22 Mayıs 2018 Salı

BUGÜNÜN YAPISAL SORUNLARININ TEMELLERİ 2000’Lİ YILLARDA ATILDI; Prof. Dr. Gökhan ÇAĞOĞLU, KİTAP: “KÜRESEL GÜÇ DENGESİ VE TÜRKİYE”

BUGÜNÜN YAPISAL SORUNLARININ TEMELLERİ 2000’Lİ YILLARDA ATILDI!..
Prof. Dr. Gökhan ÇAĞOĞLU, 
KİTAP: “KÜRESEL GÜÇ DENGESİ VE TÜRKİYE”

Prof. Dr. Gökhan Çapoğlu, 2010 yılı Mart’ında yayınlanan Küresel Güç Dengesi ve Türkiye başlıklı kitabında ekonomide bugün yaşanan yapısal sorunları Merkez Bankasının 200o’li yıllarda izlediği politikalara bağlamış idi. Prof. Çapoğlu, Merkez Bankasının, ihracatın ithalata bağımlı hale gelmesi ile kontrolden çıkan cari açığın ve şirketlerin aşırı dış borçlanmasının neden olan politikalarını bundan 8 yıl önce açık bir şekilde yazarak uyarı görevini yapmış:

“2002 yılından sonra Merkez Bankası örtülü enflasyon hedeflemesine uygun faiz politikaları izlemiş, 2006 yılında ise açık enflasyon hedeflemesi politikasına geçmiştir. Enflasyon hedeflemesi politikaları merkez bankasının, kısa vadeli borç verme ve alma faizleri aracılığıyla, açıkladığı enflasyon hedeflerini tutturmaya çalışmasıdır.” (s.139)

Ancak Prof. Çapoğlu enflasyon hedeflemesi politikalarının olumsuz etkilerini o günden öngörmüş:

“Merkez Bankasının enflasyon hedefine varmak için yüksek faizler aracılığıyla döviz kurunu düşük tutma politikasının ekonomi üzerinde olumsuz yapısal etkileri olmuştur. Birincisi, döviz kurunun aşırı değerlenmesi karşısında özellikle tüketim ve ara mallar üreten sektörler rekabet gücünü kaybetmiş ve kapanmaya başlamış, ihracat giderek ithalata dayanır olmuş, yaratılan istihdam ve katma değer düşmüştür. ……………….

Merkez Bankasının yüksek faizler aracılığıyla döviz kurlarını düşük tutma politikasının ikinci olumsuz etkisi şirketlerin finansal yapılarında ortaya çıkmıştır. Merkez Bankasının, dalgalı kur uygulamasına rağmen, TL’nin değer kaybetmesine izin vermediği döviz kuru politikasıyla, gücü olan reel sektör şirketlerinin yurt dışından borçlanması teşvik edilmiştir. Yurtiçinde Türk Lirası kredi faiz oranları %22-25 arasında değişirken, şirketler dolar cinsinden %5 veya daha düşük faiz oranı ile yurtdışından borçlanmayı tercih etmişlerdir. Türk Lirasının sürekli değer kazandığı bir ortamda yurtdışından borçlanmanın maliyeti daha da düşmüş, hatta firmaların bilançolarında döviz ile borçlanmalarından dolayı kambiyo karları ortaya çıkmıştır.

2003 yılında 43 milyar dolar seviyesinde olan toplam özel sektör yurtdışı borcu, 2008 itibarıyla 190 milyar dolara çıkmıştır. Finansal kesim dışındaki şirketlerin yurtiçinde döviz cinsinden borçlanmalarını da içeren döviz yükümlülükleri ise 50 milyar dolardan, 177 milyar dolara çıkmıştır.” (s.140 -141)

Prof. Çapoğlu Merkez Bankasının bu yanlış politikalarının önlenebilir olmasına rağmen düzeltilmediğini de açıklıyor:

“Merkez Bankası küresel sermayenin yönlendirmesi yerine, ülke ekonomisinin gerçeklerine göre politikalar üretebilseydi, yanlışlıklarından dönmesi mümkün idi. Örneğin, 2003 yılında ABD Federal Rezerv’inin faizleri %1’e indirdiği bir dönemde, Merkez Bankası yüksek faiz, düşük kur politikasını yumuşatabilir, faiz oranlarını düşürerek Türk Lirasının sürekli değerlenmesinin ve sakıncalarının önüne geçebilirdi.” diyor ve ekliyor;

“Ancak, Merkez Bankası dengeli düşünmek yerine, yüksek faizler sonucu değerlenen Türk Lirası aracılığıyla enflasyonu düşürmenin kolaycılığına kapılarak, yapısal sorunların çıkmasına neden olacağını öngöremedi. 2006 Haziran’ında yeni seçilen Başkan ile Merkez Bankasının bu yanlış politikalarını değiştirmese bile yumuşatması için önüne bir fırsat daha çıktı. Küresel dalgalanma sonucu Türkiye’den para çıkışı sonrası doların 1.7-1.8 TL seviyesinde kalmasına izin verebilir, Türk sanayisini rahatlatır, cari açığın küçülmesine yardımcı olabilirdi. Merkez bankası başkanının atanmasındaki gecikmeleri ve olumsuz dış koşulları, sapmakta olan enflasyon hedefini değiştirmek için meşru bir neden olarak göstererek, Merkez Bankasının kredibilitesinin artmasına yardımcı olabilirdi. Ancak, yeni seçilen başkan bir panik halinde gecelik faizleri %17,5’a çıkarak 2001 sonrası spekülatif sermayenin büyümesine yol açan politikaların devamını benimsedi, böylece Türkiye için bir fırsat kaçırılmış oldu. 2006 yılı Mayıs-Haziran aylarında 20 milyar dolarlık bir çıkış, Türkiye’de ekonomik dengeleri altüst etti. Dolar kuru 1.3 TL’den 1.75 TL’ye yükseldi ve Merkez Bankası kısa dönemli faizleri %13,5’tan %17,5’a çıkararak spekülatif sermayenin çıkışını önledi. Küresel ölçekte hiç anlamlı olmayan çok küçük miktarda sermaye çıkışlarının Türk ekonomisini nasıl altüst ettiği, Merkez Bankası politikalarının Türkiye’nin spekülatif sermayeye nasıl yüksek nominal ve reel faiz ödemeye mahkum ettirdiği bir kez daha ortaya çıktı.” (s.143)

“Merkez Bankasını asıl yapması gereken, kısa dönemli spekülatif sermaye girişini ve şirketlerin döviz cinsinden borçlanmasını caydırmak olmalıydı. Dalgalı kur sisteminde merkez bankası spekülatif sermaye girişinin hızını ve şirketlerin yurt dışından borçlanmasını, kurun her iki yöne doğru dalgalanabileceği konusunda inandırıcı olduğu taktirde, kesebilirdi. 2006 Haziran’ında faizleri dört puan yükseltmek yerine doların 1.75 TL civarında kalmasına izin verseydi, çok büyük olasılıkla şirketlerin açık pozisyonu 2007 sonunda 27.3 milyar dolardan, 2008 sonunda 86 milyar dolara çıkmak yerine 27-30 milyar dolarda kalacaktı.”(s.144)
BU ÇAĞRIYI'DA "MUTLAKA" HATIRLAMAK VE HATIRLATMAK GEREK!..
ANSAV Başkanı Prof. Dr. Gökhan ÇAPOĞLU
“Cumhuriyetçiler Birleşmelidir…”
Türkiye’de bugün;
Devlet, şirketler ve vatandaşlar borç batağı içindedir.
İşsizlik rekor düzeydedir.
Yoksulluk adeta kader olarak dayatılmaktadır.
Ranta ve dış kaynağa bağımlı ekonomik politikaları çökmüştür.
Komşu ülkelerle mezhepçiliğe dayanan dış politika ülke güvenliğini tehdit etmektedir.
Ortadoğu’da tam bataklığın içine düşülmüştür.
İtibarımız, güvenirliliğimiz ve inandırıcılığımız dünya çapında düşürülmüştür.
Adalet sistemi güvenilir olmaktan çıkmıştır.
İktidar cemaat ile işbirliği yaparak kendi silahlı kuvvetlerine, aydınlarına kumpas kurduğunu itiraf etmektedir.
Anayasa ve yasaları hiçe sayan, ötekileştirmeyi ve ayrıştırmayı siyasetin temel yöntemi olarak benimsemiş, otoriterliği öne çıkaran,  yolsuzlukla iç içe keyfi bir iktidar ülkenin başına kâbus gibi çökmüştür
Ne yazık ki ülkemiz bu iktidara alternatif olamadığı ve olmayacağı her seçimde ortaya çıktığı halde değişmeyen bir muhalefet ile karşı karşıyadır. 
Cumhuriyet’in kuruluş ilkelerine bağlı demokrat, özgürlükçü, inançlara saygılı,  laik, çağdaş ve Atatürkçü alternatif  bir hareket hemen ortaya çıkmadığı taktirde, iktidarın  önümüzdeki seçimlerde kendisine benzeşmeye çalışan muhalefet sayesinde anayasayı değiştirecek bir çoğunluğa ulaşacağını ve açılım adı altında özerklik hedefleyen bölücü terörün siyasi uzantılarının güç kazanacağını göstermiştir. 
Şu çok iyi bilinmeli ki;
Kadınların ve gençlerin katılımını arttırmadan,
Seçim sistemini barajsız yapmadan,
Demokrasiyi parti-içinde başlatmadan;
Seçilmiş diktatörler önlenemez,
Ekonomi halkın çıkarları doğrultusunda yönetilmez,
Eğitim sistemi akademik, mesleki, kültür, sanat ve spor yönünden zenginleşmiş olmadan, düşünen özgür bireyler yanında ahlak ve erdem sahibi iyi yurttaşlar yetiştirilemez.
Ve en önemlisi demokrasiye, hukukun üstünlüğüne, özgürlüklere sahip çıkılamaz.
Ülkemizin içinde bulunduğu bu çürümüş ortamdan kurtulması için;
Demokrasi ve bağımsız yargının yeniden kurulması,
Başta kadınlar olmak üzere tüm yurttaşların eşitliğinin ve özgürlüklerinin güvence altına alınması ile mümkün olabilir.
Bunun için;
Hukukun üstünlüğü, güçler ayrılığı,  insan hak ve özgürlüklerinin vazgeçilmezliğine inanmış
Doğa ve çevreyi korumayı esas alan
Rant yerine üretimi ve teknolojik gelişmeyi ekonominin dinamiği olarak gören
Sosyal devleti geliştirmenin önemine inanan
Kimseyi ötekileştirmeyen
Milli ve manevi değerlere saygılı
Demokrasi ve özgürlükler adı altında ülkeyi bölmek isteyenlere ve ülke yönetimini ele geçirmeye çalışan cemaatlere karşı, Anayasa’mızın ilk üç maddesinde birleşen laik, üniter ve bağımsız Türkiye ülküsüne bağlı yurttaşların vakit geçirmeden bir araya gelmesi gereklidir. 
[Ankara, Ulusal Haber//02.10.2014]

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder