eğitim sistemi ile daha ne kadar gidebiliriz ki?
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder